Gezi Parkı direnişi, bu fotoğraftaki üç boyutu da tekrar önümüze koymuş bulunuyor.
Eylemler sırasında vandallık yapanların, cinsiyetçi küfürleri ağızlarından düşürmeyenlerin, o küfürlerde sürekli kadınlığı aşağılamaya yeltenenlerin en az polis şiddeti kadar Gezi Parkı direnişini hak etmediğini not edelim.
Üç boyutlu fotoğraf, demiştim. İktidar tarafı malum; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın genel olarak tahammülsüz tavrının sık tezahür ettiği alanların başında medya geliyor. Başbakan için köşe yazarı gerektiğinde maaşını ödeyen patron tarafından dükkândan atılacak bir kalemşor, gazetecilik de "manşetleriyle savaştığı" bir meslek. Dün mağduru olarak egemenleriyle savaştığı medyanın, bugün kendi egemenlik sahasından çıkmasını istemiyor Erdoğan.
Askeri vesayet bitmemiş miydi?
Nihayet, Gezi Parkı direnişinin tetiklediği protestolarda yollara dökülen on binlerce insanı bir çırpıda "çapulcu" diyerek halının altına süpürmeye çalışan bir Başbakan karşısındayız. Gezi Parkı eylemlerini 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerine zemin hazırlamak üzere perde arkasında askerin olduğu tertiplerle ayarlanan gösteriler kategorisine sokabilen bir Başbakan.
Hemen her demokrasi söylevinde askeri vesayete son vermekle - haklı olarak - övünen Başbakan, "tarihsel" diyebileceğimiz bir toplumsal muhalefet dalgasının, askeri vesayet dönemi tertiplerinin eseri olduğunu öne sürerken düştüğü tutarsızlığı görmüyor. Başbakan'ın zekâsına haksızlık etmek istemem, içine düştüğü tutarsızlığı kendisi görüyorsa da, görülmesini istemiyor. Ve bunu medyaya tebliğ ediyor.
Tam burada, medyanın topuk selamını sadece askere vermediğine tanık olduğumuz fotoğrafın ikinci boyutuna tanık oluyoruz. Çukurova grubunun borçlarından dolayı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF) el koyduğu Show TV, cuma akşamı Habertürk grubunun sahibi Ciner Holding'e satıldı. Bu arada randevu alınan Başbakan, pazar günü Habertürk'ten yapılan ortak yayında Fatih Altaylı'nın sorularını yanıtladı.
Ayrıntılarını birçok yayında ve T24'te okuduğunuz bu söyleşi, hemen her toplumsal ve siyasal olayda nasıl olup da medyanın kendisinin de başlıbaşına bir hadise haline geldiğini tek başına göstermeye yetiyor.
Altaylı'nın Erdoğan'la yaptığı söyleşiden önce bir parantez açayım. Yükselen egolardan mı, şeffaflık tutkusundan mı, umursamazlıktan mı, yoksa bu dönemde daha sık tanık olduğumuz güven patlamasından mı, ne derseniz deyin, açık sözlülüğe çok şey borçluyuz. Şimdilerde, yine Çukurova'nın el konulan kanallarından SkyTürk360'a talip olduğu konuşulan Erdoğan Demirören'in Milliyet ve Vatan gazetelerini satın aldıktan sonra kime danıştığını hatırlayın. Başbakan, Demirören'in, "medya grubunun başına kimi getireceğini kendisine sorduğunu, kendisinin de Akif Beki'yi tavsiye ettiğini" açıklamıştı. Başbakan'ın daha sonra duyurduğu bu konuşmanın ardından, halen CNN Türk'te iktidar nöbeti tutturulan Beki'nin atamasının bir süreliğine Demirören grubuna yapıldığını biliyoruz.
Yine hatırlayın, Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, gazetenin "İmralı tutanakları" manşetini savunurken Erdoğan'ın öfkesine hedef olan Hasan Cemal'in gazetedeki 15 yıllık köşesini, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarı"nı gerekçe göstererek kapattıklarını yazmıştı. İnsan yakasına yapışan parmakların izini ararken önce kendi ellerine bakmalı, diyerek devam edelim.
'Ekonomi iyi gidiyorken' nasıl gazetecilik yapılır?
Erdoğan ile Habertürk'teki söyleşisinde benzer bir açık sözlülüğe Fatih Altaylı'da tanık olduk. Altaylı, resmen, "terör belası aşılıp ekonomi iyi gidiyorken tahrikkâr olmamak için" gerekçesiyle, bu ülkenin toplumsal protesto tarihine geçen Gezi Parkı direnişine ilişkin habercilik konusunda gazeteciliği bir kenara bıraktıklarını itiraf etti. Kendi durduğu yerden kendisini çok haklı gördüğü bir itirazı vardı. Erdoğan'ı TV'de konuk ettiği dün, yönettiği Habertürk gazetesinin sürmanşetine "Başbakan konuştu, Taksim açıldı" başlığını memur eden Altaylı, Başbakan'a, "Biz tahrikkâr olmak istemedik. Ama işin garibi, eylemcilerden sonra siz de bize kızdınız. Kimseye yaranamıyoruz" diyerek arzuhâl takdim etti. Binlerce kişi sokaklarda gaz bombası yerken mesela yemek tarifi veren televizyonlar adına “Ama Sayın Başbakan'ım, biz ekonomi iyi giderken haber yapmaya kalkan gazetecilerden değiliz ki” serzenişiydi bu.
Ne desin Başbakan, “Yok canım yarananlar var” diyerek başladı cevabına!
Yaranmak?
Nasıl bir ilgisi olabilir gazeteciğin yaranmakla?
Eğer, on binlerce insanın binlerce gaz bombası yemesine rağmen terk etmediği Taksim'i "Başbakan konuştu, Taksim açıldı" başlığıyla gazetenizde Başbakan'a ikram ederseniz; “Peki Başbakan bu kadar gaz bombasından önce neden konuşmamış” diye sormazsanız, hakkınızdır, "yaranmayı" beklersiniz!
Sahip edildiğiniz imkânların tarifesi müsait, gurur da duyarsınız. Nitekim bunu da söyledi Altaylı. “Siz bizim için gurur kaynağımızsınız” da dedi.
'Medyaya reklam vermeyenleri araştırıyoruz'
Bir de reklam mevzusu var ki, ilk defa tanık olduğumuz bir tuhaflık olarak kayıt düşelim. Başbakan, bazı gazete ve televizyonlara reklam vermeyen aracı kuruluşları (ajansları) araştırdıklarını, gerekeni yapacaklarını açıkladı. Kendisinin de görüştüğü bazı reklamverenlerin aracı kuruluşların kestiği reklamlardan haberi olmadığını söylediğini, ajansların ideolojik davranarak ülke ekonomisine zarar verdiklerini söyledi!
Başbakan, hangi gazete ve televizyonların ilan – reklam alması için girişimde bulunmuş, bilmiyorum. Hükümeti kızdıracak tek haber yayımlamayan Star – Kanal 24'ün Medya Grubu Başkanı Mustafa Karaalioğlu'nun bir süre önce, “Türkiye değişti, hâlâ bize reklam vermiyorsunuz” mesajıyla reklamverenleri uyaran yazılar yazdığını hatırlatarak geçeyim.
Başka?
Altaylı, “Şunu bilmenizi istiyoruz” dedi Başbakan'a, “Bu ülkedeki vatandaşların büyük bölümü bu ülkeyi seviyor. Ben sizin, bu ülkede hepimizi eşit bir sevgiyle kucaklamanızı istiyorum!”
Ve misyon ilanıyla bitirdi Başbakan'la söyleşisini:
“Tek şeyimiz, beraber bu ülkeyi kalkındırmak...”
Altaylı'nın gazeteci olarak “tek şeyi” gazeteciliği ne kadar tarif ediyor, siz karar verin.
Fatih Altaylı günah keçisi olmasın. AKP'den önce de yerleşik bir düzenin bugün de yürürlükte olduğunu, yarın da olacağını gösteren onlarca medya eliti var bu ülkede.
Ama sormaya değer; nasıl bir sürekliliktir bu?
Grup medyalarında habercilik dışında vaatler çerçevesinde kârlı görünmekle birlikte, gazeteciliğin doğası karşısında umut vermeyen bir süreklilik çabası karşısındayız.
Velhasıl; medya elitlerinin bir utanç sicili gibi kendi mazilerine kaydettikleri gazete sayfalarında, "Sizinle gurur duyuyoruz" diye Başbakan ağırladıkları televizyon ekranlarında yaptıkları pek gazetecilik gibi görünmüyor Taksim civarlarından!
“Gazeteciliğin doğası” dedim. Doğa, daima sürpriz ve çok sayıda alternatif sunar. Bu paraya, bu habercilik dışında her türlü işe bulanmış medya cangılı, bize de internette bağımsız gazetecilik imkânı sunuyor.
Gazeteler ve televizyonlar onların olsun, gazetecilik bizimdir...
Gezi Parkı direnişi, bize bunu da söylüyor.
Twitter: @DOGANAKINT24