07 Aralık 2010

12 Eylül, 669 yasayla İÇİMİZDE YAŞIYOR!..

Başbakan Tayyip Erdoğan'ı protesto etmek isteyen gençleri hedef alan polis saldırısı...

Başbakan Tayyip Erdoğan'ı protesto etmek isteyen gençleri hedef alan polis saldırısı, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın tarafından savunuldu. Bu tür sahip çıkmaların, ölçüsüz şiddet kullanımını caydırmak bir yana polisi bu konuda özendirmesi gibi “doğurgan” bir tehlikesi de bulunuyor. 

Öğrencileri hedef alan nedensiz ve ölçüsüz şiddet, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından askerlerin talimatıyla hazırlanan ve yaklaşık 30 yıldır hayatımızdan çıkmayan yasaların (ve elbette kafaların) üzerinde durmamızı gerektiriyor.  

12 Eylül 1980 darbesini yapan beş orgeneralin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi döneminde yapılan yasal düzenlemeler ile uygulanan kararlara karşı yargı yolu kapatıldı. “Milli Güvenlik Konseyi dönemi” 12 Eylül 1980'den darbe sonrası yapılan ilk seçimlerden sonra parlamentonun toplandığı tarih olan 6 Aralık 1983'e kadar geçen süreyi ifade ediyor. 

Yaklaşık 39 aylık bu süreçte anayasal kurumlardan temel hak ve özgürlüklere uzanan bütün hayati alanlarda çok önemli yasalar çıkarıldı. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSYK, TRT ve YÖK gibi kurumları düzenleyen bu metinler arasında Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile güncel tartışmaya konu olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da bulunuyor.

Anayasa yasalara uyduruldu! 

12 Eylül darbecilerinin “en sıkı yönetimi”ni içeren bu 39 aylık süreçte 669 yasa ile 139 kanun hükmünde kararname (KHK) hayatımıza girdi. Toplamı 808'i bulan 12 Eylül yasal düzenlemeleri aradan geçen 30 yılda Türkiye'yi yöneten temel metinler oldular. Zira 12 Eylül darbecileri önce bu yasaların çoğunu çıkardılar, ardından bu düzenlemelere uygun bir anayasa hazırlatarak yürürlüğe soktular. Böylece dünya demokrasi tarihinde ilk kez yasalar anayasaya değil, anayasa yasalara uyduruldu ve halen yürürlükte olan 1982 Anayasası böyle bir yöntemle hayatımıza sokuldu.   

12 Eylül karanlığını gelecek on yıllara taşımak üzere hazırlanan 1982 Anayasası, bu tuhaf yöntemle tutarlı bir başka tuhaflık daha içeriyordu. Anayasa'nın geçici 15. maddesi ile Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan kanun, KHK ve kararların anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği,  bu süreçte görev alanların yargılanamayacağı hükme bağlandı. Böylece demokrasi tarihine orijinal bir katkı daha sağlanmıştı. Bir  Anayasa “kendisine aykırı bile olsa bazı yasaların kendi hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla yargı yoluna başvurulamayacağı” hükmü ile uygulamaya konuyordu. Anayasacılık ve demokrasi tarihine katkı buydu; anayasadan üstün yasa olmaz sanılırdı, ama darbeciler yaptı ve Anayasa'dan üstün 669 yasamız ile 139 kanun hükmünde kararnamemiz oldu! 

Darbe yasaları 9 yıldır kaldırılmıyor 

12 Eylül darbesini konsolide etmek üzere halen yürürlükte olan Anayasa'ya eklenen geçici 15. maddedeki bu tuhaflığın bir bölümü tam 19 yıl yürürlükte kaldı. Nihayet 3 Ekim 2001'de yapılan Anayasa değişikliği ile geçici 15. maddenin son fıkrası kaldırıldı ve Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan yasal düzenlemelere karşı yargı yolu açıldı. 

Tam 9 yıl önce dokunulmazlığı kaldırılan 12 Eylül yasaları o tarihten beri “itiraz” yoluyla, yani yargılama sürecinde gündeme gelen dosyalar üzerinden mahkemelerce “iptal” istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne götürülebilir durumda. Haliyle bu yol yeterince işlemedi. Ekim 2001'den beri işbaşında olan iktidarlar da (1 yıl Ecevit liderliğindeki koalisyon, 8 yıl AKP)  darbe elbisesini tarihin çöp sepetine atmak gibi bir gündeme sahip olmadığı için darbe yasalarının çoğu hayatımızdaki varlığını korudu, koruyor. 

Durum böyleyken, 12 Eylül 2010'da yapılan anayasa değişikliği referandumunda geçici 15. maddenin sağladığı ikinci dokunulmazlık zırhı da kaldırılarak, darbe dönemi tasarruflarını uygulayanlara karşı da yargı yolu açıldı. Bu elbette sembolik değeri olan bir değişiklik olmakla birlikte, çok sayıda hukukçunun işaret ettiği üzere, bugüne kadar somut bir sonuç yaratmadı. Bundan sonra yaratacağı da kuşkulu. 

AKP iktidarı, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması konusundaki kararın yargı organlarınca verileceğini söylerken, bir gerçeğe işaret ediyor. Elbette karar, bugüne kadar yargılama konusunda umut vermeyen yargıya ait. Ancak bugün itibarıyla ortaya çıkan durum, AKP'nin “referandum paketinin 12 Eylül ile hesaplaşma niteliği taşıdığı” iddiasını bu açıdan zayıflatıyor. 

Gençlere saldıranlar darbe yasasından güç alıyor 

Darbecilerin çıkardığı yasalardan biri, dün Tarhan Erdem'in Radikal'de de vurguladığı üzere, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'ydı. O yasanın isminden sonraki ilk satırına bakarsanız, “Kabul Edildiği Tarih” başlığının karşısında 6 Ekim 1983 tarihini okuyacaksınız. Yani Milli Güvenlik Konseyi ürünü olan bir darbe dönemi yasasından söz ediyoruz. O yasa 27 yılda birçok kez değişti, ancak darbecilerin getirdiği temel esaslar korundu. Bugün İstanbul Emniyet Müdürü Çapkın “Polis yasal yetkilerini kullandı” derken darbecilerin yasasından da güç alıyor. 

Muktedir bir iktidar için darbeyle hesaplaşma, hayat parantezini kapatmaya hazırlanan birkaç darbeci konusunda “karar yargının” deyip izleyici koltuklarına geçmekten ibaret olamaz. 

Majestelerinin basınındaki birinci sayfaları tekmelenen çocuklardan uzak tutmakla darbeyle hesaplaşılmış olmuyor! 

Darbeyle samimi bir hesaplaşma; gencecik çocuklara, sırf Başbakan'ı protesto edecekler diye saldıran polisleri darbe yasalarının arkasına sığınıp savunmayı değil, hiç olmazsa çeyrek yüzyıl sonra o karanlık darbeden çöplenmeyi reddetmeyi gerektirir. 

Darbeyle samimi bir hesaplaşma; darbecilerin anayasasından önce, anayasadan da üstün tutulmuş yasaları tarihin çöp sepetine atabilmektir. 

Ama kolay olmuyor bu işler... 

Kolay olmuyor kafalar değişmeden yasaların değişmesi...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?