26 Mayıs 2020
"Dünyada en pahalı benzinin satıldığı ülke hangisi?" sorusunun, bugünlerde herkesi hayretler içinde bırakan yeni bir yanıtı var: Dünyanın en büyük ham petrol rezervine sahip ülkesi, yani Venezuela.
8 Mart gecesi Suudi Arabistan ile Rusya'nın köprüleri atmasıyla ham petrol fiyatlarının çökmesinden sonra, Venezuela'nın tek gelir kalemi olan ham petrolün üretimi, yer altından çıkarmanın maliyetine değmez olduğu için çöktü.
Aslında elinde iç piyasanın benzin ihtiyacını karşılayabilecek kadar ham petrol var ama Venezuela, kendisine yetecek kadar bile ham petrolünü akaryakıta dönüştüremiyor. Altyapısı ve yetişmiş insan kaynağını çürüttüğü için uzunca süredir bunu beceremiyor. Piyasanın çökmesiyle, yıllardır yapageldiği ham petrolünü verip karşılığında benzin almayı da gerçekleştiremiyor. Bugünlerde rejimin elinde, İran'dan gelen ve hepi topu 2-3 hafta yetebilecek 5 tanker benzin etrafında bir 'milli destan' hikâyesinden başka hiçbir şey yok.
Nisan ayı ortasında itibaren bir kez daha hızla büyüyen benzin kıtlığı mayıs ayında ülkeyi felç edecek hale geldi.
"Dünyaya meydan okuyoruz", "dünya dengelerini değiştiriyoruz", "Başarımız Amerika'yı çatlatıyor" gibi hamasi resmi propagandalar dışında her şeyde kıtlık yaşayan Venezuela'nın resmi açıklamalarına göre Venezuela hâlâ benzinin dünyada en ucuza satıldığı ülke. Hükümetin koyduğu tavan fiyatı sınırlandırmasına göre bir galon (3,8 litre) benzinin fiyatı hâlâ 0.00000002 cent. Yani 'en ucuz benzin bizde' açıklaması, dünyadaki bütün resmi hükümet açıklamalar gibi, 'doğru' ama 'gerçeği yansıtmaktan çok uzak' bir resmi bilgi. Bu resmi fiyattan satılan benzin çok az yerde var, karneyle satılıyor ve bu fiyattan almak istiyorsanız, bir benzin istasyonda günlerce kuyruk beklemeniz gerekiyor. Alabileceğinizin yine de garantisi olmadığını bilerek…
Arabasına acil benzin bulması gerekenler ise 1 galon benzine yaklaşık 15 dolar ödemek zorunda. Elbette ki bu karaborsa benzin piyasası da, ülkedeki diğer bütün karaborsalar gibi, rejimin generallerinin yönettiği mafyanın ve rejim elitlerinin elinde. Ülkedeki bütün benzin istasyonlarını askerler işletiyor ve bu da ham petrol olarak karşılığı ithal edilmiş benzinin çok büyük bölümünü kara borsa piyasaya kolayca aktarmalarına olanak veriyor.
Başkent Caracas, 5 yıldır aralıksız süren ekonomik krizin ve kıtlıkların ülkeyi yöneten elit tabakayı etkilememesi ve ülkedeki sefalet görüntülerinin dünyaya yansımaması için birçok kısıtlamadan ayrık tutuluyordu. Ülkenin taşrasında açlık ve işsizlik girdabındaki birçok Venezuelalı'nın Caracas'a göç etmenin yollarını aramasının sebebi buydu. Öyle ki Venezuela'nın Zaytung'u El Chigüire Bipolar, kentin bu ayrıcalığına, "Maduro'dan dünyaya rest: Caracas Cumhuriyeti daha fazla Venezuelalı mülteci kabul etmeye devam edemez" başlıklı bir satirik haber yayınlayacaktı.
Ama bu kez kıtlık öyle derin bir dalga ile geldi ki başkent Caracas'ta bile benzin istasyonlarını uzun namlulu silahlarıyla komandolar korumaya başladı. Venezuela'nın son haftalarda yaşadığı akaryakıt kıtlığının en çarpıcı görüntüsü ise ülkenin batı sınırındaki Zulia bölgesinde yaşanıyor. Geçen yıla kadar kaçakçılar ucuz Venezuela benzinini sınırdan Kolombiya'ya kaçırırken, iki aydır Kolombiya'dan Venezuela'ya benzin kaçakçılığı yapıyorlar. Evet, kaçakçılar, dünyanın en büyük ham petrol rezervine sahip ülkesine kaçak benzin sokup muazzam kâr ediyor.
Venezuela'nın, ülkeyi yakından takip edenlere bile yaşattığı tek şaşkınlık tabii ki bu değil. Yıllarca 'sosyalizmin başarı öyküsü' olarak pazarlanan Venezuela, son 8 ayda, ilginç bir 'kapitalizm' açılımına sahne oluyor. Maduro, rejimin 18 yıllık kamulaştırma politikasından radikal bir dönüş yaparak, yeniden özel sektörün önünü açmaya başladı. Çin'in 1979'dan sonra özel girişimlerin önünü açması devrimine atıfla kendilerine 'tropik Çin' benzetmesi bile yapıyorlar. Ancak 20 yıl boyunca sosyalizmin sadece en çürütücü yanlarını uygulamayı başaran Venezuela rejimi, kapitalizmin de sadece en sorunlu yönlerini uygulamak gibi bir başarı daha sergiliyor. Örneğin, son bir yılda hızla palazlanan özel sektör gerçek bir özel sektör değil. Çoğunlukla generallerle ve parti ileri gelenleri ile irtibatlı imtiyazlı şirketler bunlar. Mafyanın ve organize suçun adı, 'özel sektör' konularak, krizden çıkılacağı umudu pompalanıyor. Gerçek bir özel sektör oluşmasının ilk şartı olan, hukuksal güvence ve yargı bağımsızlığı ise mevcut rejimin asla sahip olamayacağı şeyler.
Venezuela'nın ironisi, benzin kıtlığı veya 'sosyalist söylemli kapitalist uygulamalı' devlet ile sınırlı değil. 15 yıl öncesine kadar Latin Amerika'da göçün bir numaralı hedef ülkesiyken, son yıllarda dünyaya en fazla mülteci gönderen ülke rekorunun sahibi olmakta Suriye ile yarışır duruma gelmesi de değil. Dünyanın en bereketli tarım ülkelerinden biri olarak son yıllarda kitlesel açlık yaşayan bir ülkeye dönüşmüş olması veya dünyanın en büyük nehirlerinden bazılarına ve sulak arazilerine rağmen su kıtlığı yaşanmasıyla da sınırlı değil ironisi.
Venezuela'nın bugünlerde belki de en büyük ironisi, yıllarca, 'şeytan imparatorluğu' ve onun parasının egemenliği ile savaştığını iddia eden rejimin, Amerikan dolarını, ülkenin fiili tedavül aracı haline getirmiş olması.
Venezeula'nın, birbirinin meşruiyetini kabul etmeyen iki Meclisi, birbirinin meşruiyetini kabul etmeyen iki devlet başkanı olması yetmezmiş gibi, artık iki de parası var. Resmi para hâlâ 'Bolivar'. Bu resmi para, devletin sübvanse ettiği bazı harcamalarda hâlâ geçerli. Örneğin metro biletleri hâlâ Bolivar olarak ucuza satılıyor. Maaşlar da hakeza Bolivar olarak ödeniyor. Günlerce kuyruk beklemeyi göze alırsanız, benzini de aynı şekilde Bolivar ile ucuza alabilirsiniz.
Ama Venezuela'da dondurma almaktan araba tamirine kadar günlük alışverişin, ticaretin neredeyse üçte ikisi artık Amerikan Doları ile yapılıyor. 2019 Ekim'inden beri buna gayri resmi devlet politikası olarak izin veriliyor. Maduro, aralık ayında bir televizyon programında, "Dolarizasyon sürecini kötü bir şey olarak görmüyorum. Dolar için tanrıya şükürler olsun. İyi ki var." şeklinde konuşabildi. Aynı Maduro, 1 yıl öncesine kadar sırf dolarla alışveriş yapanları veya bunu çözüm olarak savunanları 'terörist' olarak yaftalayıp hapse tıkıyordu.
Aslında, dolarizasyon, ulusal parası çökmüş, hiper enflasyon girdabına kapılmış ülkeler için, pragmatik bir çözüm. Bir tür 'nükleer seçenek'. Yani son çıkış umudu. Örneğin 1999'da ekonomisi uçurumun kenarına gelen Ekvador, 2000 yılında Amerikan Doları'nı ülkenin resmi tedavül aracı haline getirdikten sonra enflasyonu hızla kontrol altına alabildi. Dolarizasyondan sonra Ekvador'da yıllar boyunca vergilerde hiçbir artış yapılmadı. Bu da diğer birçok göstergedeki eksikliğe rağmen, Ekvador ekonomisine ve çarşı pazarın görece istikrar getirdi. El Salvador ve Panama da aynı yolu izleyerek, ülkede tamamiyle Amerikan Doları kullanımına geçecekti.
Ama, son altı ayda aynı politikaya 'defacto' yönelen iki ülke, herkesin kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Küba da müttefiki ve komşusu Venezuela gibi son aylarda ekonomisini yeniden Amerikan dolarına açmaya başladı. Devletin yönetimindeki birçok şirket artık bütün harcamalarını sadece Amerikan Doları ile yapıyor. Birçok uzmana göre, rejimi ağır krizde ayakta tutma amaçlı bu pragmatik adımlar, 'hukukla desteklenmediği' için, ekonomik krize çözüm getirmeyeceği gibi, Küba Pesosu'nun tamamen çökmesi ile sonuçlanacak.
'Bolivar', 1879'dan beri yani 141 yıldır Venezuela'nın milli parası. Dünyadaki halen tedavüldeki en eski paralardan biri olarak belli bir ağırlığı vardı. Ve ironik olarak, bu milli para, Venezuela tarihinin en fazla 'yerli milli' propagandası yapan hükümetinin elinde, sadece 18 yılda tamamen yok oluşun eşiğine geldi.
Venezuela ulusal parasının dünyanın en değersiz parasına dönüşmesinin tek sorumlusu tabii ki mevcut devlet başkanı Maduro değil. Bolivar, değerini daha Hugo Chavez döneminde kaybetmeye başlamıştı zaten. Sadece Chavez döneminde 7 kez devalüasyon yapıldı. Her devalüasyonda da, "dünyada yeni bir çağ başladığı", "Bolivar rejiminin ekonomik şahlanışına başladığı", "Venezuela'nın ekonomik şahlanışının ABD'nin ve küresel kapitalizmin korkudan titrettiği" gibi içi boş hamasi propagandalarla…
2007'deki altıncı devalüasyondan sonra sıfırlar atılırken Bolivar'ın adı, 'Güçlü Bolivar (Bolivar Fuerte)' olarak değiştirilecekti örneğin.
Bununla beraber Chavezli yıllarda, ekonomik gerileme ve ulusal paranın değerinin düşmesine rağmen, Bolivaryan rejim yine de bir başarı öyküsü imajı çizebiliyordu. Chavez'in iktidara gelmesinden itibaren ilk sekiz yıllık iktidarında kolayca fonladığı sosyal programlarla 'yalancı ekonomik başarı' başarısı çizebilmesinde temel faktör, ham petrol fiyatlarının aynı sekiz yılda 90 kat yükselmesiydi. Ülkeye dışarıdan müthiş bir petrol geliri akmaya başlamıştı. Sadece Chavez'in ilk 12 yılında 1 trilyon dolarlık petrol geliri elde edildi. Dolayısıyla çok kolay kredi de bulunabiliyordu. Ve bu astronomik gelirler, çoğu hiçbir üretim yapmayacak tesislere, binalara, inşaata yatırıldı. Yargının bağımsızlığının tırpanlanması ve muhalif medyanın susturulmasıyla Chavez ve bütün hükümet aygıtı kadrosu, her türlü denetim karşısında dokunulamaz oldu. Bu da ülkede yolsuzluğu ve büyük bir organize soygunu tetikledi.
Bolivar rejiminin kendi 'burjuva' sınıfı oluştu. Venezuela'daki adıyla 'Boligarklar'. Ama aynı günlerde, Chavez, ABD'nin yoksul mahallelerinde çok ucuza benzin dağıtımı yaparak, "büyük bir lider olarak dünyanın süper gücünün yoksullarına bile el uzattığı" propagandası yapıyordu. Latin Amerika'da birçok ülkede benzeri propagandalara milyarlarca dolar harcanıyordu.
Gerçekte ise Venezuela'da hiçbir ekonomik başarı söz konusu değildi. Aksine, ülkede, milli parayı, ekonomiyi, üretimi ve tarımı kısa sürede öldüreceği kesin birçok politika, sırf Chavez'i daha da güçlendireceği için ardı ardına uygulamaya sokuluyordu. Rejime sadık kişilerin elinde olan ithalat tekeli oluşturuldu. Ülke içinde devletten bağımsız hiçbir ekonomik odak kalmaması için özel sektör üretimi, tarım üreticiliği öldürüldü. O yıllarda Venezuela dostu birçok bağımsız gözlemci bile, bu politikaların orta ve uzun vadede sonuçlarını öngörerek, 'Venezuela ekonomisi çok ciddi bir uçurma gidiyor' diye yazdığında, 'sosyalizm karşıtlığı' veya 'Amerikan propagandası' ithamıyla yüzleşmek zorunda kalıyordu.
Chavez iktidara geldiğinde 1 Amerikan Doları 577 Bolivar'dı. 2003 yılında dolar, 1.600 Bolivar'a yükselecekti. Ekonominin gerçeklerini değiştiremeyeceğini gören Chavez, her otoriter gibi istatistikleri değiştirme yoluna gitti. Döviz kuruna resmi kontrol uygulamasına geçti. Buna rağmen, 2007'de resmi kurla bile 1 dolar almak için 2.150 Bolivar'a ihtiyaç vardı. Aynı yıl, karaborsada ise 1 dolar için 6.000 bin Bolivar'a ihtiyaç vardı.
Bolivariyan rejim, 2008 başında paradan sıfırları atarak milli paranın adını da 'Güçlü Bolivar (Bolivar Fuerte)' olarak değiştirdi. Eskisinden çok daha değersiz olan yeni Bolivar'a, 'güçlü' adı verilmesi ise, otoriter rejimlerin Orwellian taktiklerine uygun bir tercihti. 1 Ocak 2008'de piyasaya sürülen 'Güçlü Bolivar' ile "Emperyalizmin bir kez daha yenilgiye uğratıldığı", "Venezuela'nın büyük şahlanışının başladığı" ilan ediliyordu. O gün, 1 dolar, 2,5 Güçlü Bolivar ediyordu. Rakam kozmetik operasyonla düşürülmüştü ama ekonomik gerçek olduğu yerde duruyordu. Chavez ölmeden hemen önce 2013 Şubat'ında yüzde 32 devalüasyon daha yapıldı. Ancak bu da günü ve görüntüyü kurtarmaktan başka bir işe yaramayacaktı.
Aslında Chavez'in son yıllarında birçok destekçisi de bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydı. Ama öylesine bir 'lider kültü' etkisi altına girmişlerdi ki, Chavez'den habersiz kimsenin kuş uçuramayacağı ülkede bütün hataları, Chavez'in etrafındaki insanlara yıkıyorlardı. 2011'de Caracas duvarlarına Chavez destekçilerinin yazdığı, "bajo el gobierno, viva Chávez (kahrolsun hükümet, yaşasın Chavez)" sloganı, bu zavallıca bakışın tipik bir örneğiydi.
Maduro döneminde, 2016 Kasım'ında yüksek enflasyon, hiper enflasyona dönüştü ve 'Güçlü Bolivar da solunum yetmezliği çekmeye başladı. 5 Şubat 2018'de Venezuela Merkez Bankası yüzde 99,6 devalüasyon kararı aldı ve resmi kurda 1 Amerikan Doları, 25.000 Güçlü Bolivar'a yükseltildi. Sadece 6 ay sonra resmi kurda 1 dolar, 250.000 Güçlü Bolivar'a ulaşacaktı. Ekonominin halini olduğu gibi yansıtan serbest piyasada ise aynı ay, 1 dolar, 4.000.000 Güçlü Bolivar ediyordu. 'Güçlü Bolivar' resmen dünyanın en değersiz parası haline gelmişti.
Bolivar banknotları, neredeyse para olmaktan bile çıkacak hale geldi. İnsanlar, Bolivar banknotları ile çanta, hediyelik eşya yapıp satarak, gerçek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu.
20 Ağustos 2018 günü, yeniden Bolivar'dan beş sıfır atılarak, milli paranın adı bir kez daha değiştirildi. Bu kez 'Güçlü Bolivar'ın yerine, 'Bolivar Soberano' yani Egemen Bolivar piyasaya sürüldü. 1 Egemen Bolivar, 100.000 Güçlü Bolivar ediyordu. Bir kez daha, "zor günlerin geride kaldığı", "ekonomik saldırının püskürtüldüğü", "Amerikan emperyalizmine şamar atıldığı" ve "Venezuela'nın önlenemez ekonomik şahlanışının" başladığı resmi propagandasıyla birlikte...
O günkü resmi kura göre 1 dolar 60 Egemen Bolivar olarak belirlendi. Aynı yıl Ağustos ayı dolmadan, 1 dolar, 87 Egemen Bolivar'a; Ekim başında 100 Egemen Bolivar'a; 2019 Ocak ayı başında 1.000 Egemen Bolivar'a; 2019 Temmuz ayında ise 10.000 Egemen Bolivar'a yükseldi. 2019 Aralık ayında 50.000 Egemen Bolivar seviyesine çıkan Amerikan doları, 2020 Nisan ayında 90.000 Egemen Bolivar'dı artık.
2019 başlarken 1 kahve 450 Egemen Bolivar'a alabilen Venezuela halkı, 2019 sonunda 1 kahveyi ancak 30.000 Egemen Bolivar ile satın alabilir hale geldi. Aynı yılın başında ve sonunda değişmeyen tek şey ise, hükümetin, 'ekonomik şahlanmamız başladı', 'küresel güçlere büyük şamar atıyoruz' türünden hamaset propagandasıydı.
Yani, Chavez'in iktidara geldiği 1998'de 1 dolar 577 Bolivar iken, 20 yıllık iktidar sonunda bugün, eğer aradaki devalüasyonlar ve iki kez 'sıfır atmalar' olmasaydı, 1 dolar tam 6.000.000.000.000 seviyesine gelmiş durumda. Yazıyla, 'altı trilyon Bolivar'…
Ancak 2019 yılı içinde çarşı-pazar, hiper enflasyona karşı kendi çözümünü geliştirdi. Gizlice dolar ile alışveriş yapılmaya başlandı. Çünkü, o günlerde rejim, Dolar ile alışveriş yapanları, 'ülkeye ekonomik darbenin işbirlikçileri', 'ülkeye ekonomik saldırı yapan teröristler' şeklinde suçlayarak, terörle yargılayıp hapse atıyordu. 2019 ortalarına kadar dolarla alışveriş gizli yapılırken, rejim, ekim ayından itibaren Venezuela halkını dolarla alışveriş yapmaya kendisi de teşvik etmeye başladı.
Şimdi, Venezuela'daki hemen her kurum gibi, Amerikan Doları da iki arada bir derede statüye sahip. Yani tek bir kişinin keyfine ve alacağı karara bakıyor. Devlet başkanı Maduro, Amerikan Doları'nın kullanımını televizyondan selamlıyor, ama yürürlükteki yasalara göre hâlâ yasak. Bir dükkan sahibi, "Devlet şimdilik görmezden geliyor. Ne zaman fikrini değiştirir onu da bilmiyoruz. Hepimiz, firari gibi boğazımızda bir zincirle dolaşıyoruz" şeklinde özetliyor durumlarını.
Halk ve çarşı pazar Amerikan Doları kullanırken, Amerikan ambargosu nedeniyle, hükümet ve petrol şirketi PDVSA ise Çin Yuanı'nı kullanıyor. Hatta devlet, ülke içindeki bazı resmi ödemelerini 'yuan' olarak yapmaya başladı. Devlet de 'Bolivar'dan umudunu kesmiş gibi.
Dolarizasyon, Ekvador ve El Salvador'daki gibi resmen kabul edilip uygulanmadığı için, Venezuelalılar ellerindeki Bolivarları götürüp bankalarda dolarla değiştiremiyor. Venezuela bankaları da dolar hesabı açmıyor. Dolayısıyla herkes dolarları evinde saklıyor. Venezuelalı eski bir hukukçu, "Bugünlerde herkes Pablo Escobar gibi… Parasını evinde istifliyor" şeklinde anlatıyor manzarayı. Dükkanlar ve evler nakit deposu haline geldikçe, soygun, gasp, rehin alma gibi suçlarda da yeni bir artış yaşanıyor.
Dolarizasyonun en büyük kazananı ise, son 20 yıldır uygulanan bütün ekonomi politikalarında olduğu gibi, rejiminin lüks bir yaşam süren elit tabakası. Amerikan ambargosu nedeniyle ellerinde fazlasıyla birikmiş dolarları yurt dışında kolayca harcayamayan bu elit tabaka, artık serbest alanda da lüks ihtiyaçlarını karşılamaya başlayınca, son aylarda Caracas'ta ekonomik bir canlanma bile görülmeye başladı. Örneğin, Caracas'ta şubat ayında yapılan müzik festivalinin giriş bileti 70 dolardı. Bu fiyat, ülkedeki asgari ücretin tam 14 katına denk geliyor. Festivalde satılan hamburgerin bir tanesinin fiyatı 12 dolardı ki bu da asgari ücretin 1,5 katı.
Atlantic dergisinden Anne Applebaum, geçtiğimiz aylarda bulunduğu Caracas'ta, kahvaltılık mısır gevreğinden, ketçaba birçok ithal gıda ürünün yeniden market raflarına döndüğünü gözlemleyecekti. Tabii ki bu ürünleri de Venezuela parası Bolivar ile hayatta kalmaya çalışan geniş yığınlar değil, dolara erişimi olanlar satın alabiliyor. Applebaum'un konuştuğu Venezuelalı akademisyenlerden biri, bir alışveriş merkezinde, rejim eliti bir kadının, özel tasarım bir ceket için çantasından 3000 bin dolar nakit para çıkarıp ödeme yaptığına hayretle tanık olduğunu aktarıyor.
Bununla beraber dolarizasyon, aynı zamanda, bazı üyeleri yurt dışında olan milyonlarca Venezuelalı için de, yurt dışında gönderilen dolarları artık dolar olarak serbestçe harcama ve böylece sıkıntılarını biraz giderme fırsatı verdi. Ülkede, yurtdışındaki aile üyelerinden dolar yardımı alan hane oranının yüzde 40 olduğu tahmin ediliyor. Venezuela'ya bu şekilde gönderilen yıllık 4 milyar dolar, çarşı pazar ekonomisinin hâlâ dönmesinin en temel kaynağı. Koronavirüs salgını nedeniyle bu da son iki ayda çok ciddi oranda durmuş durumda.
Ama bu hukuksuz denetimsiz, kapitalist soslu, sosyalist söylemli yeni ekonominin çok acımasız bir "detayı" daha var; dolara hiçbir erişimi olmayan yoksul yüzde 50'yi tamamen dışlaması. Örneğin maaşlar ve emekli maaşları hâlâ Egemen Bolivar olarak ödeniyor. Mayıs ayı başı itibarı ile bir aylık maaş 5 dolar civarında. Yani dolarizasyon, dolar alma imkanı olmayan milyonlarca Venezuelalı için çok daha korkunç bir açlık ve sefalet demek. Dolarizasyonla birlikte ise, sağanak yağmur altında, şemsiyesi olanlar ile hiçbir şemsiyesi olmayanlar arasındaki fark gibi yeni bir fark daha oluşmuş oldu.
Öyle görünüyor ki Bolivarcı devrim, 20 yıldır en büyük iddiası olan 'yoksul yüzde 50'nin sesi olma' iddiasından artık resmen de vazgeçmiş durumda. Chavez, iktidarı boyunca hep, 'milletin fakirlerinin babası' imajı çizdi. 20 yıldır uygulanan politikalara ve istatistiklere bakıldığında ise, ne Chavez'in, ne de Maduro'nun hiçbir zaman gerçekte, yoksul insanların sorunlarını kökten çözmek gibi bir kaygıya sahip olmadıkları görülüyor. Bu yoksul yığınları, iktidarlarını ayakta tutacak politik bir aygıta dönüştürecek dilenci programların ötesine hiç geçmediler. Bugün Venezuela halkının yüzde 80'i devletin yapacağı sosyal yardımlar ve dağıttığı gıda paketleriyle yaşamını sürdürebiliyor. Yardımlar, partinin, 'Mahalli Tedarik Komiteleri' aracılığı ile dağıtılıyor. İnsanlar aç ve yoksul kaldıkça, devlet otoritesinin ve liderin gücü arttı. Sıradan bir vatandaş, şahsiyet, refah, özgürlük sahibi olmaktan oldukça uzak. Venezuela halkı, devlet ve memurları karşısında tarihlerinin çok azında bu kadar güçsüz ve korunaksız oldu. Bugün, Maduro'nun en küçük memuruna, bir sokak bekçisine bile yan bakmak, bir Venezuelalı yoksulun hayatını mahvetmeye yeter.
Venezuelalı ekonomi profesörü Ramiro Molina, New York Times'a verdiği bir demeçte, resmi açıklamalardaki retorik ile sokaktaki gerçek hayat arasındaki farkı, "Ayakta kalma içgüdüsü açık ki rejimi pragmatik adımlar atmaya mecbur ediyor. Sadece lafta sosyalistler artık" şeklinde yorumluyor. Bu yönelişe doğal olarak Maduro'nun kendi partisinde de homurtular yükselmeye başladı. Chavez döneminin devlet başkan yardımcısı ve halen Maduro'nun sosyalist partisinin yönetim kurulu üyesi Elias Jaua, geçenlerde "Bu vahşi kapitalizm politikaları, yılların mücadelesini siliyor" şeklinde konuşarak rahatsızlığını açıkça dillendirdi.
Venezuela'nın düştüğü durum, Donald Trump'ın bugünlerde sıkça vurguladığı gibi basitçe, 'sosyalizmin yenilgisi' veya 'Amerikan kapitalizminin haklı çıkması' şeklinde genel geçer ideolojik bir açıklamayla izah edilemez. Anayasal düzen, hukuk devleti, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi bir devleti bir mafya organizasyonunda ayıran temel unsurların yıkılışı, ekonomik çöküntüdeki temel sorun kaynağı. Bu açıdan, sosyalist Maduro ile kapitalist Trump iki farklı kutbu değil aynı çizgiyi temsil ediyorlar.
Venezuela, kendi tercihleri, politikaları, fantezileri ve hamaset ekonomisi ile, girdiği bir yolun kaçınılmaz hezimetini yaşıyor. İdeoloji başından beri hep lafta ve göstermelikti. Venezuela'da her hangi bir politika takip edecek bir 'devlet düzeni', zaten çok uzun süredir yok. Venezuelalı yazar Moisés Naím, Venezuela'nın mevcut politik sistemini, "Başında mafya babası olarak devlet başkanının bulunduğu, organize suç örgütlerinin gevşek bir konfederasyonu" şeklinde tanımlıyor. Venezuela ordusu, narkotik ve insan kaçaklığının dünyadaki en önemli mafya kollarından birini yönetiyor.
Chavez'in maliye bakanlıklarını yapan Hector Navarro ve Jorge Giordani, ülkenin 1 trilyon dolarlık petrol gelirinin en az 300 milyar dolarının, döviz kuru kontrol mekanizmaları içinde 'kaybedilerek', birilerinin cebine gittiğini ifşa ettiler ve soruşturma istediler örneğin. Tabii ki, böylesi bir soruşturmayı yapabilecek mercileri, kendi dönemlerinde yok ettiklerini unutarak...
Chavez, 2004'te Yüksek Mahkeme'yi sadıklarıyla doldurarak, ülkede hukuksal güvenliği yok etti. Yargıç bağımsızlığını ortadan kaldırdı. Yargıçlığa atananlar, rejimin, disiplin subayları olarak iş görüyor. Chavez, seçim sistemini ve organlarını, kendisinin kolayca hile yapabileceği ve muhalefetin kazanmasını oldukça zorlaştıracak şekilde yeniden düzenlemişti. Maduro döneminde ise, 'seçim' diye bir şey kalmadı. Sıradan vatandaşı otoriter bir rejime karşı koruyacak bütün hak ve özgürlükler, 'Batı komplosunun araçları' olarak gösterilerek tırpanladı. 'İnsan hakları', "küresel düzenin hegemonyasının ideolojik vasıtası" olarak nitelendirildi.
Devletteki çarpıklıkları, şüpheli hareketleri, harcamaları sorgulayabilecek eleştirel medya ortadan kaldırıldı. En ufak olumsuzluğu ifşa edebilecek her gazeteci ve medya kurumu susturuldu. 'Muhalif gazeteci' kontenjanında sadece, rejimin önemsiz isimlerinin veya ifşası rejimin kudretlilerine zarar vermeyecek kişi ve gruplara ilişkin önemsiz yolsuzlukları yazabilen birkaç kişi bırakıldı. Dış politikadan, ekonomiye kadar her alanda uzmanların itibarı yerle bir edildi. Halkın onlara kulak vermemesi için gözden düşürüldüler. Anayasal düzen yok edildi. Yukarıdan gelen talimatın anayasa gücünde olduğu bir talimat sistemi kuruldu.
Son yıllarda, yargısız infazlara kadar vardırıldı iş. 2017'de 'terörle mücadele' amacıyla kurulan ve Özel Harekat Gücü (FAES) adı verilen özel yetkili denetimsiz güvenlik birimi, protestolara katılanları kaçırmaya veya yargısız infaz etmeye başladı. Ülkedeki şiddet olaylarını gözlemlemek ve azaltılmasına yardım amacıyla kurulan tarafsız Mi Convive (Ortak Yaşam) adlı organizasyonun verilerine göre 2017 Mayıs ile 2019 Aralık ayı arasında sadece başkent Caracas'ta 1.271 kişi, bu güç ve bu güce bağlı paramiliter gruplarca yargısız şekilde infaz edildi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliğinin raporuna göre ise, FAES ve diğer güvenlik güçleri, 2018 Ocak ayı ile 2019 Mayıs ayı arasında 6.800 Venezuelalı'yı öldürdü.
Rejimin, Venezuela'yı içine soktuğu girdaptan çıkarması mümkün değil. Hukuka ve anayasal düzene geri dönmesi kendisi için bir intihar demek. Venezuela rejiminin tek amacı, iktidarını sürdürmek. Ve bunun için yapabileceği tek bir şey var: Halkın dikkatini dağıtmak. Halkın, gerçek sorunları ve bunların gerçek nedenlerini görmesini mümkün olduğunca engellemeye devam etmek. Bir yandan, 'şahaneyiz', 'dünyaya meydan okuyoruz', 'bütün dünya başkanımızı ve başarılarını konuşuyor', 'gariban halkımızı en müreffeh günlerini yaşıyor' gibi peri masallarıyla, bir yandan da 'cambaza bak' oyunlarıyla, komplo teorileriyle veya kutuplaştırmayı derinleştirecek sosyal provokasyonlarla, halkın dikkatini 'gerçek hayattan' sürekli uzaklaştırmak.
Bunda Chavez şüphesiz Maduro'dan çok daha başarılıydı. Ekonomi kötüye giderken, Chavez, durmadan polemik yaratacak çıkışlarda bulunuyor, 4-5 saat süren televizyon konuşmaları yapıyor, her gün Amerikan başkanlarına küfrediyor, bisiklet, tank, helikopter sürüyor ve böylece ülkenin ve halkın ekonomik durumu yerine sürekli şahsını konuşturup gündem yapıyordu.
Çoğunun gerçeklikleri şüpheli yüzlerce suikast ve darbe teşebbüsü iddiası, Rusya ile nükleer anlaşma (sonradan iptal oldu), Simon Bolivar'ın suikaste kurban gittiğini görmek için mezarını açtırma tartışmaları, konuklarını abartılı övgüleri veya kameralar önündeki aşağılamaları, canlı yayında bakanlarını kovmaları, özel mülklere, şirketlere el koyduğunu ilan etmeleri, halkın dikkatini dağıtmak için kullandığı yöntemlerden bazısıydı.
'Comandante' kitabının yazarı ve Guadian muhabiri Rory Carroll, Guardian'ın Latin Amerika muhabiri olarak 2007 yılında 'Alo Presidente' televizyon şovuna yabancı gazeteci kontenjanından dahil edildiğinde bu 'oyunculuğun' birinci dereceden tanığı olacaktı. Carroll, Chavez'e, o günlerde gündeme getirdiği, 'devlet başkanlığında iki dönem sınırlamasının kaldırılması' düzenlemesinin, otoriterlik riski doğurup doğurmayacağını sorduğunda aldığı karşılığı şu şekilde anlatıyor:
"Chavez, önce durdu ve bana bu ne küstahlık der gibi dik dik baktı. Ardından, beni ve sorumu, Avrupa'nın iki yüzlülüğü, medyası, sömürgeciliği, köleliği, soykırımcılığı üzerine azarlamak için bir bahaneye dönüştürdü. Ve 'köle olarak yaşamaktansa bağımsız ölmeyi tercih ederiz' dedi. Orada da durmadı. Saydırdıkça saydırdı. Kolomb, Kraliçe Elizabeth, George Bush… Nafile bir şekilde İrlandalı ve Cumhuriyetçi olduğumu, Avrupa monarşileriyle bir ilgim olmadığını söylemeye çalıştım. Daha da parladı. Bu, bir uzun nutuğu daha tetikledi. Ama hepsi soruma cevap vermemek için bir tiyatro performansıydı. Yayın durduktan sonra toparlanırken Başkan Chavez yanıma gelip gülümseyerek tokalaştı. Beni sadece şamar oğlanı olarak kullanmıştı. Şahsi almama gerek yokmuş. Öyle söyledi. Nihayetinde bir televizyon şovuydu sadece."
Hukukun, basın özgürlüğünün, anayasal düzenin yıkıldığı ülkelerde hayat, tek adamın 'nihayetinde' televizyon veya Twitter şovuna dönüşür. Bunu kanıksayan toplumu olan bir ülkede, yıllarca 'dolar' kelimesini küfür olarak kullanan liderin, bir sabah canlı yayında, 'dolar için tanrıya şükretmesi' de normal hale gelir. Açlık ise, bir şov değil, gerçek.
Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu…
“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”
Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu
© Tüm hakları saklıdır.