27 Ocak 2019

Siber-etik yoksa siber-linç her yerde, herkese!

Gerçeği ama yalnızca gerçeği paylaşmak bir sosyal medya etiği olarak benimsenmeli, öğretilmeli!..

Siber linç, fiziksel linçten ayrılıyor, çünkü siber linçte toplulukların birbirini destekleme etkisi olsa bile, burada bireyler fark edilme arzusuna sahipler. Değersiz hisseden, yabancılaşan bireylerin var olma arzusu, ünlü olma isteği son derece ön planda. Siber linç son derece tehlikeli. Ve kadınların siber linçe, tacize daha fazla uğradıklarının hemen altını çizelim

 

21. yüzyılda evrensel olarak gördüğüm en ciddi mesele, gerçekliğin karşısında inşa edilen yalan bir dünyanın tehlikesinin ve çağımızın değişimine uygun bir etik anlayışın öneminin bireylere neredeyse hiç anlatılmamış olması. 

 

Değişen kitle iletişim araçları, hiçbir dönemde görülmediği kadar bireylerin üzerine “etik bir sorumluluk” yükledi, ne var ki bu meseleden çok az bahsediliyor. 

 

Sosyal medya bireylere demokrasinin eşit paydaşları olma, meseleler üzerinde söz sahipliği vaadini yanlış anlatırken, kitleleri yanlış bir güç zehirlenmesine yönlendiriyor. Gerçek demokrasilerde, bireylerin sorumlulukları unutulmuş durumda. Hem iç hem de dış meselelerde söz sahibi olmak için, kişilerin sorumluluk bilincinin, bilgisinin, karar verme mevhumunun gelişmiş olması gerekir. 

 

Nasıl ki günlük hayatta yalan ahlak dışı ise, sosyal medyada yalan bir paylaşımda bulunmanın, iftira atmanın, bireylerin onur ve haysiyetlerine dokunacak davranışlarda bulunmanın etik olmadığının; bu davranışların toplumun kurallarına aykırı olduğunun; sanal alanın duygu boşaltma alanı değil, aksine toplumları bir araya getiren değerlerin aynı şekilde bu mecralarda da devam etmesi gerektiğinin anlatılması bir zorunluluktur.

Anomi ve yabancılaşmadan siber-linçe…

Şüphesiz içinden geçtiğimiz döneme uyum zorlukları, toplumların değişime uyum sağlama süreçleri, anomali ve bireylerin yabancılaşmalarına neden olmakta. Bu vesileyle, mezunu olduğum Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji kürsüsünü kuran, 8 Aralık 2014’te kaybettiğimiz Prof. Barlas Tolan hocamızın “Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma adlı mükemmel bir Türkçe ile yazılmış kitabını başta sosyoloji öğrencileri olmak üzere, meraklılarına tavsiye ederim! Burada da Hocamın 1970’li yıllarda ülkemizde yaşanan toplumsal değişimlerin anlaşılması amacı ile yazdığı kitaba yeniden göz gezdirirken, bugün anomi ve yabancılaşmaya ilişkin gözlemimi paylaşmak isterim!..

 

Bugün anomi ve yabancılaşmanın en önemli gözlemini yapabileceğimiz ilk durumlardan biri sosyal ağlarda yaşanan “siber linçtir”. 

 

Siber linç, fiziksel linçten, kitlelerin içinde yok olan bireysellikle ayrılıyor çünkü siber linçte toplulukların birbirini destekleme etkisi olsa bile, burada bireyler, fark edilme arzusuna sahipler. Değersiz hisseden, yabancılaşan bireylerin var olma arzusu, ünlü olma isteği son derece ön planda. Siber linç son derece tehlikeli. Kadınların siber linçe, tacize daha fazla uğradıklarının hemen altını çizelim. Linç kelimesinin de sıradan bir biçimde kullanılması, korkunç bir ölüm biçimini küçültmeye hatta şiddetin kolayca ortaya çıkışına, şiddet kültürünün yeniden üretimine katkıda bulunuyor. Hatta düşünce özgürlüğüne katkı sağlamak amacı ile yola çıkmış Twitter’da “linç” kelimesi gibi bir insanın hunharca ölümü ile sonuçlanan kolektif bir eylem sözcüğünün ciddiyetinin yeni nesillere, tüm kullanıcılara bir ders gibi anlatılmasını neredeyse bir hayati bir zorunluluk olarak görüyorum. 

Gerçeği, sadece gerçeği paylaşmak

 Bugün, yabancılaşma sanal dünya ile gerçek dünya arasındaki bir algı bozukluğundan ortaya çıkıyor. Nedeni ise aslında, gerçekliğe hâkim olamamak. Bu hakimiyet kaybının en önemli nedeni, 26 yıl önce hunharca bir saldırı ile kaybettiğimiz, Türkiye’nin sahip olduğu en önemli aydınlardan biri olan Uğur Mumcu’nun ünlü tespitinde yatıyor: “Bilgi sahip olmadan fikir sahibi olmak”.

 

Bir gerçekliği tüm yönleriyle algılayabilmek için, önce bilgiye ardından da bir fikre sahip olmanız, dogmalardan arınmış olmanız gerekiyor. Mumcu’nun gerçeklerin izinde ilerlerken katledilmesi bir tesadüf değil. 2000’li yıllarda gerçeklik kavramı netliğini tamamıyla yitirirken, bireyler toplumun gerçekliğine yabancılaşmış ve sanal dünyada adeta etik sorumlulukları olmayan yalnızca sanal bir birey gibi davranıyorlar. 

 

Halbuki, bugün bir sosyal medya kullanıcısının ayırdına varması gereken, nasıl ki günlük hayatta toplum içerisinde belirli bir etik anlayışı ile hareket ediyorsak, hitap ettiğimiz kişilere de yine aynı ahlak anlayışı ile hareket etmemiz, davranmamız bir zorunluluktur. Bu bakımdan bireyleri çok ciddi bir sorumluluk beklemektedir. 

 

Gerçeği ama yalnızca gerçeği paylaşmak bir sosyal medya etiği olarak benimsenmeli, öğretilmeli!..

 

 

Toplumun paydaşları ve mecra sahipleri durumun ciddiyetini bir an önce fark etmeliler. Hükümet yetkilileri ve ana akım sosyal medya platformları olarak değerlendirebileceğimiz Facebook, Twitter, Instagram, Linkedin gibi güç sahiplerinin de bireyleri bu gibi davranışlardan uzaklaştırma, bilinçlendirme sorumlulukları olduğuna inanıyorum. Şu an için bu bir hayal gibi gelse de özellikle ailelerin çocuklarına, öğretmenlerin öğrencilerine bunları öğretmesi bir zorunluluk.

 

Aksi takdirde, bundan sonra birçok kez gerek Türkiye gerek dünya gündeminde daha önce şahit olduğumuz haberlerin yalan yanlış yayılmasına, demokrasi vaadi ile ortaya çıkmış bu platformların her şeyi alt üst etmesine tanık olacağız. 

 

Bu hafta yukarıdaki gerçekliklerle düşündüğümüzde, Venezuela’da Amerika’nın yönetim değişikliğine müdahalesi, Yılmaz Özdil’in çok tartışma yaratan Atatürk kitabının tartışılması, genç kadınların başörtülerini çıkarma paylaşımları, Ayşen Gruda gibi Türkiye’nin en önemli sanatçılarından birinin kaybı gibi ciddi konuların spekülasyon, atışma, sataşma şeklinde yaşanmaları düşündürücü ve üzücü değil mi? 

İki “gerçek” haber 

Üstelik, bireyleri daha görünür kılan bu popüler tartışmaların aksine ne yazık ki neredeyse hiç paylaşılmayan haberlerin dinamikleri bizlerin asıl gerçeklikleri. 

 

Bu yüzden de iki habere dikkat çekmek istiyorum çünkü Türkiye’nin gerçekleri bu haberlerde. Bunlardan ilki, Denizli'de, yarıyıl tatilinde okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı butiğe giderken minibüsün çarpması sonucu lise öğrencisi 16 yaşındaki Zinnur Tomay’ın hayatını kaybetmesi. Diğeri ise Yol TV muhabiri Özlem Uyanık’ın yaptığı atama bekleyen engelli öğretmenler haberi. Öğretmenlerden biri, meslektaşı bir arkadaşının 5 liraya araba yıkamak zorunda olduğunu anlatıyor!..

 

Türkiye’nin gerçek gündemi ekonomik sorunları, yanı başında yanan Orta Doğu, mülteci krizi, kadına karşı şiddet ve atanamayan öğretmenleridir!..

 

Sizce bizlerin bu gerçekleri paylaşması ve bireylere bu paylaşım sorumluluğunu aktarmamız gerekmiyor mu?..

Yazarın Diğer Yazıları

Yeri değişmiş bir çiçek: Türkiye

Cumhuriyet'in 100. yılında sevdiklerini çöp torbasında gömmenin ya da kimi zaman molozların arasında kalmalarının dayanılmaz yüzleşmesini yaşadık

Daha da adaletsiz bir dünya mümkün!

Adalet arayışında hayatımız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha adil bir dünya mümkün” kitabı ve dünyadan üç örnek…

Fransa'nın yeni giyotini: #BendeEnsest!

Camille Kouchner olağanüstü bir cesaret göstererek kaleme aldığı aile öykülerinde, kendi ikiz erkek kardeşinin, üvey babaları tarafından yıllarca ensest ilişki ile tecavüze uğramasını anlatıyor