11 Şubat 2014

Ortadoğu ve Hristiyanofobia

Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin birinci kuşağı bile bugün milletvekili bakan olabiliyor. Ama Ortadoğu’nun büyük bölümünde bir Hristiyan çocuğunun ‘büyüyünce milletvekili olacağım, ülkeme yönetici olacağım’ diye düşünebilmesi neredeyse imkansız.

New York şehrinin metropol bölgesinde 1 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. Londra’da 600 binden fazla Müslüman yaşıyor. Marsilya nüfusunun yüzde 20’si, Brüksel’in yüzde 15’i, Paris ve Berlin nüfuslarının yüzde 10’u Müslümanlardan oluşuyor. Washington merkezli Pew araştırma şirketinin 2010 verilerine göre Türkiye dışarıda bırakıldığında Avrupa’da 44 milyon Müslüman yaşıyor. Avrupa Birliği’nin ise yaklaşık 20 milyon Müslüman yurttaşı var. Ve bu nüfus azalış değil, küreselleşmeyle uygun bir şekilde artış trendinde. 2030 yılında Fransa’nın toplam nüfusunun yüzde 10’unu Müslümanlar oluşturacak. Avrupa nüfusunun ise yüzde 8’ini…

Böylesi bir sosyal değişim doğal sonucu olarak Batı dünyasında ‘İslamofobia’ da yükselişte. Ancak buna rağmen, ana akım kamuoyu, hukuk sistemi ve politik yönetimlerin çoğunluğu, Müslüman göçmenler ya da yerli Müslümanlara karşı bir tavır içinde değil. İslamofobia'yaya karşı geniş bir ittifak var. Müslüman göçüyle toplumsal yapıda ortaya çıkan krizleri çözmek için de sivil arayışlar içindeler. ABD veya Avrupa’da yaşayan Müslümanlara yönelik her hangi bir ırkçı-dinci saldırıya, Müslümanlardan bile önce Hristiyan ve Yahudi din adamları, kanaat önderleri, dernekleri ile ana akım medya tepki veriyor.

Ancak, Müslüman çoğunluklu Ortadoğu’da Batıdakinden çok farklı bir manzara var. Türkiye de dahil 18 ülkeden oluşan ve nüfusu 220 milyondan fazla olan Ortadoğu’nun Hristiyan nüfusu her geçen gün dramatik şekilde azalıyor. Ortadoğu’nun yerlisi olarak ‘binlerce’ yıldır bu coğrafyada yaşayan bu toplumun nüfusu 10 milyon civarına kadar gerilemiş durumda. Hristiyanlar 20’nci yüzyılın başında bile Ortadoğu nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını oluşturuyordu. Ancak, bugün oran yüzde 5’in altına düşmüş ve daha da azalıyor. Azalış bugünkü hızda sürerse 2020 yılında bütün Ortadoğu’da Hristiyan nüfusu 6 milyonun da altına düşecek.

Elbette bu azalışın nedenleri doğal değil. Tarihteki nedenlerini herkes biliyor. Tarihte olanlara müdahale şansımız yok. Ama bugün yaşanmakta olan, savaşlar, katliam, göçe zorlama, psikolojik baskıları engellemek için az da olsa bir şeyler yapılabilir.

Ortadoğu’da yükselen Selefi fanatizm, Sünni veya Şii bazı terör örgütlerinin kiliselere ve Hristiyanlara silahlı-bombalı saldırıları, bağnaz İslamist medyanın psikolojik baskısı ve İslamcı iktidarların ayrımcı dili ve uygulamaları bir araya geldiğinde bir çok Hristiyan için Ortadoğu nefes alması imkansız bir yere dönüşüyor. Tabii ki Ortadoğu’nun kimseye huzur sunan bir yer olmadığının farkındayım. Çok büyük acılar yaşanıyor. Bunlar sıkça dile getiriliyor ve getirilmeli de… Ama, yeniden yükselen Hristiyanofobia karşısında rahatsız edici derin bir duyarsızlık var. Ortadoğu'daki Hristiyanfobia'nın insanlığa oluşturduğu tehdit, Avrupa'daki İslamofobia'dan eksik değil.      

Nerdeyse gün aşırı bir kilise fanatik şiddetin hedefi oluyor. Hristiyan din adamları öldürülüyor ya da kaçırılıyor ve kamuoyundan ciddi bir tepki bile yükselmiyor. Örneğin Suriye’de 22 Nisan 2013’te kaçırılan Antakya Ortodoks Patrikhanesi Halep Metropoliti Pavlus Yazıcı ile Halep Süryani Ortodoks Metropoliti Yuhanna İbrahim’den hâlâ haber alınabilmiş değil. Bir kaç Süryani web sitesi dışında konuyla ilgilenen bile kimse yok.

Çareyi, çaresiz olarak Ortadoğu dışına kaçmakta buluyor bu insanlar. Irak’ın 1,5 milyonluk Hristiyan nüfusunun üçte ikisi son 10 yılda ülkeden göç etmek zorunda kaldı. Irak’ta yaklaşık 1 milyon olan Keldani-Asuri toplumu nüfusu 2004 – 2011 yılları arasında 150 bine kadar düştü. 2003 savaşından önce Irak’ta 300 olan kilise sayısı bugün 57’e gerilemiş durumda.

Suriye’nin 23 milyonluk nüfusunun 2 milyonunu oluşturan Hristiyanlar da, ülkenin içine düştüğü kanlı iç savaştan en olumsuz etkilenen gruplardan biri. Şam Melkite Rum Katolik Kilisesi Patriği III. Grigoriy Laham’ın verdiği bilgiye göre yaklaşık yarım milyon Hristiyan son bir yılda binlerce yıldır yaşadıkları ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Ve bu kaçış devam ediyor.

Hristiyanlık da tıpkı Yahudilik ve İslam gibi Ortadoğu kökenli bir din. Hz İsa, Kudüs’ün hemen güneyindeki Beytülahim’de(Bethlehem) dünyaya geldi. Hristiyanlar bugünkü Suriye’de bir topluma dönüştüler. Bu dinin mensupları tarihte ilk kez Antakya’da ‘Hristiyan’ adıyla anıldılar. Bunlar hep Miladi birinci yüzyıl içinde oldu. Müslümanlık ortaya çıkana kadar da yaklaşık 600 yıl Ortadoğu’nun önemli bir bölümünde Hristiyan çoğunluk yaşıyordu. MS 722 yılında bugünkü Suriye topraklarında yaşayan 4 milyon nüfusun 3,8 milyonu Hristiyandı.

Yani, Ortadoğu’daki Hristiyanlar, Avrupa’daki Müslümanların aksine ‘göçmen’ bile değiller. Emperyalistler de getirmedi bu insanları. Koloni gemileriyle de gelmediler. Bu toprakların yerlisi bu insanlar...

Ama hala ‘yabancı’ olarak görülüyorlar. Dini literatüre ait ‘Gayrimüslim’ kelimesi siyasi literatürün, kamusal literatürün, medyanın her yerinde cirit atıyor ve kimse yadırgamıyor. Aris Nalcı’nın 28 Eylül 2013 tarihinde T24’te yayınlanan ‘’Gayrı özeleştiri’’ başlıklı yazısındaki sessiz çığlığı önemli. Avrupa’da Amerika’da devlet yöneticilerinin, ana akım gazetecilerin kendi yurttaşlarının bir bölümünü ‘gayriHristiyan’ diyerek kategorize ettiklerini düşünebilir misiniz? Ülkelerini Müslüman komşuları kadar sevdikleri, topraklarında barışı ve refahı Müslüman komşuları kadar istedikleri halde hala Müslüman olmayan herkese potansiyel ‘ajan’ olarak bakılıyor. Her hangi bir Batı ülkesinin beğenilmeyen bir politikası, açıklaması ve eyleminde bile fanatik İslamcıların, bağnazların ilk hedefi kendi halinde yaşayan bu insanlar oluyor. Maalesef bütün Ortadoğu’da, her an bir saldırıya uğrama endişesinden azade tek bir ‘gayrimüslim’ mabedi yok.

Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin birinci kuşağı bile bugün milletvekili bakan olabiliyor. Ama Ortadoğu’nun büyük bölümünde bir Hristiyan çocuğunun ‘büyüyünce milletvekili olacağım, ülkeme yönetici olacağım’ diye düşünebilmesi neredeyse imkansız. Paris’te, Londra’da, New York’ta Müslümanlar dini inançlarını gösteren kıyafet veya sembollerle özgürce kaldırımlarda yürüyebiliyor. Kamusal hizmetlerden yararlanabiliyor. Kamusal alanlarda bireysel ya da kitlesel etkinlikler yapabiliyorlar. Ortadoğu’da bir Hristiyan’ın haç kolye takması bile onu ‘Hristiyanlık propagandası’ gibi saçma sapan bir suçlamaya hedef haline getirebilir. Batı kentlerinde Müslümanlar kendilerine cami ve mescitler inşa edebiliyor. Milyonlarca Kıpti Hristiyanın yaşadığı Mısır’da bile bırakın kilise inşa etmeyi mevcut kiliselerin tuvaletini yeniden dizayn etmek bile çok zorlu bir izin sürecinden sonra belki mümkün olabilir. Kiliselerin devlet eliyle camiye dönüştürülmesi çok normal bir hakmış gibi konuşulup yazılabiliyor.

Hristiyanlığın doğduğu bu coğrafya her geçen gün biraz daha Hristiyansız bir yere dönüşüyor. Bu, elbette başta Müslüman çoğunluk olmak üzere bu coğrafyada yaşayan herkes için bir utanç sebebi... Ama utançla sınırlı kalacak bir maliyet değil. Dünyayla entegre yeteneği çok yüksek olan, yaşamı zenginleştiren, çeşitlendiren bu unsurunun kaybının bu küreselleşme çağında Ortadoğu’ya sosyal, hukuksal, ahlaki ve sivil maliyeti de çok ama çok büyük olur.

Ve bir de bu coğrafya Hristiyanlarının sorunu ve ihtiyacı sadece diyalog ya da hoşgörüymüş gibi yapmayı da bırakalım. Bu kadar basit değil. Sorun, hepimizi doğrudan ilgilendiren eşitlik, hak, hukuk ve uygarlık sorunudur… Ve acildir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (4)

Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu… 

İki Amerika’nın siyasi savaşının tarihine yolculuk (3): Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti nasıl kuruldu?

“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (2): “Demir demiri biler, insan da insanı”

Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu

"
"