Paul Auster’ın ABD’de ve Birleşik Krallık’ta yeni yayımlanan Bloodbath Nation adlı kitabı bugüne kadarki yapıtlarından çok farklı. Ne New York Üçlemesi’nin karmaşık olaylar dizisine karışan bir polisiye roman yazarının farklı kimliklere girmesinin anlatıldığı ilk kitabı Cam Kent’e benziyor; ne Blue (Mavi) adında bir özel dedektifin, White (Beyaz) adındaki müşterisi için Black (Siyah) adlı kişiyi soruşturmasını konu alan ikinci kitabı Hayaletler’e; ne de kayıp bir yazarın yaşamöyküsünü yazmak için onun yaşamını araştıran bir yazarın yavaş yavaş kayıp yazarın kimliğine bürünmesini işleyen üçüncü kitabı Kilitli Oda’ya.
Bloodbath Nation’ın “kahramanlar”ı, Ay Sarayı ve Leviathan’ın başka birinin yaşamını araştırarak kayda geçirmeye çalışan kişilerine de benzemiyorlar. Bu yeni kitap, Auster’ın, hem babasına ilişkin anılarını hem de yazma üstüne düşüncelerini içeren Yalnızlığın Keşfi adlı yapıtından da çok farklı.
Karmaşık ve gizemli romanlarında genellikle insanın kimliğini ve yaşamın anlamını arayışını konu almış olan Auster, bu kez ABD toplumunun dokusunu paramparça eden bir salgını ele alıyor. Ama bu bulaşıcı hastalık son yıllarda insanlığın üstüne kâbus gibi çöken Koronavirüs salgını da değil. Kurbanları arasında yetişkinlerin, gençlerin, çocukların, hatta bebeklerin de bulunduğu silah taşıma ve silahlı şiddet belası.
Silah taşıma hakkı günümüz ABD’sini nerdeyse ortadan ikiye bölen tartışma konularından biri. Auster, damadı Spencer Ostrander’ın fotoğrafları eşliğinde, daha fazla ölüm ve acıyı önlemenin bir yolunun bulunması için her iki tarafa da çağrıda bulunuyor. Evet, Ostrander’ın kitle kıyımlarının yapıldığı yerlerde çektiği fotoğraflar Auster’ın metnine eşlik ediyor.
Auster’ın kitabından bir fotoğraf.
Auster’a bakılırsa, fotoğraflarda cesetlerin, hatta hiçbir insan figürünün görünmemesi, tek bir silahın bile bulunmaması, o silahlı katliamlara herhangi bir göndermenin olmaması, yalnızca ABD’den sıradan, kasvetli manzaraların ortasındaki çirkin binaların bulunması onları daha da çarpıcı kılıyor. Kiliseler, okullar, sinema salonları, rock konserleri…
Auster, The Guardian’dan Lisa O’Kelly’ye verdiği söyleşide, “Bir boşluk var bu fotoğraflarda,” diyor. “Çok abartmak istemiyorum, ama bence bu boşluk yarattığımız bu dünyanın, insanların katledilmesinin ülkenin hayatında pek az etki uyandırdığı bu dünyanın boşluğunu yansıtıyor. Gerçi hepimiz allak bullak oluyoruz, hepimiz yakınıyoruz, ama hiçbir şey değişmiyor. Ve silah lobisi o büyük gücünü korumayı sürdürüyor.”
Belki de oyuncak sanayiinden silah sanayiine uzanan bir oluşum bu, çünkü Auster özellikle erkek çocukların çoğunun oyuncak tabancalarla oyun oynadıkları bir kuşaktan geliyor. Ama daha da fecisi, aynı zamanda babası daha altı yaşındayken büyükannesinin büyükbabasını tabancayla vurup öldürdüğü bir aileden geliyor.
Bloodbath Nation’ın temelinde bunların da payı olsa gerek. Ama bu kitabın nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor Auster:
“Damadım fotoğrafçı Spencer Ostrander bir gün bana geldiğinde her tarafta rastladığı silahlı şiddetten ötürü her aklı başında insanın olması gerektiği gibi çok üzgündü. Ülkenin dört bir yanını dolaşmaya, son yirmi yılda toplu silahlı saldırıların meydana geldiği yerlerin fotoğraflarını çekmeye karar verdiğini söyledi. Gerçi, bu kitapta da söylediğim gibi, toplu öldürümler ABD’de silahla öldürülenlerin çok küçük bir bölümünü oluşturuyor, ama akıllara durgunluk verici bir sıklıkta gerçekleşiyor — hemen her yıl günde bir. Spencer iki buçuk yıl boyunca uzun yolculuklara çıktı ve sonunda 30-40 yerden fotoğraflar çekti. Fotoğrafları bana gösterdiğinde, ‘Bence bunlar çok etkileyici fotoğraflar, bunları bir kitap olacakmış gibi bir araya getirebilirsen belki ben de onlara eşlik edecek bir metin yazabilirim,’ dedim. O sırada bu yalnızca bir düşünceydi, ama geliştikçe aramızda bir tür diyaloga dönüştü, yazar ile fotoğrafçı arasında bir diyaloga.”
Paul Auster (solda) ve Spencer Ostrander (sağda)
Bir kitapla ne başarılabilir, bir kitap neyi değiştirebilir? Auster, O’Kelly’nin sorularını yanıtlarken sırtını umuda dayıyor, umutsuz yaşanamayacağını söylüyor:
“Bir tartışmayı, kendi kendimize yarattığımız bu korkunç duruma nasıl koyacağımız konusunda bugüne kadar ABD’de gerçekten hiç girişmediğimiz bir tartışmayı başlatacağını umuyorum. Bunu destek vermek ve gönüllüsü olmak için can attığım ulusal bir proje olarak görüyorum ve nasıl bir etkisi olacağını çok merak ediyorum. Umarım ABD dışındaki insanlar için de yol gösterici olur, çünkü Britanyalı ve Avrupalı dostlarımın pek çoğu ABD’deki silahlı şiddeti anlamaya kalktığında şaşkına dönüyor. O yüzden, bu olayın geçmişini açıklamaya çalıştım… Her iki tarafın da görüşmek ve bu kâbusu sona erdirmek isteyecek olması, benim çok büyük, ütopik bir hayalim… Ama bir umudum olamayacaksa, bir çözüm bulma olasılığını hayal edemeyeceksem, hayatta kalmak nasıl mümkün olabilir ki?”
ABD halkının bu “silah sevdası”nın ne zaman ve nasıl başladığına gelince… Auster bu “sevda”nın daha en başlarda başladığı kanısında. İlk Britanyalı yerleşmeciler anakaraya adım attıklarında… Toprakların gerçek sahibi Yerliler’in kökünü kazımak için silaha sarıldıklarında... “Silahlara bağlılığımız işte tam da orada başladı,” diyor.
Auster, ABD Anayasası’ndaki bireylerin silah taşımasına izin veren ikinci değişikliğin, birkaç on yıl öncesine kadar büyük ölçüde göz ardı edildiğini, ancak ABD Başkanı John F. Kennedy’nin, insan hakları savunucusu Martin Luther King Jr.’ın, başkan adayı Robert F. Kennedy’nin suikastlere kurban gittiği kargaşalı 1960’larda yeniden gündeme geldiğini ve tartışılmaya başladığını söylüyor.
Auster’a göre, silah taşımanın özsavunma kapsamında bir hak olduğu tartışmasını ilk başlatan grup Kara Panterler’di. Burada çok ironik bir durum vardı, çünkü Kara Panterler’in sahneden çekilmesinden sonra silah taşıma hakkının savunulması Beyaz sağ kanat tarafından benimsenmişti!
Publishers Weekly, Auster’ın yeni kitabını “ABD’deki silahlı şiddetin nedenlerine ve sonuçlarına güçlü bir bakış” olarak niteliyor. Kimi yorumcular da, Bloodbath Nation’ın, şu sıralar ABD’de tam da ihtiyaç duyulan kitap olduğunu vurguluyorlar. 1968’den bu yana ülkede bir buçuk milyondan fazla ABD’linin silahla öldürüldüğünü düşünecek olursak, haklılar da…
Anlaşılan, Auster bu kez romanı, öyküyü bir yana bırakmış, silaha karşı kaleme sarılmış… Tıpkı Ferit Edgü’nün birkaç yıl önce romanı, öyküyü bir yana bırakıp Cahil’e karşı kaleme sarıldığı gibi...
Celal Üster kimdir?
Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı.
Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı.
Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü.
Robert Louis Stevenson, H. G. Wells, Jaroslav Hašek, James Joyce, Liam O'Flaherty, George Orwell, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Roald Dahl, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı.
Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı.
|