23 Kasım 2024

Michelin galaksisi

Her ne kadar müthiş Türk restoranlarımızla bizim de artık yıldızlarımız olsa da Türkiye’de Michelin’li restoranlara bakış açısının biraz sert olduğunu biliyorum. Ne zaman konu açılsa, konuşma şu cümleyle başlıyor: O ne kardeşim, tabağa cücük kadar yemek koyuyorlar!

Bir Michelin yıldızlı restorana gidiyorsanız amacınız karnınızı tıka basa doyurmak değildir. Öncelikle bu konuda anlaşalım. Size sunulan, hayatınızda daha önce deneyimlemediğiniz bir tat yaratıcılığı zinciridir. 

Geçmiş kariyerim gereği yüz metre megayatı olan bir milyarderin yemek beklentisinin ne boyutta olduğunu biliyorum. Milyarder statüsündeki bu kişiler, dünyanın en iyi restoranlarında yemek yeme şansına sahiptir. Hatta o restoranların müdavimleridirler. Evlerine Michelin yıldızlı şef çağırıp davet verebilir ya da zaten o tecrübede bir şefi evine özel şef olarak işe almıştır. Yatının üzerindeki helikopterine atlayıp en yakındaki Michelin restoranına iniş yapabilir. Ancak bu demek değil ki bu adam her gün Michelin yıldızlı restoran kalitesinde yemek istiyor. Bazen ıstakozlar yatın havuzunda uyurken o sadece domates soslu makarna ister. Bazen misafiri olmaz ve yemeği bir çorba ile geçiştirir. Bazen akşamdan kalmadır ve ağır hamburgerler, taco’lara gömülür ya da bizdeki versiyonuyla gece yarısı işkembe çorbası ister. Çünkü insan böyledir, her gün ıstakoz her gün havyar nereye kadar! Tost yersin, mangal yaparsın, balıkçıya çökersin, gece yarısı kendini işkembecide bulursun. 

O zaman şunu diyebilir miyiz? Madem insanın tek isteği basit ve lezzetli yemekler, biz şefler neyin peşindeyiz? Michelin de kapitalist dünyanın reklamla dönen ve para getiren sistemi değil midir? İstanbul’daki en şık restoranın, en sosyetik mekânın şefi, iş çıkışı tüm o süslü menüyü unutup köfte rakıya gitmiyor mu? Biz şefler de Michelin yıldızı için mutfakta kendimizi harap ederken öğle molasında sandviççilere gitmiyor muyuz? İtalyan Trattoria’da yediği yemeği anne lezzeti diyerek öve öve bitiremez, bizler de esnaf lokantasından ağzımızın suyu akarak bahsederiz. 

Ancak buradaki mesele, her yemeğin amacı, alıcısı, sunuşu farklı olduğundan bütün bu renklerin hepsinin sektörün içinde var olması gerektiğidir. 

Michelin restoranına gitmek, son derece şık bir atmosferde, annenizin evde yapamayacağı ama bir koku, bir tat zerresi ile anne lezzetini ya da geçmişten gelen bir anıyı hatırlatan bir yemekle karşılaşmaktır. Sanat gibi, tek bir elden çıkmış yani yaratılmış bir yemeği deneyimlemektir. Eti ilk ısırdığınızda lokum gibi dağılışı ile “Vay be!” dedirten, daha önce defalarca yediğiniz bir karidesin nasıl olup da istiridye kabuğunda bir tatlıya dönüşebildiğini ve ben bunu yemem diyeceğiniz bir şeyin sizi nasıl lezzet zevkinden deliye döndürdüğünü deneyimleyebilirsiniz. Çatalı ağzınıza götürdüğünüzde dilinizin üzerinde dans eden patlayan şekerlerden yapılmış bir tatlı hem sizi şaşırtır hem de çocukluğunuzdaki sinekli bakkallardan aldığınız patlayan şekerleri aniden hafızanıza taşıyabilir. (Paris Joel Robuchon’un menüsünden bir deneyimim.)

Tabi ki bazen saçma denebilecek deneyimler de yaşatır size Michelin.

Adını dahi aklımda tutmaya tenezzül etmediğim, İtalya’da bir Michelin yıldızlı restoranda başıma gelen, komedi filmlerine konu olacak cinstendi. Michelin yıldızlı şef, bize sunacağı tabağın kendi yaşamından esinlendiği felsefesini 45 dakika anlattıktan sonra, önümüze ahşap el yapımı bir gondol tabağa konmuş kuru sonbahar yaprakları çıkardı. Saygıda kusur etmemek için aval aval bakmaya devam ettik. Gondolu kendisinin oyduğunu, yaprakları da kendi ormanından topladığını söyledi. Daha sonra üç adet karidesi alıp üzerine zeytinyağı gezdirip fırına verdi. Kuru kuru fırınlanmış karidesleri o kuru yaprakların üzerine koyup sundu. Ben hala aval aval bakıyordum ancak yanımdaki Amerikalılar kuru yaprakları gözümüzün önünde çatır çutur yediler. Şimdi ‘Michelin’ adının yarattığı illüzyonun koskoca insanlara yerden toplanmış kuru yaprak yedirmesine mi saygı duyalım, şefin ağzının iyi laf yapmasına mı? Bu da bir soru işareti olarak kaldı. 

İtalya’nın 2025 Michelin’leri geçenlerde Verona’da büyük bir törenle verildi. Tek tek ödülleri yazmam zor, ancak 2025 İtalya Michelin Rehberi’nde 3 yıldızlı restoranlar arasında önemli bir değişiklik oldu: Casa Perbellini (şef Giancarlo Perbellini, Verona) yeni bir üç yıldızlı restoran olarak listeye katıldı. Bu, 2025’te rehbere eklenen tek yeni 3 yıldızlı restoran oldu. Diğer 3 yıldızlı restoranlar statülerini korudu.

Şef Giancarlo Perbellini

Türkiye’nin 2025 Michelin Rehberi sonuçları ise henüz açıklanmadı. Michelin Rehberi 2025 seçkisi, 5 Aralık 2024’te İstanbul’da Four Seasons Hotel Bosphorus’ta düzenlenecek törenle duyurulacak. Bu yıl seçki, İstanbul, İzmir ve Bodrum’un yanı sıra Muğla’nın diğer bölgelerindeki restoranları da kapsıyor. 2024’te Fatih Tutak TURK isimli restoranı ile 2 yıldızını korurken 1 Michelin yıldızlı restoranlar, Mikla, Araka, Neolokal (aynı zamanda Michelin Yeşil Yıldız’ını koruyor), Nicole, Sankai by Nagaya (2024’te listeye eklendi), Arkestra (2024’te listeye eklendi), OD Urla (İzmir’in tek Michelin yıldızlı restoranı olma özelliğini sürdürüyor.)

Od Urla, şef Osman Sezener

Bir gün bir sandviççiye de Michelin verirler mi diye hayıflanmıştım yıllar önce. Evet, Michelin, geleneksel fine-dining anlayışının dışındaki mekanlara da artık yıldız verebiliyor. 2023 yılında Long Beach, Kaliforniya’daki Heritage adlı sandviç dükkânı bir Michelin yıldızı aldı. Benzer şekilde, 2024’te Meksiko’daki küçük bir taco tezgâhı olan Taquería El Califa de León da Michelin yıldızı kazandı.

Zaten yazının başında da belirttiğim gibi, inandığım şey, dışarıda yenen yemeğin insanların keyifli vakit geçirip doyacakları bir zevk saati olduğu. Buna göre et aynı et, balık aynı balıktır ve sen onun en iyisini bulur, alır, öyle güzel pişirir ve öyle havalı tabaklarsın ki, Michelin de alsan olur, sadece insanların gülümsemesini de…

O halde yapacağınız tek şey gidip denemek! İşte bu yüzden bu adamlar bu yıldızları omuzlarında yıllarca taşıyorlar.   

Deniz Kurt Kimdir?

Deniz Kurt, Atlantico Crew isimli uluslararası yat danışmanlık şirketini kurmadan önce 10 yılı aşkın bir süre özel şef ve süperyat şefi olarak başarılı bir kariyer sürdürmüştür. İstanbul’daki MSA - Mutfak Sanatları Akademisi’nden mezun olmuş, burada temel aşçılık eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra İtalyan mutfağında ileri düzey eğitim almak için Alma La Scuola Internazionale di Cucina Italiana’ya devam etmiş, İtalyan Mutfağında ‘master’ düzeye erişmiş ve Profesyonel İtalyan Şef Diploması alma hakkını kazanmıştır.

İtalyan mutfağı eğitimini tamamladıktan sonra, Milano’nun kalbinde bulunan La Scala Tiyatrosu içindeki Il Marchesino‘da çalışmaya başlamıştır. Il Marchesino, 1970’lerden bu yana İtalya’nın ilk Michelin yıldızı ve ilk üç Michelin yıldızı alan efsanevi İtalyan şef Gualtiero Marchesi tarafından kurulmuştur. Bu deneyimin ardından, dünyaca ünlü Japon şef Nobu Matsuhisa’nın sahip olduğu restoran zincirinin Milano şubesi olan Armani Nobu Milano’da çalışmıştır.

Restoran deneyimlerinden sonra, denizlere olan tutkusunu kariyeriyle birleştirerek, 24 ila 90 metre arasında değişen tanınmış süperyatlarda head chef olarak çalışmış, dünyanın dört bir yanında 6 kez Atlantik okyanusu geçişi dahil 50.000 deniz milinden fazla seyir yapmıştır.

2020 yılından itibaren MSA - Mutfak Sanatları Akademisi ile işbirliği içinde, kurucusu olduğu Profesyonel Süperyat Şefliği Eğitimi programını yürüterek, her yıl yatçılık sektörüne yeni şefler kazandırmaktadır.

2013 yılından bu yana Aktüel, Naviga ve Ceyms gibi dergilerde yemek ve seyahat yazarlığı yapmıştır. 2015 yılından itibaren halen YACHT Türkiye dergisine düzenli olarak yazmaktadır. Gastronomi konulu yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmıştır.

2021 yılında, dünya çapında gezdiği kıyıların yemek tarihini, hikayelerini ve yemek kültürünü yerel tariflerle zenginleştirerek okurlara sunduğu ilk kitabı Islak Menü’yü yayımlamıştır. Ayrıca, 2021-2022 TV sezonunda Beingurme TV kanalında 26 bölümlük bir yemek ve seyahat programı sunmuştur.

Yazarın Diğer Yazıları

Pizza bir kaçamak mıdır?

Kim Pizza sevmez ki? Tamam hiçbirimiz kilo almak istemiyoruz ama arada bir bu kaçamakları yapmazsak hayatın ne anlamı var? Peki Pizza bir kaçamak mıdır? Ne zaman bir kaçamak haline geldi? Yani aslında yememeliyiz ama kaçak göçek yiyerek mi keyfine varıyoruz? Bir nevi yasak ilişki yani! Haydi pizza ile bu yasak ilişkimizi biraz mercek altına yatıralım

Saint Tropez’nin kuğu gibi kızları ve kruvasan

Tabii ki kızlar derken yelkenlilerden söz ediyorum. Her yıl Eylül sonunda düzenlenen Fransa’nın geleneksel yelken yarışı LE VOILES DE SAINT TROPEZ, klasik yelkenlilerin gözlerimize sunduğu kuğu gibi pozları ile tanınıyor. Bu kuğu güzelliğindeki yelkenliler, salına salına Akdeniz’in en süslü koyunda seyrederlerken, ben de oradaydım

Paris’in en ünlü biber soslu bifteği

Bistrot, genellikle rahat ve samimi bir atmosfere sahip, uygun fiyatlı (ki bu artık günümüz Türkiye’sinde pek mümkün değil) ve günlük yemekler sunan restoranlara verilen isimdir. Menüde sade yemekler bulunur, aşırı lüks ve gösterişli sunumlar yerine lezzete ve günlük çeşitlere odaklanılır

"
"