20 Temmuz 2014

Müslümanın hayatı niçin ucuz?

Ortadoğu’da, Pakistan’da, Afganistan’da, Afrika'da her gün onlarca insan hunharca, vahşice katlediliyor. Hitlerperest İslamcıların umurunda mı? Manşetlerinde mi?

Amerikan New Republic dergisinin yayın yönetmeni Martin Peretz, 4 Eylül 2010 günü, ‘’Müslüman hayatı ucuzdur’’ diye başlayan bir yazı yazdı. Yazısında, ‘’Bu insanlara (Müslümanlar), Anayasamızın birinci maddesindeki ifade özgürlüğünden yararlanma hakkını vermemiz gerekip gerekmediğini merak ediyorum. Çünkü içimden bir ses bu özgürlüğü istismar edeceklerini söylüyor’’ ifadesi de vardı.

Aslında, yazdığı yazıdan geniş kesimlerin haberi yoktu. Ta ki New York Times yazarı Nicholas Kristof, bu yazıyı 11 Eylül 2010 tarihli köşesine taşıyıncaya kadar… ‘’Bu ülkede aynı cümleleri siyahlar ya da Yahudiler için de kurabilir misiniz?’’ diye soran Kristof şöyle devam ediyordu: ‘’Şimdi Amerika’daki bir avuç Amerikalı Müslüman inançlarının barbarlık olarak ilan edilmesi karşısında ne hissetsin? Etnik ya da dini bir grup hakkında genelleme yapmak tehlikeli bir iştir. Amerika’nın Irak’a attığı bombaları gören birçok Müslüman da, tüm Hıristiyanların insan hayatına değer vermediğini düşünüyor. Arapların bir kısmı, İsrail’in Gazze’de yaptıklarına bakıp tüm Yahudiler insan hayatına değer vermiyor diye inanıyor. İslam, Hıristiyanlık ya da Yahudilikten daha monolitik bir din değil. Tarih boyunca farklı inanç ve topluluklar hakkındaki bu tür genellemeler, ötekini tamamen şeytanileştirmeler ayrımcılıklara birbirimize karşı şiddete neden oldu. Bu fikrin kendisi tehlikelidir. Afgan da düşünse tehlikelidir, Amerikalı da düşünse tehlikelidir."

Yazısıyla başlayan tartışmalardan sonra, Harvard Üniversitesi, eski bir öğretim görevlisi olan Peretz’in planlanmış bir konuşmasını iptal etti. 1970’lerin saygın akademisyen ve gazetecisi bir anda ‘’nefret ve bağnazlığın’’ sembolü oldu.

Peretz, 13 Eylül 2010 günü derginin başyazı köşesinde bir ‘özür’ kaleme aldı ve yazdığı cümlelerinden birinin kendisini çok utandırdığını ve yazdığına çok pişman olduğunu söyledi:

‘’Bunu ben yazdım. Ama bu yazdıklarıma inanmıyorum. ABD’de hiçbir grup ve topluluğun Anayasal haklardan mahrum bırakılması gerektiğine inanmıyorum. Ne şimdi ne de sonsuza kadar… Kur’an yakmaya çalışan fanatik rahiple ilgili yazımda da bunu gösterdim. Dolayısıyla beni çok utandıran ve derinden pişman olduğum bu cümlelerden dolayı özür diliyorum. Sadece beni yanlış tanıttığı için de değil, içtenlikle…’’

Fakat, Peretz, diğer cümlesini, yani ‘’Müslüman’ın hayatı ucuzdur. Hele de diğer Müslümanlar için’’ cümlesini savunmaya devam etti. ‘’Bu bir gerçeğin tespitidir, kişisel bir yorum yapmıyorum. Bunun için de özür dilemeyeceğim’’ diyordu Peretz. Ortadoğu’da, Orta Asya’da birbirini öldüren Müslümanları (o günlerde Kırgızistan’ın Oş şehrinde Özbek sivillerle Kırgız siviller arasında şiddetli sokak çatışmaları yaşanıyordu-CT) örnek gösteriyor ve ‘’sürekli Batıya çatan İslamcıların, Müslüman öldüren Müslümanlara karşı iki yüzlü sessizliğini’’ sorguluyordu.

Peretz’in, ‘’Müslüman hayatı ucuzdur’’ sözünden dolayı özür dilememesini haklı bulduğumu o günlerde yazdığım bir yazıda da paylaşmıştım.

İsrail’in kanlı cinayetlerine karşı bugünlerde ayağa kalkan Müslüman kamuoyunun, ‘katliamlardan, cinayetlerden, kadın, çocuk ve sivillerin öldürülmesinden samimi bir rahatsızlık duyduğunu’ iddia etmek çok güç. Müslümanlar sadece bu suçları Batılılar ve ya da nefret ettikleri kimliklerden biri işlediğinde öfkeleniyor.  İslamcı gruplar ve aynı etnik kökenden oldukları insanlar sivil, kadın, çoluk, çocuk öldürdüğünde ya görmezden geliyorlar ya da ‘ama’ ile başlayan cümlelerle lafı en fazla emperyalizme, dış mihraklara getirip orda bırakıyorlar. 

Bakın Cuma günü Birleşmiş Milletler, Irak’ta sadece son 6 ayda aralarında kadın ve çocukların da olduğu 5576 sivilin öldürüldüğünü ve 11 bin 665 sivilin de bu şiddette yaralandığını açıkladı. 1 Ocak – 30 Haziran arasındaki sürede evini şehrini terkedip kaçmak zorunda kalan Iraklı sivil sayısı 1 milyon 200 binden fazla. Irak’ta bir yılda en fazla sivilin öldürüldüğü yıl 7800 insanla 2013 yılı olmuştu. Ve 2014’ün daha ilk 6 ayında bu rekora yaklaşılmıştı. Peki siz, bu korkunç rakamlardan dehşete düşen, manşetine taşıyan tek bir İslamcı gazete gördünüz mü? Binlerce sivil Müslüman, böcekler gibi 30’ar 40’ar öldürüldüler ama bugünlerde çok bağıran ‘Müslüman vicdanı’ndan tık yok. Niye? Katiller Müslüman diye mi?

Vahşi katliam seanslarını, sivillerin kafalarını kesmelerinin videoya kaydedip internetten paylaşacak kadar barbarlığı içselleştirmiş bir katil sürüsüne ‘terörist’ bile diyemeyen bir ülkede yaşıyoruz. Üzerlerine bağladıkları bombalarla Şii camilerine, Sünni camilerine, Şii pazarlarına, Sünni pazarlarına girip kendilerini patlatan manyaklar neden vicdanlarımızda aynı ürpertiyi, politikacılarımızda aynı bağırtıyı, medyamızda aynı gürültüyü yaratmıyor? Katiller Müslüman diye mi? Neden, evinin olduğu sokakta kafası gaz bombasıyla uçurulan 15 yaşındaki bir çocuğa terörist denilmesi vicdanlarımızda yara açmıyor? Neden, tek dertleri evlerine ekmek götürmek olan çoğunluğu çocuk 34 masumun savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürülmesi ama tek bir kişinin sorumlu tutulmaması vicdanlarımızda aynı yarayı açmıyor? Katiller ‘bizden’, maktuller ‘onlardan’ diye mi? Neden sokak ortasında on kişinin bir genci tekmelerle döverek öldürmesi, vicdanları ayağa kaldırmıyor? Katiller mezhebimizden, kurban başka mezhepten diye mi? Neden, Musul’da Hristiyanların evlerine ‘N’ harfiyle işaret konulup, ‘Ya cizye, ya din değiştirin, ya da ölüm’ seçenekleriyle yüzyüze bırakıldığında tüylerimiz ürpermiyor? Zalimler bizim dinden, mazlumlar başka dinden diye mi?

Suriye’de İran, Irak ve Hizbullah’ın desteklediği katillerle, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan’ın desteklediği katiller arasındaki iç savaşta ölen MÜSLÜMAN sayısı 100 bini çoktan geçti. Bunların 10 bine yakını çocuk. 2 milyondan fazla Suriyeli ülkesinden kaçmış durumda. Uygarlık tarihinin beşiklerinden biri olan coğrafya psikopat, katil ruhlu fanatiklerin ‘video oyunu’ arenasına dönmüş durumda.

Ortadoğu’da, Pakistan’da, Afganistan’da, Afrika'da her gün onlarca İNSAN hunharca, vahşice katlediliyor. Hitlerperest İslamcıların umurunda mı? Manşetlerinde mi?

Ölenler hangi hayat öyküsüne sahipler öğreniyor muyuz? Geride bıraktıkları anaları, babaları, karıları, kocaları, sevgilileri, nişanlıları var mı? Öğreniyor muyuz? Batıda insanlar öldürüldüğünde gazeteler günlerce ölenlerin ve yakınlarının öyküleriyle dolar. ‘İnsanlar’ın öldüğünü, bir takım hayatların nasıl sona erdiğini, ölenlerin gerilerinden nasıl hayatlar bıraktığını görür yaşar ürperir herkes. Neden İslamcı medyada Müslümanlar tarafından öldürülmüş Müslüman ölülerin öyküleri yok?

İsrail’in ırkçı-dinci faşist iktidarı, Filistinli sivillere yönelik korkunç katliamlarıyla bu Ortadoğunun ikiyüzlülüğüne, vahşiliğine, adalet ve evrensel hukuktan nasipsiz politik kültürüne sahip olduğunu sergiliyor sadece. Kendinden olmayanı öldürdüğünde kolayca toplumsal destek bulabildiğin bir coğrafya olduğu için bu kadar kolaylıkla öldürebiliyor.

Ötekine nefretimizi, ırkçılığımızı meşrulaştıracak cinayetlerde bağırıyoruz sadece. İNSAN yaşamına hakkına duyduğumuz saygıdan değil çığlığımız. Sıralı zalimleriyiz bu coğrafyanın.

İşte en çok da bu egoist, ırkçı, fanatik ikiyüzlülüğümüz yüzünden Filistinlinin hayatı ucuz.

Ya, evrensel değerleri ve hukuku, her zaman, her yerde herkes için hep beraber savunmanın önemini öğreneceğiz ya da bu kanlı karanlıkta debelenmeye devam edeceğiz.

@CemalTDemir

 

Yazarın Diğer Yazıları

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (4)

Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu… 

İki Amerika’nın siyasi savaşının tarihine yolculuk (3): Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti nasıl kuruldu?

“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (2): “Demir demiri biler, insan da insanı”

Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu

"
"