25 Ekim 2014

Ben Bradlee: Gerçekler, insanı özgür kılar

Nixon’un ABD’ye en büyük karanlığı yaşattığı dönemde, ABD gazeteciliğinin de en aydınlık zamanını yaşamasına neden olduğunu söyleyecekti

1971 yılında Washington Post gazetesi muhabiri Maxine Cheshire, Henry Kissinger’ın, porno filmlerde de oynamış aktris Judy Brown ile ilişkisi olduğunu dile getiren bir haber hazırladı. Fakat gazetenin yayın yönetmeni Ben Bradlee, bu haberin Washington Post’un haber standartlarına ve tarzına yakışmadığını gerekçe göstererek haberi yayınlamadı. Ancak, olayın seyri bir telefonla değişti. Washington Post gazetesinde bu konuda bir haber hazırlığı olduğunu öğrenen Henry Kissinger, yayın yönetmeni Bradlee’yi telefonla arayarak, Judy Brown ile ilgili bir şey yayınlamamalarını rica etti. Kissinger ile telefon görüşmesini bitiren Bradlee, hemen gazetenin muhabiri Maxine Cheshire’ı aradı ve haberi ertesi gün için hazırlamasını istedi. ‘’Eğer, bu ilişkinin kamuoyunca bilinmesi Kissinger’ı bu kadar endişelendiriyor ve bu kadar sinirlendiriyorsa, bu, mutlaka yayınlamamız gereken bir haber’’ diye konuşacaktı muhabirine. 

Benjamin Bradlee bu hafta 93 yaşında öldü. Modern Amerikan gazeteciliğinde yayın yönetmenlerinin adını kamuoyunun büyük bölümü hatta gazete okurlarının çoğu da bilmez. Bradlee, modern dönemin gelmiş geçmiş en ünlü yayın yönetmeni oldu. Ölümünün sadece medya dünyasının değil, popüler gündemin de ilgi alanına girmesi bundan. Peki neydi Bradlee’yi gazetecilik için bu kadar özel, toplum için de bu kadar bilinir kılan özellikleri?

1948 yılında haftalık 48 dolar maaşla, polis muhabiri olarak işe başladığı Washington Post’un 1965 yılında yayın yönetmeni oldu. Bradlee, gazetenin dümenine oturduğunda Post, ABD başkentinde yayınlanan Evening Star ve Washington Daily News gibi yerel gazetelerle bile rekabet gücü olmayan silik bir mahalli gazeteydi. Kimse, Bradlee’nin modern Amerikan gazeteciliğini şekillendirecek, evrensel gazeteciliğe ilham kaynağı olacak bir editörlük kariyeri sergileyeceğini düşünemezdi. 1991 yılında kadar 26 yıl süren yayın yönetmenliğinde Washington Post gazetesini, ABD’nin ve dünyanın en etkili gazetelerinden biri haline getirdi. Onu medya tarihine geçiren ve mesleğinde zirveye çıkaran ise iki çok kritik süreçte, ‘gazeteciliğin’ tüm gereklerini sergileme cesareti oldu. ABD’li askeri ve politik yetkililerin Vietnam Savaşı’nın gelişmeleri hakkında Amerikan kamuoyuna sistematik olarak yalan konuştuklarını ispat eden ‘Pentagon Belgeleri’ni, ‘vatan haini suçlamalarını göze alarak yayınladı. Washington Post’un belgeleri yayınlaması, ABD yönetiminin ‘devlet sırrı’ iddiasıyla dosyayı yayınlanmasını durdurduğu New York Times’a büyük destek oldu. Yine, Watergate skandalının en kilit gazetecisi Bob Woodward ve Carl Bernstein’a verdiği destekle ve yaptığı yayınlarla ABD Başkanı Nixon’un istifasını sağlayan kilit isimlerden biri oldu. 

 

Muhabir, yalan dedektörüdür

 

Bradlee bir gazeteci için ‘doğruyu araştırmanın’ en önemli misyon olduğunu söylerdi. Muhabiri, ‘dünyanın en iyi yalan dedektörü’ olarak tanımlaması bundandı. Ona göre muhabir asla yalanın parçası olmamalıydı. Bu konuda öyle titizdi ki üyesi olduğu Pulitzer ödül komitesinde, o yıl ödülün favorisi olarak görülen LA Herald Examiner gazetesinden Linda Wollin’in kaçak göçmenlerle ilgili araştırma dosyasının Pulitzer ödülü almasına engel olacaktı. Wollin, kaçak göçmenlere yönelik kötü muameleleri haberleştirmek için kaçak göçmen kılığında bir fabrikada iş bularak bir süre çalışmış ve dosyasını hazırlamıştı. Ancak Ben Bradlee, ‘Her gün binlerce üyesinin mesaisini, yalan, hile ve aldatmaları ortaya çıkarmaya adamış bir meslek, gerçek için bile olsa asla kimseyi aldatmamalı’’ diyerek bu yöntemin teşvik edilmemesi gerektiğini savunacaktı.

Bradlee’nin ‘gazete’ tanımı nasıldı? Philip Graham’ın, ‘gazete, tarih yazımının ilk müsveddesidir’ sözünü sık sık tekrar etmekten büyük keyif duyarmış. Bradlee’ye göre ‘gerçek er ya da geç bilinir hale gelirmiş’ ama bu sadece manşetlerden de kaynaklanmazmış. "Linç edilmekten korkmuyorsanız" dermiş meslektaşlarına, "okurlarınıza dersiniz ki, ‘'bugün bu gazetede okuduklarınız gerçeğin kendisi değil. Sadece başlangıcı. Azıcık ucu'…’’

New England’ın, Avrupa hanedanlarından gelen köklü ve varlıklı bir ailesinin çocuğuydu. Bradlee’nin kariyerindeki en dikkat çekici ilişkisi ABD eski başkanı John F. Kennedy ile arkadaşlığıydı. Aslında Harvard’ta aynı sınıftaydılar ama samimiyetleri yoktu. 1957’de Washington DC’de komşu olunca iki yakın arkadaş olmuşlardı. Bu arkadaşlığı, gazetecilik hayatının da en büyük baş ağrısı, en çok eleştirilen yönü oldu.  ‘’Gazeteci işini çok seven, yönetilmekten nefret eden ve devlet yöneticileriyla asla ahbap olmaması gereken insandır’’ diyecek ve ekleyecekti: ‘’Efsane gazeteci Walter Lippmann, benim Kennedy ile olan dostluğumu duyunca bana bu ikazda bulunmuştu.

Açık sözlü dobra bir adamdı. WASP bir aileden geliyordu, Harvard’ta okumuştu ama İkinci Dünya Savaşı’nda 4 yıllık donanma deneyimi onu sokağın da diline kültürüne hakim hale getirmişti. Bir gün Washington Post sayfalarında yayınlanan bir haberdeki bariz hatayı biraz kaba ve alaycı bir üslupla bildiren bir okur mektubuna cevaben, ‘’Senin gibi piçler gelip ensemize tüy dikmesin diye bizim gibi piçler, her haberi çok daha dikkatlice kontrol ettikten sonra yayınlamak zorundayız’’ diye yazacaktı.

 

Gazeteci görmezse, bütün toplum kaybeder!

 

Sorunların sümenaltı edilmesinin ve medyanın kamu düzeni adına buna ortak edilmesinin, hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi, örtülen sorunların çok daha büyük ölçekli olarak yeniden ortaya çıkacağına inanırdı. Örneğin, 1949 yılında Washington Post’un genç bir muhabiriyken sadece beyaz müşterilere hizmet veren bir yüzme havuzu etrafındaki ırkçılık tartışmasını haber yapacaktı. Tartışma kısa sürede büyüyecek ve yüzlerce kişinin katıldığı bir isyana dönüşecekti. Bradlee, taraflar ve polisle görüşerek kapsamlı bir haber hazırlamıştı. Ancak Bradlee, gazeteyi eline aldığında haberini ana gazetede göremedi. Haber gazetenin şehir ekinin iç sayfalarına adeta gömülmüş ve ‘isyan’ yerine ’olay’ gibi sözcüklerle oldukça küçük gösterilmişti. Bradlee hemen editörlere giderek tepki gösterdi Gazetenin patronu Philip Graham onu odasına çağırdı. Odada, Washington DC şehir yönetiminden bazı yetkililer olduğunu gördü. Graham, Bradlee’nin şahitliğinde yetkililere, ‘eğer şehirdeki tüm yüzme havuzlarını bu sezon için kapatıp, gelecek sezonda ise ırk ayrımına karşı entegre şekilde açarlarsa, haberi asla büyütmeyeceklerini’ söyledi. Yetkililer kabul etti. Ama bu uzlaşma Bradlee’nin içine hiç bir zaman sinmedi. Tom Kelly’nin, The Imperial Post adlı kitabında aktardığına göre, Bradlee, ‘’Eğer o gün haberi birinci sayfadan büyükçe girseydik, 1969 Washington DC isyanı 1949’da çok daha küçük ölçekli gerçekleşecekti. Ve bu hem şehir hem herkes için çok daha hayırlı ve daha az maliyetli olacaktı’’ diye konuşacaktı.

Bradlee, aynı hayıflanmayı Vietnam Savaşı’nın sonunu getiren ‘’1971 yılında Pentagon Belgeleri’nin medyaya sızması olayı’’ için de yaşayacaktı: ‘’Eğer Pentagon Belgeleri, 1971’de değil de 1963’te medyaya sızsaydı ne olurdu?’’. Hiç şüphesiz, Vietnam Savaşı o kadar büyümeyecek, ABD o kadar kayıp vermeyecek o kadar büyük utanç yaşamayacaktı. Bu yüzden de, ‘ulusal güvenlik’ gerekçesiyle haberlere sansür çabalarına hep direndi.

Watergate hakkındaki ısrarlı haberlerinin gerekçelerini açıkladığı 30 Mayıs 1973 tarihli ünlü mektubunda şöyle yazacaktı:

"Vicdanlı ve adaletli şekilde gerçeği yazdığı sürece, gerçeğin ortaya çıkmasının sonuçları hakkında endişelenmek gazetecinin işi değildir. Bir ülke için hiçbir gerçek, uzun vadede yalanlar kadar tehlikeli değildir. Bütün içtenliğimle inanıyorum ki gerçekler, insanı özgür kılar".

 

Gazetecilik, bir keyif mesleğidir

 

David Remnick, önceki gün New Yorker’da Bradlee’nin ardından yazdığı yazısında, Bradlee ve Post’un patronu Katharine Graham’ın Pentagon Belgeleri’ni yayınlama cesaretlerinin, ideolojik bir saiki olmadığını yazıyor ve ekliyor: ‘’ABD Anayasası'nın ifade özgürlüğünü garanti altına alan birinci tashih maddesine ve gazeteciliğe sadakatlerinden kaynaklanıyordu tavırları.’’

Gelmiş geçmiş en hevesli gazetecilerden biriydi ve hevesi müthiş bulaşıcıydı. Bir şey keşfeden, bir gizemi ortaya çıkaran habercilikten büyük keyif alıyordu. Gazeteciliğin bir keyif mesleği olduğuna inanıyordu. ‘Çalışırken keyifli vakit geçirin’ derdi. Çalışırken iyi vakit geçiriyorsanız, ortaya harika bir gazete çıkar diyordu. Mottosu ise, bir lise öğretmenin kulağına küpe olmuş sözüydü: ‘’En iyisi bugün, daha iyisi yarın!..’’

Amerikan gazeteciliğinin birçok ünlü ismini mesleğe o kazandırdı. Başarılı yöneticiliğin sırrı olarak sürekli, ‘İşe birini alacaksanız, sizden daha akıllı ve potansiyelli olanları seçin ve yeteneklerinin inkişaf edebileceği ortamı verin’ tavsiyesinde bulunurdu. Lüks yaşama değil gerçeğe aç insanların mesleğidir gazetecilik. Gerçekse, her zaman herkesi memnun etmez. Gazetecilikte herkes tarafından sevilme ihtiyacı olmaz. Herkes tarafından saygı duyulma ihtiyacı olur.

San Francisco Chronicle gazetesinin eski yayın yönetmeni Phil Bronstein’in deyimi ile ‘’Aslan-kral gazete yayın yönetmenlerinin sonuncusu’’ydu. Odasının duvarlarını camdan yaptırarak, muhabirlerini izlemeyi ve onların da kendisini sürekli izleyebilmesini sağladı. Bir haber ordusu komutanı gibi oldu. Kendisinin halefi Leonard Downie bir defasında, ‘’Biz bu adamın ardından sonucu ne olursa olsun her yokuşu aşıp, her savaşa girebilecek bir haldeydik’’ diye anlatacaktı karizmatik etkisini. Bradley’nin Vietnam Savaşına gönderdiği muhabirlerden, sonradan romancı olan Ward Just da, ‘’Onu şahsen tanımamış birine onun kişiliğini anlatmak çok zor. O istediğinde, düşünmeden elinize makineli tüfeği alıp yolunda savaşacağınız kişilerden biriydi. Böylesi hayatınızda nadiren karşınıza çıkar’’ diye anlatarak Downie’yi onaylıyor.

 

Her resmi açıklama hakkında makul şüphe

 

ABD Başkanı Obama, Bradlee ile ilgili taziye mesajında şöyle dedi:

‘’Onun için gazetecilik bir meslekten çok, demokrasimiz için hayati bir bir kamu yararı çabasıydı.’’

Mesleğine bu bakışa en çok da Watergate skandalı günlerinde sahip oldu. Nixon’dan nefretinin tek bir nedeni olduğunu söylüyor: Yalan. Pentagon Belgeleri, Amerikan kamuoyuna savaş hakkında ve savaşı büyüten politik kararlar hakkında sistematik şekilde yalan söylendiği ortaya çıkmıştı. Watergate skandalı ise Bradlee’nin Nixon yönetimine olan güvenini tamamen bitirdi. Nixon’un yönetim tarzından, söylemlerinden müthiş rahatsız olmaya başlamıştı. ‘’Nixon, yalan üstüne yalan konuşmaya başladı. Durmadan yalan konuşuyordu çünkü, Amerikan kamuoyunu aldatmayı ve böylece işlediği bütün suçlardan kıçını kurtarmayı hedefliyordu’’ diye anlatacaktı anı kitabında. Yine ‘’Watergate’ten sonra, devlet yetkililerinden bir konuda her resmi açıklama duyduğumda, kendimin de o konudaki asıl gerçeği araştırmam gerektiği hissi gelişti’’ diye yazacaktı.   

Nixon’un ABD’ye en büyük karanlığı yaşattığı dönemde, ABD gazeteciliğinin de en aydınlık zamanını yaşamasına neden olduğunu söyleyecekti. Watergate skandalı sırasında, Post, Nixon yönetiminin yalanlarını her yazdığında, yönetim onu ve gazetesini, yalancılıkla, iftirayla, komplo peşinde olmakla suçlayacak ve iddiaları reddedecekti. Ancak, Nixon’un ses kayıtları ortaya çıkınca, Washington Post’un bütün yazdıklarının doğru olduğu ispatlanmıştı. ‘’Nixon’un bu ses kayıtları’’ demişti bir keresinde, ‘’Mezara yüzümde büyük bir gülümsemeyle girmeme neden olacak."

93 yıl bu yakışıklı ve karizmatik adamın birçok fiziksel özelliğini silmişti. Yüzündeki geniş gülümseme hariç. O hep kaldı...

@CemalTDemir

 

Yazarın Diğer Yazıları

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (4)

Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu… 

İki Amerika’nın siyasi savaşının tarihine yolculuk (3): Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti nasıl kuruldu?

“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (2): “Demir demiri biler, insan da insanı”

Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu

"
"