01 Ekim 2015

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın avukatının 'aşağılık' sözünü aynen iade ediyoruz!

Muhatabına ‘aşağılık’ diyen bir Cumhurbaşkanı dilekçesi gördünüz mü?

İnsan hayatının da sabahı oluyor, öğleni, akşamı, gecesi... Hayatınızı, hayata verilmiş bir söz de sayarsanız eğer, iyi olmaya çalışmanın bir ömür süreceğini aklınızdan çıkarmazsınız. Öğleden sonraki yanlışların önceki doğruları nasıl silip süpürdüğünü...

Siyasetten asker meselesine, gazetecilikten Kürt ve Ermeni sorunlarına uzanan geniş alanda 12 kitap yazmış 46 yıllık gazeteci Hasan Cemal’in bu yazıda paylaştığım fotoğrafı, dün Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin girişinde çekildi. Cemal, üzeri arandıktan kısa bir süre sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu’nda, T24’teki yazılarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiası üzerine hakkında açılan iki soruşturma için Savcı Emin Aydinç’e ifade verdi. Soruşturmaya dayanak olan şikâyetlerin sahibi, Hasan Cemal hakkında “ceza davası” açılmasını, yani 46 yıllık gazetecinin görüşleri nedeniyle hapsedilmesini talep eden Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan.

Bu yazının meselesi “46 yıllık bir gazeteci hakkında nasıl soruşturma açılır” değil. Elbette açılır, açılıyor da. Nihayet Gültekin Avcı’nın Bugün gazetesindeki yazıları, Hidayet Karaca’nın başında bulunduğu televizyonlardaki diziler de gerekçe gösterilerek tutuklanmaları, Doğan grubu yayınları hakkındaki “terör soruşturmaları”, Cumhuriyet ve Birgün gazetelerine yağan soruşturmalar ve Dicle Haber Ajansı’na düzenlenen baskınların son halkasını oluşturduğu gazetecilere, yazarlara, habercilere baskı AKP iktidarında da “vaka-i adiye”den oldu.

Bu yazının meselesi, Beştepe dolaylarından gelen suç duyurularında gerekçe yapılan TCK’nın 299. maddesindeki “Cumhurbaşkanına hakaret” düzenlemesinde, kişilerden önce devlet organlarının itibarını korumanın amaçlandığı yolundaki hukuki gerçek de değil. 299. maddenin bulunduğu TCK’daki 3. Bölüm’ün bile “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlığını taşıdığı, ilgili makamlarda oturan kişilere yönelik hakaret iddialarının ise “genel hükümler” çerçevesinde yasal süreçlere konu edilmesi gerektiği yolundaki hukuki görüşler değil.
Amacım; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin, kovuşturması Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmış bir “suç”u tespit ettiğini öne sürerek Adalet Bakanlığı’na yazı yazmasındaki hukuki tuhaflığın üzerinde durmak da değil.
Bütün bu meseleleri ve Hasan Cemal’in yazılarının “hakaret değil eleştiri” içerdiğini, Yargıtay ve AİHM içtihadlarının da ışığında ele alan T24’ün avukatı Fikret İlkiz, savcılığa verdiği savunma dilekçelerinde etraflıca anlatıyor.

 

Erdoğan Türkiyesi ile
Erdoğan’ın mahkûm ettiği Türkiye

 

Bu yazının meselesi; Hasan Cemal’i üst araması yapılırken görüntüleyen fotoğrafın, Erdoğan’ın hayatının öğle vakitlerinde benimsemiş göründüğü görüşlerin bugün ne kadar uzağına savrulduğunu hatırlatan sözleri. Ve Erdoğan’ın şikâyet dilekçesinde sergilenen üslup.
Bakın, o öğle vakitlerinde, gazeteciler, yazarlar, aydınlar için neler neler diyordu Erdoğan. Tarih 1 Şubat 2009. Erdoğan, Çetin Altan’a “Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü verirken konuşuyor:

Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar, tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan birisi Çetin Altan’dır... Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir.

Bugün Erdoğan Türkiyesi’nin, Erdoğan’ın mahkûm ettiği o Türkiye’den uzak olduğunu söyleyebilir misiniz?
Erdoğan’ın akşam vaktine çekeceğiniz toplam çizgisinin altına hangi Türkiye düşüyor?
Özgür bir Türkiye mi?..
Yoksa Cumhurbaşkanı’nın, kendisini eleştirdiği için “hain, satılmış” ilan ettiği gazetecilerin, yazarların hapsedilmesi için suç duyurusu yaptığı...
Cumhurbaşkanı’nın, “anayasaya aykırı hukuk dışı bir sistem değişikliğinin fiilen gerçekleştiğini” ilan ettiği...
Cumhurbaşkanı’nın, kurucusu olduğu partinin tek başına iktidardan uzaklaşmasına neden olduğunu düşündüğü rakiplerini kriminalize ettiği...
Cumhurbaşkanı’nın, tarafsızlık yemini ve anayasadaki tarafsızlık statüsünü unutarak kurucusu olduğu parti için oy isterken muhalefet partilerine savaş açtığı...
Medyanın her türlü devlet imkânıyla hizaya çekilmek istendiği...
Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığı, hâkim ve savcıların kıdemli hukukçuları isyan ettiren usul ve gerekçelerle tutuklandığı...
Emniyet teşkilatının, iktidar ayarı vermek için tayin fırtınalarıyla sarsıldığı...
Yolsuzluk iddialarının, mahkemelere bile taşınmadan savcılıklarda kapatıldığı bir Türkiye mi?
Şimdiki zamanın acısını ve utancını maziyle inkâr etmeye çalışabilirsiniz, ama siz öyle istiyorsunuz diye başka türlü cereyan etmeyen gerçekler de yerli yerinde duruyor. Ve hafızada flulaşmış uzak görüntülerden çok daha güçlü görüntülerle karşımızda duran o gerçekler, bize özgür, yolsuzluklarla mücadele eden, hukuk devleti ilkesine sadık, demokratik bir Türkiye’yi haber vermiyor.

 

Dilekçesinde ‘aşağılık’ diyen bir Cumhurbaşkanı

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın avukatı Ahmet ÖzelBu yazının ikinci meselesi olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel’in Hasan Cemal’e ceza davası açılması için Erdoğan adına verdiği şikâyet dilekçesine gelince... Bir Cumhurbaşkanı dilekçesinde ilk kez tanık olduğumuz bir üslup karşısındayız. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın vekili, yani bu ülkenin Cumhurbaşkanı adına hareket etmeye Cumhurbaşkanı tarafından  tayin edilmiş bir kişi savcılığa verdiği dilekçede bakın neler söylüyor:

Müvekkilim Sayın Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin refahı ve kalkınması adına başkalarının hayal bile edemediği adımları atarak istikrarlı bir şekilde halka hizmet görevini sürdürmekte ancak şüpheli (Hasan Cemal), tüm mesaisini Türkiye Cumhuriyetinin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasına adamış bir cumhurbaşkanına, kendisini bu makama layık gören Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kanlı bir ortama sürüklediğine dair aşağılık bir şekilde iftira etmekten çekinmemektedir.”
(…)
“Şüphelinin birtakım siyasi hesaplarla Müvekkilime iftira atarak, kamuoyu önünde lekelemeye çalışarak Müvekkilim ile ilgili yalan iddialarını ülke gündemine taşıması ve bu şekilde Müvekkilime itibar suikastı yapmaya çalışması, habercilikten çok siyasi kin, nefret ve tükenmişliğin sonucudur.
“Şüphelinin ve bir kısım medya mensuplarının basın yoluyla yaptıkları bu çirkin operasyonun amacı halk nezdinde Müvekkilim aleyhine kalıcı bir algının oluşması çabasından ibarettir.”


Bu üslubun Avukatlık Kanunu, baro kararları ve meslek ilkeleri karşısında tükenmiş hâlleri bir yana... Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki, vekili aracılığıyla savcılığa verdiği dilekçede kendisine hakaret ettiğini öne sürdüğü 46 yıllık bir gazeteciye “aşağılık” diyebiliyor, “tükenmişliğine” hükmedebiliyor.
Bir devlet başkanı adına yazılmış dilekçede, hiç bu tür ifadelere tanık oldunuz mu? T24 ve Hasan Cemal’in avukatı, Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı kıdemli hukukçu Fikret İlkiz’e sordum; “ne bir devlet başkanı, ne bir başbakan, ne bir bakan, ne bir siyasetçi, ne bir bürokratın dilekçesinde, muhataba ‘aşağılık’ denilen bir dilekçe görmediğini” söyledi.
Peki ne yapmalı?
Kötülüğe en büyük cezanın, kötü olmamak ve korkmamak olduğunu unutmamalıyız. Hasan Cemal 46 yıldır gazetecilik yapıyor, yapmaya devam edecek. Her türlü iktidara müptela kimi yanaşmaların konuşlandıkları kullanışlı yerler değil, o adliye kapıları onurlandırıyor bugünlerde -yine- gazeteciliği.
Zorbalığın en büyük zaferi, emir alanların da zorbaların kılığına bürünmesidir. Devletinden iş dünyasına,  ekranlarından gazete sayfalarına kadar hemen her yerde bir zorbalık yarışına sokuldu Türkiye.
O yarışın, Cumhurbaşkanı adına verilen bir “hukuk” dilekçesine de  yansımasına hayır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel’in “aşağılık” sözünü, kendisine aynen iade ediyoruz.
Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanlığı’na aslında kimin/kimlerin hakaret etmiş olduğunu düşünmeye vesile olur mu dersiniz?



 


 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?