ABD’nin 20’nci yüzyıldaki en önemli yazarlarından biri olan James Baldwin’in dosyası tam 1884 sayfaydı. Richard Wright’ın dosyası 276 sayfa, Truman Capote’ninki 110 sayfaydı. Henry Miller’dan John Lennon’a kadar herkesin dosyası vardı. Bu edebiyatçı, oyuncu ve müzisyenlerin uzun uzadıya dosyasını tutan kurum bir edebiyat veya sanat enstitüsü değil FBI’dı.
20’nci yüzyıldaki en önemli Afrikan-Amerikan aydınlarından biri olan James Baldwin, politikayla bütün bağını ‘tanıklık’ olarak nitelemişti. Ancak, kendisine ‘devlet’ diyen bir devlet içi odak, onu ‘devlet düşmanı’ olarak görüyordu. Temmuz ayında yayınlanan All Those Strangers adlı biyografide yayınlanan belgelere göre, Baldwin, her adımında FBI tarafından takip edilmiş, taciz edilmiş ve hatta sansür edilmiş. Biyografinin yazarı, araştırmacı Douglas Field, 1884 sayfalık FBI dosyasını sayfa sayfa incelediğinde, Baldwin’in telefonlarının dinlendiğini, Fransa, İngiltere ve İtalya gezilerinde bile ajanların oto pazarlamacı veya yayıncı kılığında onu adım adım takip etmeye devam ettiğini görmüş. 8 Mart 1971 gecesine kadar kimse bunun farkında değildi.
8 Mart 1971 gecesi bütün dünya gibi Amerika’nın da Muhammad Ali ile Joe Frazier arasındaki ağır sıklet boks şampiyonasına kilitlendiği dakikalarda, kendilerine ‘’Citizens' Commission to Investigate the FBI’’ diyen bir gruba üye sekiz akademisyen aktivist, Amerikan tarihinin en etkili itaatsizlik eylemi için harekete geçmişti. Philadelphia’nın 20 kilometre batısındaki Media banliyösünde. Haverford Üniversitesinin ılımlı karakteriyle sevilen fizik profesörü William Davidson’un liderliğindeki aktivistler, Media banliyösünde bulunan FBI ofisine gizlice girerek, FBI’ın karanlık dönemini ülkenin gözleri önüne serecek 1000 kadar belgeyi çaldılar. 1971’e kadar 47 yıldır FBI’ı yöneten J. Edgar Hoover, devlet içinde devlet haline gelmiş ama buna rağmen hala politikacılar ve kamuoyunda saygı gören bir isimdi. ‘Bildiğiniz gibi değil’ diyenler ‘marjinal solcular’ olduğu için kimse dikkate almıyordu. İşte o sekiz aktivist Hoover’ın bürokratik saplantısını bildikleri için Media'daki FBI ofisine gizlice girerken yasadışılıklarını belgeleyecek nitelikte belgeler bulabilecekleri umudundaydılar. Haklı çıktılar. Buldukları, onlara daha binadayken, ‘Evreka’’ diye çığlık attıracak önemdeydi.
Bu sekiz aktivistin el koyduğu belgeler, FBI ve Hoover’ın 1924 yılından beri oluşturduğu imajı sarsacak gerçekleri içeriyordu. ‘Media Belgeleri’ olarak tarihe geçen belgeler, iki ayrı FBI olduğunu gözler önüne seriyordu. Biri, Amerikan kamuoyuna gözüken, Amerikan halkını suçlulardan koruyan, özgürlüklerinin koruyucusu milli FBI. Ve bir de gizli FBI vardı. Media aktivistleri ifşa edene kadar, sadece kurum içindeki bazı yetkililerin görebildiği FBI. Sivil topluma verilen veya verilecek özgürlükleri torpillemeye çalışan, sanatçıları, aydınları, yazarları, politikacıları takip ve taciz eden, fişleyen, siyahların tamamını ülkeye ve topluma potansiyel tehdit gören, tehdit görülenlere karşı illegal şiddeti gerekli bir araç gören FBI. Devletin ajanlarına, sokaktakinden bakanlıklardakine kadar insanların yatak odalarını gözetleme, açıklarını bulma talimatları veren bir FBI. Muhalifleri korkutup, aykırı sesleri bastırmaya çalışan FBI. Örneğin buldukları bir belgede bizzat Hoover’ın imzasıyla, o dönemdeki bütün Vietnam Savaşı karşıtları ile görüşmeler ayarlayıp, bu insanlarda, ‘her posta kutusunun arkasında FBI var ve sizi takip ediyor’ paranoyası oluşturmaları talimatı veren FBI. Media belgelerine göre, FBI’ın arşivindeki belgelerin sadece yüzde 1’i kurumun varlık sebebi olan organize suçlarla mücadeleye aitti. Büyük çoğunluğu, muhalif kişilerin yasadışı takip ve fişlemelerine ait belgelerdi.
Sonraki 40 yılı derin bir sessizlikte geçirecek 8 aktivist bir hafta sonra belgeleri gazetelere postalamadan önce bir daha kimse ile bu konuyu konuşmayacakları ve kimliklerini ifşa etmeyecekleri üzerine birbirlerine söz verdiler (Betty Medsger’in 2014 yılında yayınlanan ‘The Burglary’ adlı kitabına kadar da sözlerinde durdular). Gazetelerin bir kısmı ellerine ulaşan belgeleri FBI’a iade etti. Bir kısmı korktu hiç yayınlamadı. Biri hariç. Ben Bradley yönetimindeki Washington Post bu belgeleri yayınlayıp açıklama istedi. Diğer gazeteler de ondan aldıkları cesaretle yayınlayınca Kongre harekete geçti. Media belgeleri, tarihinde ilk kez FBI hakkında Kongre soruşturması açılmasına sebep oldu. 1975 yılında açılan bu soruşturma sonucunda, ABD’de FBI dahil tüm istihbarat ve güvenlik kurumlarını sürekli denetleme gücüne sahip Kongre komiteleri kuruldu.
İşte bu sekiz aktivistin ortaya çıkardığı en çarpıcı belgelerden bazıları da FBI’ın aydınları, muhalefeti ve sivil toplumu hedef alan çok gizli bir programı olduğunu ortaya koyuyordu. FBI’ın yüzlerce yazar, sanatçı ve aydını takibe aldığı, yerli politik organizasyonları, aktivist hareketleri, sosyal grupları itibarsızlaştırmak için uyguladığı programın adı, ‘Counter Intellligence Program‘ın kısaltması olarak ‘COINTELPRO’ydu. Sözde ‘ırkçı terörizm’ ve ‘terör’ gruplarla mücadele gerekçesiyle başlatılan programın gizli hedefi ise sivil toplum ve muhalefetti. Bir numaralı hedef ise Martin Luther King gibi isimlerin başını çektiği sivil haklar hareketiydi. Programda, ‘ulusal güvenlik’ de gerekçe olarak sayılıyordu ama takip ve taciz edilen aydınların, hareketlerin tek bir tanesi bile yabancı değildi.
1972 yılında ölünceye kadar FBI’ı 48 yıl boyunca paranoyak bir zihin yapısı ve kirli yöntemlerle yöneten Edgar J. Hoover, 1963’teki Washington DC yürüyüşünden sonra Martin Luther King’i, ‘’Gelecekte ulusumuzu tehdit edecek en tehlikeli zenci’’ diye fişleyecekti. Washington Post’un bir haberine göre FBI en azından bir kez King’e ‘intihar et’ mesajı göndermişti. Tarihçi Taylor Branch, King’e, FBI tarafından, anonim olarak 21 Kasım 1964 günü gönderilen ‘intihar paketi’nde, King’in özel hayat ilişkilerine ait bazı belgeler ile, ‘’Bundan tek çıkış yolun var. Kirli, sahtekar kişiliğin ulusa ifşa edilmeden önce sen kendi canını al kurtul’’ notu yer alıyordu. COINTELPRO programının sadece karakter suikastı değil doğrudan cana kast yetkilendirmeleri yaptığı da çok sonradan ortaya çıktı. Sekiz akademisyenin büyük cesaret sergilediği 1971 yılına kadar kamuoyunun bu programdan haberi yoktu. Kongre soruşturması, FBI’ın arşivinde yüzlerce sanatçı aydın hakkında tutulan dosyaları da gün yüzüne çıkardı. İşte yazar James Baldwin’in dosyası da bunlardan biriydi.
James Baldwin’in biyografisini yazan Feild’in FBI belgeleri içinde farkettiği en çarpıcı detaylardan biri de, FBI’ın dosyasında Baldwin’in yaşamıyla ilgili en temel bilgilerin bile yanlışlıklarla dolu olmasıydı. Örneğin bir belgede Baldwin, ‘beyaz, 20’li yaşlarında, 1.85 boyunda’ tarif edilmişti. Bir başka belgede, “Go Tell It to the Mountains” ve “Another World” romanlarının yazarı olarak fişlenmişti. Oysa Baldwin’in ilk ve üçüncü romanlarının gerçek adları, ‘Go Tell It On The Mountain’ ve ‘Another Country’ şeklindeydi.
Peki, koca bir devlet kurumunu bir roman yazarının peşine takan neydi? Baldwin, kendi döneminin en önde gelen bir romancısı, deneme yazarı ve eleştirmeniydi. Deri rengi siyahtı, cinsel kimliği belirsizdi, politik olarak sola eğilimliydi ve en önemlisi sivil haklar hareketine destek veriyordu. İşte Baldwin’in ‘devlet düşmanlığı’ bu dört özelliğinde gizliydi. Devlete bir şekilde hakim olmuş Hooverian paranoya için bunlar ‘devlet düşmanlığı’ için yeter de artardı. Baldwin, FBI’ın kendisini çıldırmışcasına takip ettiğinin farkındaydı. Bir defasında J. Edgar Hoover için, ‘’Tarihin en yüksek maaşlı (ve işe yaramaz) röntgencisi’’ diye yazacaktı.
FBI’ın hedefindeki isimlerden biri ise efsane stand-up komedyen George Carlin’di. Dosyası, mesleğinde küresel bir marka olan Carlin’in devletin gözünde bir ‘terörist’ olarak görüldüğünü gösteriyor. Oysa Carlin yaşamının hiçbir döneminde şiddete olumlu bakmadı, araç olarak görmedi. Onu kendisine ‘devlet’ diyen bu hastalığın gözünde ‘terörist’ yapan tek şey keskin diliydi. Devlet yönetimini, sistemi her fırsatta etkileyici şekilde eleştiriyordu. Carlin’in, FBI’ın radarına ilk kez girme şekli ise onun mizahına uygundu. 1969 yılında katıldığı bir televizyon programında Hoover ile ilgili bir şaka yaptığı için FBI onu da takibe almıştı. Fişleme notuna göre, ‘Carlin, Büro ve onun direktörünü satirik şekilde bahse konu etmişti’’. Carlin’in konuk olduğu bu programdan sonra sunucuya gönderilen çok sayıdaki protesto içerikli okur mektubu da FBI ajanlarınca yazılmıştı.
O karanlık dönemde, FBI’ın raporları, fişlemeleri ve engellemeleri nedeniyle çok sayıda aktör sahne bulmakta, çok sayıda yazar yayıncı bulmakta, çok sayıda müzisyen konser salonu bulmakta zorluklar yaşadı. Ama o yazar ve sanatçıların tamamının adı bugün büyük bir saygıyla anılıyor. Hoover’ın bir numaralı devlet düşmanı ilan ettiği Martin Luther King’in doğumgünü, bugün ABD’de Hz İsa, Kolomb ve George Washington ile beraber doğum günü milli resmi tatil olan dört kişiden biri. Hoover ve tetikçileri ise tarihin çöplüğünde, Amerikan tarihinin utanç müzesinde...
Yazar Hannah Gold, FBI’ın Baldwin dosyasını, ‘’Devlet tarafından yazılmış çoğu kurgusal uzun ve berbat bir roman’’ diye nitelendiriyor. Kimsenin okumak bile istemeyeceği bir utanç dosyası. James Baldwin’in adı ve eserleri ise bugün devlet okullarının ders kitaplarında öğretiliyor.
Yazardan, aydından, sanatçıdan devlet düşmanı olmaz. Devletin en büyük düşmanı, kendi içindedir. Her zaman.
@CemalTDemir