06 Kasım 2014

40 soruda Balyoz davasında neler oldu, ne oluyor, ne olabilir?

Değişen atmosfer ve A’dan Z’ye Balyoz sürecinde yaşananlar

Balyoz davası, yaklaşık dört yıl sonra tekrar görülmeye başlandı. Darbe girişimi iddialarına yönelik olarak Cumhuriyet tarihinin bir sivil mahkemede sonuçlandırılmış ilk davası olan Balyoz’da kafalar karışık.

Peki, davanın sil baştan görülmesi sürpriz bir sonuç sayılabilir mi?

Hem evet, hem hayır.

Sürpriz, zira Balyoz davası sürecinde yan yana olan AKP Hükümeti ile Fethullah Gülen cemaati bugün büyük bir savaş içinde. Hükümetin nabzı, yeni Balyoz davasında eski balyoz davasının aksi yönde atıyor.

Sürpriz değil, zira Balyoz davası, son derece önemli usul tartışmalarının gölgesinde yapıldı. Nihayet, dava sırasında yoğun itirazlara rağmen “sanıkların dinlenmesini istediği tanıkların mahkemeye davet edilmemesi”  ve “sadece iddia makamının dayandığı bilirkişi görüşlerinin dikkate alınması” Anayasa Mahkemesi’nin 18 Haziran’da “oybirliği” ile aldığı “yargılamanın yenilenmesi” kararının dayanağı oldu.

Yaklaşık iki yıl önce “30 soruda her yönüyle Balyoz davası” başlığıyla bu köşede bir dosya yayımlandı. Ve o dosyanın altından çok sular aktı. Daha önce “Ergenekon sürecinin savcısı” olduğunu duyuran hükümet, Gülen cemaatiyle savaşın ardından “milli orduya kumpas kurulduğu” görüşüyle manevra yaparak iddia makamından ayrıldı. Yargıtay cezaları onadı, bireysel başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi “yeniden yargılama” kararı aldı, dava yeniden başladı, yıllarca mahkemede konuşması istenen dönemin Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nın tanıklığına başvuruldu ve nihayet tartışmalı bilirkişi raporlarının reddine karar verildi.

Diğer yandan; öne sürülen delillerin sahte olup olmaması bir yana, bir darbe girişiminin varlığına “hangi elverişli araçlarla” hükmedilebilir, Balyoz davasındaki  hukuki sakatlıklar hükümete müdahale eğilimleri sergilenmediği anlamına gelir mi?

Süreç karmaşık, soru çok, “doğru” cevaplar her mahallede başka bir şıkka tayin ediliyor, savaşlar önce gerçekleri katletmeyi sürdürüyor.

Velhasıl kafalar karışık.

Evet, Balyoz davası neydi, neler oldu, ne oluyor ve ne olabilir sorularının cevapları için, buyrun.

 

1- ‘Balyoz darbe planı davası’ neden önemliydi?

 

1960’ta, 1971’de, 1980’de ve 1997’de dört askeri darbe ve müdahaleye sahne olan Türkiye’de bir darbe girişiminin sivil mahkemelerde ilk kez yargılanmasının tarihsel bir önemi var. Balyoz davasında, 6 orgeneral de yargılandı ve 18-20 yıl arasında cezalara çarptırıldı. Bu sayının önemi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Genelkurmay Başkanı dahil, toplam 14-15 orgeneral / oramiral bulunduğu (bazı yıllarda sayı değişiyor, örneğin Harp Akademileri Komutanlığı’na orgeneral rütbesinde de, korgeneral rütbesinde de atama yapılabiliyor) dikkate alındığında daha iyi anlaşılabilir. İlk davada yargılanan ve ceza alan orgeneral/oramiraller şunlar:

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun, eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel Sekreteri Şükrü Sarıışık ve yargılandığı sırada Yüksek Askeri Şûra üyesi olan Bilgin Balanlı.

2- Balyoz davasının önemi, tartışma konusu olan hata ve eksikleri bertaraf edebilir mi?

Elbette hayır. Balyoz planı ve siyasete gayrimeşru yollardan müdahale eğilimlerini hedef alan diğer davalar, seçmen iradesiyle şekillenen sivil otoriteye askeri müdahale alışkanlığına karşı caydırıcı bir demokratik düzenin inşası açısından büyük bir önem taşıyor. Ancak bu durum, söz konusu davalarda adaletin tam anlamıyla tesis edilmediği yolundaki kuşku ve tartışmaların önemini azaltmıyor, aksine artırıyor.

3- Balyoz davası süreci ne zaman, nasıl başladı?

Süreç; Yasemin ÇongarMehmet Baransu ve Yıldıray Oğur’un imzasıyla Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010’da yayımlanmaya başlanan haber dizisiyle başladı. Taraf gazetesi 20 Ocak 2010’da, dokuz sütuna yayılmış “FATİH CAMİİ BOMBALANACAKTI” başlığıyla yayımlanarak, “Balyoz darbe planı” dosyasının içeriğini duyurdu. Aynı gün Taraf’ın birinci sayfasında “KENDİ JETİMİZİ DÜŞÜRECEKTİK” başlığıyla verilen ikinci haber de, yine varlığı öne sürülen planın içeriğine ilişkin ayrıntıları içeriyordu.

4- Plan, hangi aşamaları içeriyordu?

Gerçekliği dava boyunca tartışma konusu olan “Balyoz” dokümanları ve iddianameye göre, darbe beş aşamada planlandı. İddianame uyarınca birinci aşamada, istihbarat faaliyetleriyle ilgili çalışmalar yer aldı. İkinci aşamada askerî müdahale için zemin hazırlanacak, darbe üçüncü aşamada yapılacak, daha sonra yürütme görevi “Milli Mutabakat Hükümeti”ne devredilecekti. Beşinci aşamayı, yürütmenin tekrar sivil yönetime devredilmesi için seçime gidilmesi oluşturuyordu.

5- İddianame ve dokümanlara göre darbe ortamı nasıl oluşturulacaktı?

İddianameye göre, tartışılan dönemde (2003) 1. Ordu Komutanı olan Çetin Doğan liderliğinde hazırlandığı öne sürülen “Balyoz Harekât Planı” altında dört eylem planı yer alıyordu;  “Suga”, “Oraj”, “Sakal” ve “Çarşaf.”

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına’nın suçlanmasında esas alınan Oraj eylem planı kapsamında, “Ege’de Yunan hava sahasında bir Türk jetinin Türkiye tarafından düşürülmesi ve bu komployla Yunanistan’la ilişkilerde kriz çıkarılmak istendiği ve cübbeli-sarıklı kişilerin Hava Müzesi’ni basmasıyla yapay bir kargaşa yaratılmasının öngörüldüğü” öne sürüldü.

Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in suçlanmasında temel alınan Suga eylem planında, “Deniz Kuvvetleri’nin Ege’de Yunanistan’la yüksek bir gerilim yaratacak askerî faaliyetler yürütmesinin planlandığı” iddia edildi.

İstanbul’da Fatih Camii’nin bombalanacağı iddialarıyla ilgili ayrıntıları içeren Çarşaf eylem planında da,  “bir yüzbaşı komutasındaki dokuz kişilik eylem timinin, cep telefonu düzenekli patlayıcıyı cemaate en yakın ayakkabılığa yerleştirmesinin planlanması” yer aldı. “Çarşaf” kapsamında, “cuma namazının ardından cemaat dağılmadan patlama için düğmeye basılmasının ve bölgedeki ajanların provokasyon amacıyla Fatih esnafını harekete geçirmesinin öngörüldüğü” iddia edildi.

İddianameye göre, yine İstanbul’da Beyazıt Camii’nin bombalanmasının yer aldığı “Sakal” eylem planı uyarınca, tahrip düzeneği bir çantaya yerleştirilerek caminin şadırvanına bırakılacak ve cuma namazından 10 dakika önce patlatılacaktı.

İddianamede yer verilen Balyoz Harekât Planı’na göre, saati sabah 03:00 olarak belirlenen “darbeden sonra direnebilecek 200 bin kişinin Şükrü Saracoğlu’nun da aralarında bulunduğu stat ve tesislerde toplanması, ülkeye giriş ve çıkışlara yasak konması, demokrat görüşleriyle bilinen gazetecilerin tutuklanması, kamuoyu desteği için 137 gazeteciden yararlanılması” planlandı.

6- Taraf’ın yayınından sonra süreç nasıl ilerledi?

Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010’da başlayan yayından 10 gün sonra, 30 Ocak’ta, Mehmet Baransu, kendisine ulaştırılan dokümanları bir valiz içinde Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne teslim etti. Gözaltı ve tutuklama dalgası bu dokümanların ilk incelemelerinin ardından başladı.

 7- Balyoz davasına dayanak olan belgeler bu dokümanlardan mı ibaret?

Hayır. Soruşturma sürerken Eskişehir’de Emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen ve 2013’te emekli edilen Orgeneral Bilgin Balanlı’nın Harp Akademileri Komutanı’yken tutuklanmasına dayanak gösterilen yeni dokümanlar dosyaya eklendi.

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da yapılan aramada ele geçirilen belgeler de, yeni tutuklamalar eşliğinde ana Balyoz davasına eklendi.

Balyoz davası dosyasında, gerçekliği tartışma konusu olan dokümanların yanı sıra, tartışma konusu olmayan 1. Ordu Komutanlığı’nda 5-7 Mart 2003 tarihinde düzenlenen Plan Semineri’nde yapılan konuşmalar da yer alıyor. Bu konuşmalarda, plan seminerinin konusu “senaryolar” olmasına rağmen doğrudan hükümeti hedef alan bölümler de yer alıyor.

8- Seminerde Balyoz darbe planı ele alındı mı, nasıl konuşmalar yapıldı?

Selimiye Kışlası’nda 5-7 Mart 2003’te yapılan 1. Ordu Plan Semineri’nde “Balyoz Harekât Planı” ile “Oraj, Suga, Çarşaf, Sakal” eylem planlarının adı geçmiyor. Ancak yapılan ve kayda alınan konuşmaların bir bölümünde hükümeti hedef alan ifadeler de bulunuyor. Dönemin 1. Ordu Kurmay Başkanı Süha Tanyeri, seminerin gündemini şu ifadelerle duyuruyor:

“Kuvvet Karargâhı'nda yapılacak değerlendirme toplantısında sunulacak ordu görüşünü belirtmek maksadıyla mart ayının ilk haftasında ordu karargâhında kolordu ve tugay komutanlıklarının katılımıyla bir toplantı icra edilecektir. Bu toplantıda yukarıda belirtilen ana esaslar çerçevesinde dış ve iç tehdide yönelik alınacak tedbirler, planlarda yapılacak tadilatla ilgili teklifler, iç ve dış tehdite müdahalede ihtiyaç duyulacak kuvvet miktarı görüşülecektir. Arz ederim.”

Tanyeri’nin gündemi duyuran bu sözlerinin ardından, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, seminerin açılışında şu ifadeleri kullanıyor:

“Bunun için de her şeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay Başkanı'na,  Kuvvet Komutanı'na diyeceğim ki, siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın ‘Bu işin sonu boktur' işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın.  Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek...  Edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması en önemli birinci...  Bu tabii, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı hani bugün de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok yanlış da anlamayın. Bizim yaptığımız tekliflerimiz vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem...”

9- Balyoz darbe planı ve altındaki Oraj, Suga, Çarşaf ve  Sakal eylem planları ele alınmadıysa seminerin içeriği iddianamede nasıl delil olarak yer aldı?

İddianameye göre,  darbe planı seminerde sınandı. Gündem iç ve dış tehdide ilişkin “senaryolar” olmasına karşın, seminerde gerçek kişi ve yerlerin de adı verildi, hükümeti ve parlamentoyu hedef alan konuşmalar yapıldı. Örneğin, konuşulan senaryolar içindeki kurgunun “günün gelişmeleriyle paralellikler taşıdığı” belirtildi. Ses kayıtlarına göre “Milli mutabakat hükümeti kurulmasını” telaffuz eden, “hükümete ve parlamentoya ültimatom verilmesinden” söz eden Çetin Doğan, “Bugün gidip de onu şu anda yapın diyeceğim yok, yanlış da anlamayın” diyor, ancak, “Bizim yaptığımız teklifler vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem” eklemesini yapıyor.

Doğan’ın, olası gelişmelere ilişkin senaryoları değil, seminerden birkaç ay önce iktidara gelmiş AKP’yi işaret eden güncel değerlendirmeleri için şu ifadeleri de dikkat çekiyor:

“Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz... İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz. (…)  Gelişmeler bir yönüyle bundan birkaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum.  Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var...

(…)

Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza, günün konjonktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır.  Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir. (…) Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. (…) Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor.”

10- Seminerde bu ve benzer konuşmaların yapıldığı kabul ediliyor mu?

Evet, Çetin Doğan, kayda da alınan bu konuşmaları yaptığını kabul ediyor. Seminerde ayrıca, İstanbul’daki 1. Ordu bölgesi içinde yer alan Üsküdar ve Ümraniye’de görevden alınacaklar listesi, Tayyip Erdoğan ile Tuzla ve Sultanbeyli belediye başkanları gibi gerçek isimler de kullanılıyor.

Doğan’ın kızı Pınar Doğan ile damadı Prof. Dani Rodrik de, demokratik ölçütler dahilinde bu konuşmaların “kabul edilemeyeceğini” belirttiler, ancak bu durumun “darbe girişimi” davasının dayanağı olamayacağını vurguladılar.

11- Plan Semineri’ni yapan 1. Ordu’nun bağlı olduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı bu süreçte ne yaptı?

Balyoz davası dosyasında bu konuda önemli bir kayıt var. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’a, plan seminerinde “iç tehdit”  senaryolarının ele alınmamasını emrediyor. Ancak Doğan, iç tehdit senaryosunda ısrar ediyor ve bu tutumunu ikinci bir yazıyla Kara Kuvvetleri Komutanı’na iletiyor. Dosyada, Yalman’ın bu ikinci girişime verdiği bir cevap bulunmuyor.

12- Seminerde yapılan konuşmalar, sadece Balyoz savcıları ve davayı gören hâkimler tarafından mı sorunlu görüldü?

Hayır. Örneğin dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, Doğan’ın seminerdeki konuşmalarını, şu sözlerle mahkûm etti:

“Daha önce Çetin Doğan Paşa televizyonda çıkıp, ses kaydıyla ilgili olarak ‘evet bu konuşmayı ben yaptım’ demedi mi? Böyle bir konuşmayı yapan insan, altındaki personelin bundan motive olarak olumsuz şeylere yol açabileceğini düşünmez mi?” (Hürriyet / Metehan Demir)

13- Balyoz soruşturması, Taraf muhabiri Mehmet Baransu’nun dokümanları valiz içinde teslim etmesinden sonra nasıl bir seyir izledi?

Soruşturma kapsamında ilk tutuklamalar 26 Şubat-2 Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleşti. İlk dalgada emekli Orgeneral Çetin Doğan ile emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü’nün de aralarında bulunduğu 36 emekli ve muvazzaf subay tutuklandı. Tutuklamaya yapılan ilk itirazlar, Tuğamiral Turgay Erdağ,  Tümamiral Özer Karabulut, Albay Ali Türkşen, Yüzbaşı Erdinç Atik, astsubaylar Mustafa Kelleci ve Abdil Akça’nın dışında, reddedildi. Daha sonra yapılan itirazlar üzerine İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Mart 2010’da 9 kişinin daha tahliyesine karar verdi.

14- Hükümetin bu süreçte tartışılan bir tutumu oldu mu?

Evet. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Oktay Kuban, “nöbetçi hâkim” olarak Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 19 kişiyi 1 Nisan 2010’da tahliye edince o sırada Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olan AKP Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün, 4 Nisan’da, AKP Bursa İl Başkanlığı’nın toplantısında tartışmalara yol açan sorunlu bir konuşma yaptı. Ergün, tahliye kararı veren hâkimi açıkça “çete üyeliği” ile suçlayan konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış. Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor!..”

Kuban’ın tahliye ettiği 19 kişi hakkında, savcıların itirazı üzerine yakalama emri çıkarıldı. Bu arada 6-7 Nisan 2010 günlerinde eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık’ın da aralarında bulunduğu 7 kişi daha tutuklandı.

15- Soruşturma sırasındaki ikinci tahliye kararının gerekçesi neydi?

Tutukluların tekrar yaptıkları tahliye başvurusunu değerlendiren İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi üye hâkimi Yılmaz Alp, 18 Haziran 2010'da Çetin Doğan'ın da aralarında yer aldığı 18 kişinin tahliyesine karar verdi. Kararın gerekçesinde, "Eylemin aşaması dikkate alındığında şüpheliler lehine suç vasfının değişme olasılığı mevcuttur. Mevcut deliller doğrultusunda şüphelilerin katıldıkları ya da görevlendirildikleri seminer planında, yapılması planlanan eylemlerin icra hareketlerinin gerçekleştirildiğine ilişkin somut olgular bulunmamaktadır" ifadesi yer aldı.

Hâkim Yılmaz Alp, 22 Haziran 2010 tarihinde 12 kişinin daha tahliyesine karar verdi. Albay Cengiz Köylü de 9 Temmuz'da 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edilince Balyoz soruşturmasında tutuklu kalmadı.

16- Dava ne zaman başladı ve nasıl ilerledi?

Soruşturma 6 Temmuz 2010’da tamamlandı. Davanın 968 sayfalık ilk iddianamesini dönemin özel yetkili savcıları Mehmet ErgülSüleyman PehlivanAli Haydar ve Murat Yönder hazırladı.  İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Temmuz 2010’da iddianameyi kabul etti. Mahkeme 23 Temmuz 2010’da 102 sanık hakkında yakalama emri çıkarttı. İtiraz üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Ağustos 2010’da alınan yakalama kararlarının kaldırılmasına oy çokluğuyla karar verdi.

İlk aşamada 196 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması, 16 Aralık 2010'da yapıldı. Dikkat çeken bir gelişme olarak ilk duruşmadan iki gün önce Mahkeme Başkanı Zafer Başkurt görevden alındı, yerine Ömer Diken atandı.

Bu arada 6 Aralık 2010'da bir ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan  aramada el konulan belgelerden 34 klasör Balyoz davasıyla ilgili görülerek 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Belgeleri inceleyen mahkeme 162 emekli ve muvazzaf subay hakkında yeniden tutuklama kararı verdi.

Dava eşliğinde süren soruşturma sırasında Emekli Albay Hakan Büyük’ün Eskişehir’deki evinde ele geçirilen yeni “Balyoz” dokümanları dayanak gösterilerek  30 Mayıs 2011’de o sırada Harp Akademileri Komutanı olan emekli Orgeneral Bilgin Balanlı ile dönemin Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral İsmail Taş’ın da aralarında bulunduğu 15’i tutuklu 28 şüpheli hakkında dava açıldı. “2. Balyoz davası" olarak da bilinen bu dava ana dava ile birleştirildi. Emeklilikten önce Yüksek Askeri Şûra üyeliğine atanan Balanlı, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sürecinde tutuklanan en üst rütbeli muvazzaf subay oldu.

Sanıkların 52’sini, toplam 162 kişinin katıldığı 1. Ordu’daki Plan Semineri’ne katılan askerler oluşturdu.

17- Balyoz davası, bu iki soruşturmanın birleştirilmesiyle mi bugüne ulaştı?

Hayır. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da ele geçirilen belgelerle ilgili soruşturma sonunda o sıradaki muvazzaf olan Koramiral Deniz Cora, korgeneraller Korcan PulatsüZiya GülerRıdvan Ulugüler ve Abdullah Can Erenoğlu, Tuğgeneral Kubilay Baloğlu, Tümamiral Mücahit Şişlioğlu, emekli Korgeneral Rasim Arslan ve davanın en önemli sivil sanığı HAVELSAN Genel Müdürü Ömer Faruk Yarman'ın da aralarında bulunduğu 64'ü tutuklu 143 sanık hakkında üçüncü Balyoz davası açıldı. 264 sayfalık iddianameyle 23 Kasım 2011'de açılan bu dava da ilk "Balyoz Davası" ile birleştirildi.

18- Sanıklar neyle suçlandı, hangi cezalar talep edildi?

Savcı, 29 Mart 2012'de 920 sayfalık esas hakkında mütalaasını sundu.

Mütalaada, 250’si tutuklu toplam 365 sanık hakkında, atfedilen suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi uyarınca  “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Ancak “suça eksik teşebbüs” gerekçesiyle, yasanın 61. maddesindeki indirim gerekçe gösterilerek sanıklar hakkında 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası talep edildi.

19- Dava nasıl sonuçlandı?

Davanın 20 Eylül 2012’de yapılan 107. celsesinde  verilen kararda savcının mütalaasına önemli ölçüde uyuldu, hiçbir tutuklu sanık için tahliye ve beraat kararı verilmedi. Davanın 1 numaralı sanığı Çetin Doğan ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına ve darbe günlükleriyle de suçlanan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek “örgüt” (cunta) liderliği suçlamasıyla 20’şer yıl ağır hapse mahkûm edildiler. Davanın “orgeneral” rütbeli diğer üç sanığından o sırada Yüksek Askeri Şûra üyesi olan Bilgin Balanlı, eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun ve eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel Sekreteri Şükrü Sarıışık 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldılar.

Sonuçta 363’ü emekli ve muvazzaf asker, 250’si tutuklu toplam 365 sanıklı davada 3 kişi 20 yıl, 78 kişi 18 yıl, 214 kişi 16 yıl, 28 kişi 13 yıl 4 ay ve suç vasfı değişen 1 kişi de 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tutuksuz 36 sanık hakkında beraat kararı verildi. Tutuksuz yargılanan kalan sanıklar hakkında da tutuklama kararı verildi.

20- Mahkeme kararı hukuki düzlemde ne anlama geliyordu?

Cumhuriyet tarihinde darbe girişimi iddialarının ele alındığı davayı sonuçlandıran ilk sivil mahkeme olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, iddia makamının suçlamalarına büyük ölçüde katılarak suçun “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni zorla düşürme ve vazife görmekten men etme” olduğuna, ancak teşebbüsün eksik kaldığına hükmetmiş oldu. Bir başka deyişle, mahkeme bu kararla; sanıkların “ciddi ve elverişli araçlarla fiziki güç kullanma, mağdurun (hükümetin) iradesi üzerinde baskı tesis ederek istedikleri sonuca ulaşma ve icra aşamasına girme” yolunda harekete geçtiklerine kanaat getirdiğini belli etti. “Ciddi ve elverişli güç kullanma ve zorlayarak mağdur (hükümet) üzerinde etkili olma” hükmü, daha sonraki süreçte üzerinde durulacak ve darbe girişimlerinin yargılanmasında önemli içtihat konusu olacak bir nokta olarak dikkat çekti.

21- Yargıtay ne karar verdi?

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 9 Ekim 2013’te, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, aralarında dönemin kuvvet komutanlarının da bulunduğu 237 sanık hakkında verdiği mahkûmiyet kararını onadı. Daire, 25 sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını yeterli delil bulunmadığından, 63 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararlarını ise "sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu" kapsamında gördüğü gerekçesiyle bozdu. Karar uyarınca davanın 1 numaralı sanığı durumunda bulunan eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına, eski Harp Akademleri Komutanı Bilgin Balanlı, MHP İstanbul Milletvekili ve eski Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan, eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve İrticayla Mücadele Eylem Planı dosyasında da yargılanan eski Genelkurmay Bilgi İşlem Daire Başkanı emekli Kurmay Kıdemli Albay Dursun Çiçek’in mahkûmiyetleri onandı.

22- Yargıtay’ın cezalarını onadığı isimler kimler?

"Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına, Abdullah Can Erenoğlu, Abdullah Gavremoğlu, Abdülkadir Eryılmaz, Ahmet Bertan Nogaylaroğlu, Ahmet Feyyaz Öğütcü, Ahmet Sinan Ertuğrul, Ahmet Yavuz, Ali Deniz Kutluk, Ali Semih Çetin, Alpay Çakarcan, Ayhan Taş, Behzat Balta, Bilgin Balanlı, Bülent Tunçay, Cem Aziz Çakmak, Cemal Temizöz, Cemalettin Bozdağ, Cengiz Köylü, Deniz Cora, Dora Sungunay, Engin Alan, Engin Baykal, Ergin Saygun, Ergün Balaban, Faruk Doğan, Faruk Oktay Memioğlu, Gürbüz Kaya, Halil Kalkanlı, Hanifi Yıldırım, Hasan Fehmi Canan, Hasan Hoşgit, Hüseyin Hoşgit, İbrahim Koray Özyurt, İhsan Balabanlı, İzzet Ocak, Kadir Sağdıç, Kıvanç Kırmacı, Korcan Pulatsü, Kubilay Aktaş, Lütfü Sancar, Meftun Hıraca, Mehmet Fatih İlğar, Mehmet Kaya Varol, Mehmet Otuzbiroğlu, Metin Yavuz Yalçın, Murat Özçelik, Mustafa Aydın Gürül, Mustafa Karasabun, Mustafa Kemal Tutkun, Mustafa Korkut Özarslan, Mustafa Önsel, Mücahit Erakyol, Nejat Bek, Nihat Altunbulak, Nuri Ali Karababa, Özer Karabulut, Ramazan Cem Gürdeniz, Salim Erkal Bektaş, Serdar Okan Kırçiçek, Servet Bilgin, Soner Polat, Süha Tanyeri, Şükrü Sarıışık, Taner Balkış, Taner Gül, Tuncay Çakan, Turgut Atman, Uğur Uzal, Yaşar Barbaros Büyüksağnak, Yurdaer Olcan, Yusuf Ziya Toker, Ziya Güler, Abdullah Cüneyt Küsmez, Ahmet Dikmen, Ahmet Erdem, Ahmet Hacıoğlu, Ahmet Küçükşahin, Ahmet Zeki Üçok, Ali Demir, Ali Sadi Ünsal, Ali Türkşen, Ali Yasin Türker, Armağan Aksakal, Aşkın Öztürk, Aşkın Üredi, Atilla Özler, Aydın Sezenoğlu, Ayhan Gedik, Ayhan Gümüş,  Ayhan Türker Koçpınar, Ayhan Üstbaş, Aykar  Tekin, Aziz Yılmaz, Bahadır Mustafa Kayalı,  Bekir Memiş, Berker Emre Tok, Berna Dönmez, Beyazıt Karataş, Binali Aydoğdu, Bülent Günçal, Bülent Kocababuç, Bülent Olcay, Cahit Serdar Gökgöz, Celal Kerem Eren, Cenk Hatunoğlu, Çetin Can, Davut İsmet Çınkı, Derya Günergin, Derya Ön, Devrim Rehber, Doğan Temel, Dursun Çiçek, Emin Küçükkılıç, Ender Güngör, Ender Kahya, Engin Kılıç, Ercan İrençin, Erdal Akyazan, Erdem Caner Bener, Erden Ülgen, Erdinç Altıner, Erdinç Atik, Erhan Kubat, Erhan Şensoy, Ertuğrul Uçar, Fahri Can Yıldırım, Fahri Yavuz Uras, Fatih Uluç Yeğin, Fikret Güneş, Gürkan Koldaş, Gürkan Yıldız, Gürsel Çaypınar, Hakan İsmail Çelikcan, Hakan Mehmet Köktürk, Hakan Sargın, Haldun Ermin, Halit Nejat Akgüner, Hannan Şayan, Hasan Özyurt, Haydar Mücahit Şişlioğlu, Hayri Güner, Hüseyin Çınar, Hüseyin Dilaver, Hüseyin Özçoban, Hüseyin Topuz, İbrahim Özdem Koçer, İsmail Taş, İsmail Taylan, Kadri Sonay Akpolat, Kahraman Dikmen, Kemalettin Yakar, Kubilay Baloğlu, Kürşad Güven Ertaş, Levent Çehreli, Mehmet Aygün, Mehmet Baybars Küçükatay, Mehmet Cem Çağlar, Mehmet Cem Okyay, Mehmet Cenk Dalkanat, Mehmet Eldem, Mehmet Erkorkmaz, Mehmet Ferhat Çolpan, Mehmet Fikri Karadağ, Mehmet Koray Eryaşa, Mehmet Örgen, Mehmet Seyfettin Alevcan, Mehmet Ulutaş, Mehmet Yoleri, Memiş Yüksel Yalçın, Mesut Zafer Sarı, Mete Demirgil, Muharrem Nuri Alacalı, Murat Özenalp, Murat Saka, Murat Ünlü, Mustafa Çalış,  Mustafa Erhan Pamuk, Mustafa Haluk Baybaş, Mustafa İlhan, Mustafa Koç, Nadir Hakan Eraydın, Nail İlbey, Namık Sevinç, Necdet Tunç Sözen, Nedim Güngör Kurubaş, Nuri Selçuk Güneri, Nuri Üstüner, Onur Uluocak, Osman Başıbüyük, Osman Fevzi Güneş, Osman Kayalar, Ökkeş Alp Kırıkkanat, Önder Çelebi, Rafet Oktar, Ramazan Kamuran Göksel, Rasim Arslan, Recep Rıfkı Durusoy, Recep Yıldız, Refik Levent Tezcan, Rıdvan Ulugüler, Sefer Kurnaz, Sinan Topuz, Suat Aytın, Süleyman Namık Kurşuncu, Şafak Yürekli, Şenol Büyükçakır, Tayfun Duman, Taylan Çakır, Turgay Erdağ, Turgay Yamaç, Turgut Ketken, Utku Arslan, Ümit Metin, Ümit Özcan, Yalçın Ergül, Yavuz Kılıç, Yusuf Afat, Yusuf Kelleli, Yusuf Volkan Yücel, Yüksel Gürcan, Zafer Erdim İnal, Bulut Ömer Mimiroğlu, Ali Cengiz Şirin, Alpar Karaahmet,  Bayram Ali Tavlayan, Emin Hakan Özbek, Enver Aksoy, Levent Erkek, Levent Kerim Uça, Mehmet Cem Kızıl, Oğuz Türksoyu, Özgür Ecevit Taşcı, Sencer Başat, Hakan Büyük.

23- Daha sonra ne oldu?

Yargıtay’ın, haklarındaki mahkûmiyet kararını bozduğu 88 kişi hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılama yolu açıldı. 88 kişiden tutuklu olanların tahliyesine karar verildi.

Yargıtay Başsavcılığı, 9. Ceza Dairesi’nin mahkûmiyetlerini onadığı sanıkların “delillerin tahrif edildiği” ve “yeni deliller bulunduğu” yolundaki itirazını reddedince dosyanın Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nda ele alınmasının önü kapandı. Bu aşamadan sonra haklarındaki ceza kesinleşen sanıklar için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu açılmış oldu.

24- Sanıklar neden eski Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre yargılandılar?

Yöneltilen suçlamaya ilişkin olayların olduğu dönemde 765 sayılı TCK yürürlükte olduğu için. “Sanık lehine olan düzenlemenin uygulanması” yönündeki ceza hukuku ilkesi yönünden de eski TCK uygulandı. Zira eski TCK’da “darbe girişimi” değil “hükümeti devirmek” delinerek doğrudan “darbe” suç sayılıyor. Aslında eski TCK, darbe başarılı olduğunda darbeciler kendi hukuklarını inşa edecekleri ve kendi kendilerini yargılamayacakları için, mantık hatası içeren bir düzenleme taşıyordu. Bu nedenle, sanıklar, yine aynı yasanın 61. maddesindeki indirimden yararlanarak “darbeye eksik teşebbüs” iddiasıyla suçlandılar.

2005 yılından beri yürürlükte olan yeni TCK’da ise “darbeye teşebbüs” suç sayılıyor ve “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” öngörülüyor. Sanıklar yeni TCK’ya göre yargılansalardı yerel mahkemede “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasına çarptırılacaklardı.

25- Dava ve soruşturma sürecinde yargı mensuplarının durumu neden tartışıldı?

Soruşturma ve dava sürecinde hâkimlerin verdiği tutuklama ve tahliye kararları tartışıldı. Tahliye kararı veren hâkimler Yılmaz Alp ve Oktay Kuban başka görevlere tayin edildiler. Tahliye kararları üzerine, hükümet temsilcilerince “Çetenin hâkimleri varmış” düzeyinde açıklamalar yapılabildi. Bazı sanıkları soruşturma sürecinde tahliye eden 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Başkanı Şeref Akçay da, verdiği tahliye kararları nedeniyle bazı meslektaşlarının kendisiyle "selamı kestiğini", bazı hâkimlerin kendisiyle konuşmadığını açıkladı ve daha sonra emekliye ayrıldı.

26- Balyoz davasında bazı hukuki hatalar yapıldığı ve adaletin tam anlamıyla tesis edilmediği tartışmasının kaynağında neler var?

Bu tartışmada, altı önemli nokta öne çıkıyor.

Birincisi; önemli ölçüde imzasız World belgelerine dayanan Balyoz Harekât Planı dokümanlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı. 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen darbe planına, daha sonraki yıllarda kurulmuş bazı şirket, kuruluş ve derneklerin isminin nasıl girdiği sorusu tatmin edici bir yanıt bulamadı. Planın, yazıldığı tarihte piyasaya sürülmemiş Microsoft yazılımlarıyla nasıl düzenlendiği de sorgulanan konular arasında yer aldı. “Balyoz ve Gerçekler” adlı bir blog kuran Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, darbe planı dokümanlarındaki tarih ve içerik çelişkilerini ele aldıkları kitabı “Balyoz: Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekleri” adıyla yayımladılar.  Davada, savunma tarafı, mahkemeye 2’si Yıldız Teknik Üniversitesi, 1’i İTÜ, 1’i ODTÜ ve 2’si ABD’de uzman kuruluşlar tarafından hazırlanmış toplam 6 bilirkişi raporu sunarak darbe planı dokümanlarının gerçeği yansıtmadığını öne sürdü. İddia makamı ise, TÜBİTAK ve emniyet raporlarına dayanarak dokümanların gerçeği yansıttığını savundu. Mahkeme, savcılığın bilirkişi görüşlerini dikkate aldı.

Balyoz davasında ikinci önemli tartışma; sanıkların bazı tanıkların dinlenmesi taleplerinin mahkeme heyetince kabul edilmemesi üzerine yaşandı. Tanık olarak dinlenmesi istenen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman mahkemeye çağrılmadı. Yargılanan bazı silah arkadaşları tarafından eleştirilen Yalman, “defalarca çeşitli yöntemlerle başvurmasına rağmen mahkemenin tanıklık yapmasını uygun görmediğini” açıkladı.

Davadaki üçüncü önemli tartışma, “Balyoz Harekât Planı”nın hazırlandığı tarihte yurtdışı görevlerde bulunduğunu mahkemeye sundukları belgelerle ispat edilen isimlerin de tutuklanmaları ve mahkûm edilmeleri oldu.

Dördüncü tartışma, sanıklar lehinde olduğu düşünülen bazı delillerin iddianameye yansıtılmayıp uzun süre adli emanete alınarak izole edilmesi oldu. Bu tasarruf sanıklar lehine delillerin toplanmadığı, aksine saklandığı suçlamalarına neden oldu.

Beşinci tartışma,  emir-komuta zincirinde adı geçen bütün askerlerin cezalandırılması oldu.  Darbe planlarına karşı önemli bir rol oynayan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, bu durumu, Milliyet’te Fikret Bila’ya yaptığı değerlendirmede (22 Eylül 2012) yadırgadığını vurguladı. Özkök, “Ben rütbelere göre daha kademeli karar olabilir diye düşünüyordum. Hepsi 15-20 yıl ceza aralığına sokulmuş. Asker emir aldığında, onun kanuna uygun olup olmadığını sorgulamaz, yerine getirir. Yüzbaşı, binbaşı, albay var davada. Bunların sorumluluğu ile emir verenlerinki aynı düşünülmemeli” dedi. Ancak, tartışılan dönemin en önemli tanığı olan Özkök, bu sözlerle, darbe girişimi suçlamasında, üst rütbelileri ayrı bir yere koymuş oldu.

Davaya ilişkin altıncı tartışmayı da, mahkeme heyetinin, “delillerin değerlendirilmesi” aşamasının atlayarak mütalaa ve karar aşamasına geçmesi oluşturdu.

27- “Delillerin değerlendirilmesi” ne demek?

Davaya ilişkin en önemli usul tartışması, sanıkların davet ettiği bazı tanıkların dinlenmemesinin yanı sıra bu noktada çıktı. Zira, Ceza Muhakemesi Kanunu, 216. maddesinde ceza davalarının nasıl görüleceğini düzenlerken emredici bir hükümle “delillerin tartışılması” aşamasına işaret ediyor.

Yasanın 191. maddesi duruşmalarda birinci aşamada “iddianamenin okunacağını”, daha sonra “sanığın sorgusunun” yapılacağını hükme bağlıyor.  CMK’nın 206. maddesi  üçüncü aşamayı, “Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır” ifadesiyle hükme bağlıyor.

CMK’nın “Delillerin Tartışılması” başlığını taşıyan 216. maddesi de, bu konuyu açıkça şöyle hükme bağlıyor:

“Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.

Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.”

Yasanın 217. maddesi de,  Balyoz davasında atlanan aşamayla ilgili olarak önemli bir hüküm taşıyor. “Delilleri Takdir Yetkisi” başlığını taşıyan bu madde, “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir” hükmüyle başlıyor.

CMK’daki bu açık hükümlere rağmen, Balyoz davasında mahkeme heyeti, “Delillerin tartışılması” aşamasını atlayarak savcının esas hakkında mütalaa vermesi ve ardından sanıklara son savunmalarının sorulması aşamasına geçti. Türkiye Barolar Birliği, delillerin tartışılması aşamasının atlanmasının önemli bir usul hatası olduğunu açıkladı. Sanıklar ve avukatları da savunma haklarının kısıtlandığını belirterek mahkeme heyetine itiraz ettiler, ancak karar değişmedi.

Oysa 19 Ağustos 2011 tarihli celsenin tutanaklarına göre, Mahkeme Başkanı Ömer Diken, “Hâkim ne karar vereceğini delillerin tartışılması aşamasına geçmeden nasıl bilebilir” diyerek dört kez “delillerin tartışılması” aşamasından söz etti.

28- Delillerin tartışılması aşaması neden önemli?

Burada temel amaç; davayla ilgili delillerin iddia makamı ve savunma arasında açıkça tartışılması, böylece hâkimlerin adil bir karara varmasını sağlamak. Nitekim, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de ifade verdiği ve yine darbe girişimlerinin yargılandığı Ergenekon davası (13. Ağır Ceza Mahkemesi) ile Kafes davası olarak bilinen Poyrazköy davasında (12. Ağır Ceza Mahkemesi), delillerin tartışılması aşaması atlanmadı. Aynı sürecin yargılandığı Balyoz davasında, üstelik deliller üzerinde bu kadar yoğun bir tartışma sürerken bu aşamanın atlanması nihai kararı sakatlayan bir tavır oldu.

29- Hangi tanıklar önemli bilgiler verebilirdi?

Savunmanın tanık olarak dinlenmesini istediği Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman önemli bilgiler verebilirdi. Nitekim, Özkök, Ergenekon davasında bilgisine başvurulduğunda, 1. Ordu’daki Plan Semineri için “Rutin bir seminerdir; fakat en tehlikeli senaryo (irtica tehdidi) amacını aşan şekilde oynanmış. Siyasi kişiler ve siyasi olaylar gerçekmiş gibi oynanmış. Ben de Kara Kuvvetleri Komutanı’na incelettim” ifadesini kullandı. Özkök de, “Semineri incelettim” dediği Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da tanık olarak dinlenebilirdi.

Diğer yandan, darbe planı haberlerinin hemen ardından “Zannediyor musunuz ki biz bunları duymadık” diyen, önceki hafta da “bildiklerini daha sonra yazacağını” duyuran dönemin Başbakan Tayyip Erdoğan da, tarihsel önem taşıyan bu davada tanıklığa davet edilebilirdi.

Tartışılan dönemde Başbakanlık Müsteşarı olan ve Bugün gazetesine “Cuntaları biliyorduk” açıklamasını yapan eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de, bildiklerini açıklamaya davet edilebilirdi.

Nihayet, Ergenekon davasında yargılanan Mustafa Balbay’ın günlüklerinde kendisine atfen “1. Ordu’dan gelen mektuplara baksan 1. Ordu’da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar” diyen dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun da önemli bilgiler verebilirdi.

30- Yargıtay’da cezası onanan sanıklar Anayasa Mahkemesi’ne başvururken hangi “ihlal” iddialrını dile getirdiler?

Sanıkların 230’u, bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvurularda  Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan “eşitlik” ilkesinin, 36. maddesinde güvence altına alınan “adil yargılanma” hakkının ve 38. maddesinde güvence altına alınan “masumiyet karinesinin” ihlal edildiği ileri sürüldü.

31- Sanıklar, yargılamanın yenilenmesi talebini hangi gerekçelere dayandırdılar?

Bütün Balyoz sürecinin en önemli ve tayin edici tartışmasını “dijital delillerin” sahte olup olmadığı oluşturdu. 230 başvurunun içerdiği bütün gerekçeleri burada sıralamak mümkün değil. Ancak sanıkların, “sahte delil” görüşünü temel alan itirazları şöyle özetlenebilir:

- Dijital deliller üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinin yeterli olmadığı ve tekrarlanmasına ilişkin taleplerin reddedilmesi.

- Bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler nedeniyle ortaya çıkan delillerin sıhhati konusundaki tereddütlere rağmen mahkûmiyet kararı verilmesi.

- Sanıkların aldığı bilirkişi raporları ile dinlettikleri bilirkişi beyanlarının mahkûmiyet kararının dayanağı olan dijital delillerin manipülasyona açık olduğunu ortaya koymasına rağmen, bu delillere dayanarak mahkûmiyet kararı verilmesi. Yani, sadece iddia makamının dayandığı bilirkişi görüşünün esas alınması.

- Darbe planlarının sunulduğu iddia edilen plan seminerine katılmayan veya o tarihlerde yurtdışında görevde olmak gibi engelleyici nedenleri bulunanların haklarında da dijital veriler üzerinden mahkûmiyet tesis edilmesi.

- “Hukuka aykırı olarak elde edilen, gerçek dışı delillere” dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi.

- Soruşturma ve kovuşturma boyunca tutuklama, adli kontrol taleplerinin “kalıplaşmış gerekçelerle ve sistematik olarak”  reddedilmesi.

- İddia edilen suçun işlendiği öne sürülen tarihte görevde olan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın tanıklık yapmak üzere davet edilmesi talebinin reddedilmesi.

- Hükümden önce “delillerin ortaya konulması ve tartışılması” aşamasının yerine getirilmemesi.

- Benzer durumda bulanan bazı sanıkların mahkûmiyeti onanırken, bazıları hakkında beraat kararı verilmesi, bir bölümü hakkındaki mahkûmiyet kararının bozulması.

- Sabit kabul edilen bazı eylemlerin yanlış vasıflandırılarak, “hazırlık” hareketlerinin “icra hareketi” olarak değerlendirilmesi ve temel cezanın yanlış belirlenmesi.

32- Anayasa Mahkemesi ne karar verdi?

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 18 Haziran 2014’te, başvuran sanıkların temel itirazlarına katılarak “yargılanmanın yenilenmesine” karar verdi. Karar, Genel Kurul üyesi 17 yüksek yargıcın oybirliğiyle alındı.

33- Anayasa Mahkemesi, hangi gerekçelerle “yargılamanın yenilenmesi”ne karar verdi?

İki temel gerekçeyle. Birincisi; yüksek mahkeme İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak davet edilmesi yönündeki sanık taleplerini ısrarla reddetmesini doğru bulmadı. İkinci temel gerekçe, mahkûmiyet kararı verilirken ve onanırken sadece iddia makamının dayandığı bilirkişi görüşlerinin esas alınması, savunmanın mahkemeye sunduğu beş bilirkişi raporunun dikkate alınmaması oldu.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “sonucu değiştirmeyeceği” iddiasıyla Özkök ve Yalman’ın tanıklığına gerek görmemesini yerinde bulmayan Anayasa Mahkemesi, mahkemenin karar gerekçesinde bu tartışmalı konuları “makul gerekçelerle izah edilmediğine” hükmetti.

34- Anayasa Mahkemesi, kararını nasıl ifade etti?

Madde numaralarıyla sıralanan 91 paragrafta yaptığı özet ve değerlendirmeden sonraki “HÜKÜM” bölümünde aynen şu ifadeyi kullandı:

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucuların,

1. Özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerinin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin;

i. Dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair iddialarının,

ii. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin şikâyetlerinin,

KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Dökümü yapılan yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Anaya Mahkemesi kararının tam metnini buradan okuyabilirsiniz

35- Anayasa Mahkemesi, Balyoz sanıklarının hangi talebini kabul etmedi?

Tutuklu yargılama nedeniyle yapılan ve Anayasa’nın “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği” başlığını taşıyan 19. maddesine dayandırılan itirazı reddetti. Ancak bu, esasa dair değil, şekle dair bir ret kararıydı. Gerekçesini de, Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a dayandırdı. Söz konusu kanunun geçici 1. Maddesi, “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler” hükmünü taşıyor. Mahkeme, Balyoz sanıklarının tutukluluk hâllerinin, kanunda belirtilen tarihten iki gün önce, 21 Eylül 2012’de sona erdiğini belirterek, bu talep için “zaman yönünden yetkisizlik” kararı verdi.

36- Kararın ardından ne oldu?

Öncelikle bütün tutuklu isimler tahliye edildi ve Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca 3 Kasım Pazartesi günü Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama yeniden başladı.

37- Yeniden yargılamada bugün itibarıyla tanık olduğumuz önemli gelişmeler neler?

Ana Balyoz davasında başından beri tartışma yaratan iki konuda önemli gelişmeler yaşandı. Birincisi; dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanıklıklarına başvuruldu. Özkök, Mahkeme Başkanı’nın "Balyoz, Çarşaf, Oraj ve Suga gibi planlardan bilginiz var mı" sorusu üzerine, "Darbe planı yapıldığına dair bilgi almadım. ‘Balyoz’, ‘Suga’, ‘Oraj’ gibi planların hiçbirini duymadım. Balyoz'u basından duydum. Darbe planı yapıldığına dair bilgi almadım. Bazı dedikodular geldi, ama bunlar kimse hakkında dava açılacak, soruşturma açılacak kadar ciddi değildi" dedi. Mahkeme Başkanı'nın, "Bazı dedikodular geliyor dediniz. Kim söylüyordu bu bilgileri" diye sorunca, Özkök, "Basından duyuyordum. İmzasız ihbar mektupları geliyordu. Bu mektuplar askeriye dışından geliyordu" cevabını verdi. Başkanın "Seminerde olası planın işlenmemesi konusunda yazışmanız oldu mu" sorusuna Özkök’ün cevabı, "Genelkurmay ile kuvvet arasında yazışma olmadı. Böyle bir yazışma olmaz zaten" oldu.

Yalman da"Balyoz planına ilişkin istihbarat almadım. Belge ve bilgiye sahip değilim. Basından öğrendim" açıklamasını yaptı.

Sanıklar ve avukatları, bu açıklamaları yeterli görerek, Özkök ile Yalman’a soru yöneltmediler.

Yeniden yargılamadaki ikinci önemli gelişme, mahkeme, verdiği ara kararla, ilk yargılamadaki bilirkişi raporları ve mütalaalarını geçersiz sayarak yeni bir bilirkişi raporu oluşturulmasına karar verdi. Böylece, başından itibaren “sahte dijital veri ve sahte delil” tartışmasına neden olan hard diskler ile dijital dokümanların yeniden incelenmesine hükmedilmiş oldu.

38- Değişen atmosfer yargılamayı etkiler mi?

Balyoz sürecinin ilk aşamasında tahliye kararı veren hâkimleri “çetenin hâkimi” olarak değerlendiren “Ergenekon sürecinin savcısı” olduğunu duyuran hükümetin, Gülen cemaati ile çatışmanın ardından “milli orduya kumpas kuruldu” noktasına gelmesi, yeni dava için ilkinin tam aksi yönde bir atmosfer yaratmış bulunuyor. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakanlığı sırasında görüştükten sonra, "Erdoğan'ın Ergenekon ve Balyoz gibi davaların yeniden görülmesi teklifine sıcak yaklaştığını" söylemişti. Erdoğan da, ocak ayında Japonya’ya giderken havalimanında gazetecilerin soruları üzerine "Yeniden yargılanma konusunda olumlu bakıyoruz. Bu konuda arkadaşlarımız çalışıyorlar ve çalışmalar bitmek üzere” diyerek yeni pozisyonunun altını çizmişti.

Bu arada, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a ait olan ve Gülen cemaatine atıf içeren “Milli orduya kumpas kuruldu” görüşünün açıklanmasının, yargı sürecine yansıyan atmosferi değiştirmenin yanı sıra sanıklar tarafından “yeni delil” olarak değerlendirildiğini hatırlatalım.

“Değişen hava yargılamayı etkiler mi” diye düşünenler, bu ülkede başbakanların, bakanların, siyasi görüşleri nedeniyle gençlerin, hukukun değil “atmosfer”in inşa ettiği darağaçlarında asıldığını unutmasınlar.

39- Bu aşamadan sonra neler olabilir?

Sanıklar lehine delillerin ve “ceza hukukunda şüphe sanık lehine değerlendirilir” ilkesinin daha öne çıkacağı bir yargılama sürecine tanık olacağımız anlaşılıyor.

Nitekim Anayasa Mahkemesi de, iddia makamının yanı sıra savunma tarafının öne sürdüğü delillerin de dikkate alınmasına vurgu yaptı.

Mahkemenin bu süreçte yeni bir değerlendirmeye tabi tutacağı dijital verilere ilişkin alacağı kararı, Anayasa Mahkemesi’nin de vurgu yaptığı Ceza Mahkemeleri Kanunu uyarınca “makul gerekçelerle izah etmesi” gerekecek.

Yeni yargılamanın en önemli boyutlarından biri,  mahkemenin, “hangi ciddi ve elverişli araçlarla darbe girişimi suçunun işlenmiş olacağı” yolunda yapacağı yorum olacak.

Yeni yargılama sonunda beraat edecek olanlar, tutuklu kaldıkları yıllar, tutukluluk nedeniyle rütbe ve görev alamayarak mesleklerinde yaşadıkları mağduriyetler için yeni davalar açabilecekler.

40- Özkök ve Yalman’ın tanıklık ifadeleri ile daha önceki açıklamaları arasında çelişki var mı? Ve Balyoz davasındaki tartışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bazı generallerin hükümete karşı harekete geçtikleri gerçeği değişir mi?

Daha önce darbe-muhtıra girişimlerinden söz eden Özkök ve Yalman, tanık olarak ifade verirken “Balyoz darbe planı”ndan haberdar olmadıklarını söylediler. Balyoz iddiasıyla sınırlı, ama “atmosfer”in de bir ölçüde yansıdığı bir tavır bu.

Medyada aksi yönde değerlendirmeler yapılsa da, Özkök ile Yalman'ın "Balyoz tanıklığı" ifadelerini sürpriz olarak değerlendirmek, bulundukları konum düşünüldüğünde gerçekçi olmaz. Zira, iki isim de, Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan'a atfedilen "Balyoz darbe planı"ndan haberdar olduklarını söyleselerdi, "emirleri altındaki Doğan hakkında neden en azından idari bir soruşturma başlatmadıkları" sorusu ve suçlamasıyla karşı karşıya kalırlardı.

Evet, Balyoz davasındaki tartışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bazı generallerin hükümete müdahaleye heveslendikleri gerçeği değişmez. Bu durum elbette “darbe girişimi suçunun maddi unsuruyla tamamlandığı” anlamına gelmez, ama gözümüzün önünde önemli işaretlerle cereyan eden "müdahale eğilimi" gerçeği değişmez.

Zira, bazı generallerin AKP hükümetini hedef aldıklarını, tartışılan belgelerden önce, yapılan açıklamalardan biliyoruz. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, “Darbe girişimi var da diyemem, yok da diyemem” sözlerini ve Ergenekon davası sırasında, Aralık 2003’te orgeneral ve oramirallerle yaptığı toplantıda  “muhtıranın” Aytaç Yalman tarafından telaffuz edildiğini açıkladığını unutmamamız gerekiyor.

Özkök’ün, Alper Görmüş’ün Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni’yken yayımladığı Özden Örnek’in “darbe günlükleri”ni kritik bir noktada teyit eden bu sözlerinin yanı sıra Çetin Doğan’ın açıklamaları da müdahale eğiliminin komuta kademesinde bir hesaplaşmaya dönüştüğünü ortaya koyuyor. Doğan, 6 Nisan 2010’da yaptığı yazılı açıklamada, Hilmi Özkök’ün, 2003 Mayıs’ının son haftasında kendisini Harp Akademileri Komutanlığı’nda özel bir odada görüşmeye davet ettiğini belirttikten sonra şu bilgiyi veriyordu:

“Bana sorduğu ilk soruyu çok iyi anımsıyorum. Sorusu, 'Birinci Ordu içinde, bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler geldiği ve bunun doğru olup olmadığı' şeklindeydi. Sorusunun benim için çok aykırı olması nedeniyle, biraz nezaket sınırlarını da aşarak, kendisine çok net bir cevap verdim. Verdiğim cevabın sadece ilk cümlesini vermekle yetineceğim: Ben daima meşru sınırlar içerisinde bulundum ve bulunmaya da devam edeceğim.”

Doğan’ın açıklamasından, ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın,  ülkenin en önemli ordusunun komutanına “ihtilal hazırlığı yapıldığı yolunda bilgiler aldığını” söylediğini ve bu durumu sorguladığını öğreniyoruz.

Bu görüşmenin tarihi ile dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un Mustafa Balbay’ın günlüklerindeki “1. Ordu’dan gelen mektuplara bakarsanız ihtilale hazırlar” sözlerinin tarihinin birebir örtüştüğünü hatırlatalım. Ve Balbay’ın günlükleri ile Örnek’in günlüklerinde, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un siyasete müdahale eğiliminde ne kadar öne çıktığını not edelim.

Diğer yandan Aytaç Yalman’ın, “Darbeyi ben önledim” sözleri de yerli yerinde duruyor.

AKP’nin “irticai tehdit yarattığı” yolundaki konuşmalara sahne olan 1. Ordu Plan Semineri, 5-7 Mart 2003’te yapıldı. Yani AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 3 Kasım 2002’deki seçimlerden sadece 4 ay sonra. Bu durumda iki seçenek var; Ya AKP, yaklaşık iki ay süren hükümet kurma, program hazırlama ve güvenoyu alma sürecinden sonraki iki ayda Cumhuriyet’i tehdit edecek bir irticai kalkışma yarattı... Ya da siyasete müdahaleye soyunan bazı generaller kendi iktidarları peşinde durumdan vazife çıkardılar.
Takdir sizin.

 

Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"