23 Ocak 2015

Cizre gerçeği: 'Paralel' bahanesiyle seçime kadar PKK'yı oyalama hayali!

Cizre'de bugün yaşananları anlamak için olaya bir de yakın tarihsel süreç açısından bakmak gerek...

Yıllardır, bölgedeki "devlet aygıtları"; JİTEM, korucular, Hizbullah, özel tim ve Ergenekon'un kıskacında olan Cizre'de bugün yaşananları anlamak için olaya bir de yakın tarihsel süreç açısından bakmak gerek. Çünkü bu kanlı geçmiş "hayal" değil, gerçek.

Uğursuz bir karanlık çökmüştü Cizre'ye.

Binlerce mermi gecenin içinden ışıklı izler bırakıyor, yeri göğü silah sesi, barut kokusu kuşatıyordu.

Bir kesilip geliyordu elektrikler de.

Bir odada oturuyorduk Doktor Mehmet Emin Dindar'la.

Herkes evlerine çekilmiş, bir an önce günün ışımasını bekliyordu.

Dr. Dindar Fazilet Partisi'nden Cizre Belediye Başkalığına aday olmuştu.

O gün seçim yapılmış ve sayımda önde gidince korucular, seçim kurulunu, sandık başlarını basmıştı.

Dindar Cizreliydi ama uzun yıllar İstanbul'da yaşamıştı. Büyükşehir Belediyesi'nde görev alması nedeniyle "Recep Tayyip Erdoğan'ın doktoru" diyordu herkes ona.

Karşısında, bir önceki dönem, 27 Mart 1994'teki seçimlerde  belediye başkanı seçilen "korucubaşı" Kamil Atak vardı.

Aslında o dönem yaşananlar; bugün bile sorgulanmayan, Türkiye tarihinin sayfalarına kara bir leke olarak yansıyacak bir süreçti.

 

JİTEM, korucubaşı, Hizbullah...

 

Geçmişi ilginç bir adaydı 94 seçimlerinde Cizre Belediye Başkanı seçilen ve 18 Nisan 1999 seçimlerinden yeniden belediye başkanlığına aday olan Kamil Atak.

1986'ta Van'da iki çobanı öldürmek suçundan aranırken, Cizre'deki köyünde oturduğu halde hiç bulunamadı. Bir yıl sonra  dönemin JİTEM komutanlarından Cem Ersever'le tanıştırıldı ve "korucubaşı" oldu.

Aranırken 1994 seçimlerinde sahte okur yazar belgesiyle ve elbetteki daha sonra katliam suçundan yargılanacak olan  bölgede görevli bir subayın desteğiyle DYP'den Cizre Belediye  Başkanlığına aday oldu ve seçildi.

99 seçimlerinde Atak bu kez DYP'den değil ANAP'tan adaydı. Ancak rakibi FP'li Dindar seçimleri önde götürüyordu ve bunun üzerine sandık başları, ilçe seçim kurulu korucuların baskınına uğramış, Cizre "kurşun ablukası"na alınmıştı.

Kurşun yağmuru altında evinde birlikte seçim sonuçlarını beklediğim Dr. Dindar o geceyi şöyle anlatacaktı:

"Tehditler, baskılar altında bir seçim kampanyası yaşadık. Beni destekleyen 100'den fazla kişi gözaltına alındı. 137 sandıktan 38'i Kamil Atak'ın  mahallesinde gece 11.00'e kadar rehin tutuldu. Parti gözlemcileri sandık başlarından korucuların dipçikleriyle kovuldu. Gece 12.00'den sonra binlerce mermi attılar. Kendi kendilerine sıkıyönetim ilan ettiler. Gece saat 10.00'daki sonuçlara göre 1700 oy öndeydik. Sabah kalkınca Kamil Atak 33 oyla seçimi kazanmıştı."

Büyük bir mücadeleye girişti seçimlerden sonra Dindar. Atak'ın tahsil durumunun "Cahil" olduğunu, "birden fazla kişiyi öldürmek" suçlarından arandığını kanıtladı ve belediye başkanlığını düşürdü.

Atak gidip teslim oldu, sadece dört gün yatıp, tanık ifadeleri değiştiği için tahliye edildi.

Yapılan yenileme seçimlerinde de Dr. Dindar Cizre'nin yeni Belediye Başkanı seçildi.

Atak hakkında daha sonra Cizre'de  faili meçhul cinayetlerde birçok kişinin öldürülmesiyle ilgili kendisini destekleyen bir subay ve başka korucularla birlikte dava açıldı.  Atak bu  davadan da bir süre tutuklu kaldı. Yargılanması sürecinde kendisi hakkında anlatılanlar arasında bazı PKK'lileri zehirleyerek öldürdüğü, PKK'ye yardım ettiğini düşündüğü kişileri Hizbullah militanlarına teslim etmesi, onların da üs olarak kullandıkları Cizre'nin bir köyünde bu kişileri sorguladıktan sonra kurşuna dizdikleri iddiaları da yer aldı.

Şimdi zaman tünelinden geçin ve 2013'ün Mart  ayına gelin.

Şırnak'ın Cizre'ye komşu ilçesi Silopi'de Ciner Termik Santralı'nın açılışını dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yapıyor.

Protokol tribününde iki eski Cizre belediye başkanı var.

Biri, 1999 seçimlerinde Cizre Belediye Başkanı seçilen ve son seçimlerde Şırnak'tan AKP milletvekili olan Dr. Mehmet Emin Dindar'dır.

Diğeri ise 1994'te Cizre Belediye Başkanı olan ve 1999 seçimlerinde seçilme şartlarına haiz olmadığı için belediye başkanlığı elinden alınan, "korucubaşı" olarak hakkında faili meçhul cinayetlerden dava açılan Kamil Atak'tır.

 

'Karanlık dehlizlere terk edilen cinayetler'

 

Bütün bu yaşananların, hatta daha da fazlasının, beynimden yıldırım hızıyla geçmesine neden olan, bir gazetecinin sorduğu soruydu.

Barış Meclisi'nin Cizre'de yaşananlarla ilgili olarak yaptığı bir basın toplantısındaydık Taksim'de. Moderatörlüğü yazar Necmiye Alpay yapıyordu.

Bir yanında Şırnak Baro Başkanı Nuşirevan Elçi, diğer yanında Prof. Dr. Levent Korkut vardı.

Sorusunda, özellikle son bir aydır Cizre'de yaşananlarla ilgili olarak bölgede yoğun biçimde dillendirilen bir iddiayı gündeme getiriyordu genç gazeteci:

"90'lı yıllarda Cizre'de görev yapanların göreve dönmesi gibi bir iddia var..."

Gerçekten de büyük bir kabustu 90'lı yıllarda Cizre, Silopi, Şırnak'ta yaşananlar...

Aslında 1980'li yılların ikinci yarısından sonra bölgenin tümü büyük bir kabusa dönüşmüştü insanlar için.

Cizre ve çevresinde de elbette bunun fazlasıyla yansıması kaçınılmazdı.

PKK'ye destek arttıkça, bölge halkına yapılan zulüm artıyor, zulüm arttıkça PKK'ya verilen destek kitleselleşiyordu.

89'da Cizre'nin Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirilmesi olayı, elbette en büyük kırılmalardan biriydi.

Artık her Newroz'da kan akıyordu Cizre'de.

Yüzü kar maskeli özel tim polisleri sanki zulüm ve ölüm müfrezesi gibi dolaşıyordu.

Aslına bakarsanız bölgede ilk maskeyi takan, yüzünü örten yöre halkı ve gençleri değil,  devletin özel tim polisleriydi...

Hatta bunlardan biri , 1992 Newroz'unda Sabah Gazetesi'nden İzzet Kezer'i kafasından tek kurşunla vurmuştu. Aynen bugün Cizreli çocukların vurulduğu gibi.

Elbette İzzet'in katili üzerinden geçen 23 yıla rağmen bulunamadı.

Bugün tıpkı Cizreli çocukların katillerinin bulunmadığı gibi.

Köylerin boşaltılması, faili meçhuller, Hizbullah adı altında insanları enselerinden tek kurşunla öldüren katiller, JİTEM'in bölgedeki BOTAŞ'ta kurduğu işkence tezgahları, ölüm kuyuları, gözaltında kaybedilenler, katliamlar,  sonradan general olarak Ergenekon sanığı olacak, o dönemin bölgede görevli subayları...

PKK de, bu kanlı devlet zulmüne benzer yönemlerle karşılık veriyor, bölgede yaşanan vahşetin bir diğer tarafı oluyordu.

Bu süreç de PKK'ye desteği arttırdıkça arttırıyordu. Artık insanlar kitleler halinde devletin kurşunlarının üstüne yürür hale gelmişti.

Böylesine bir başkaldırıya ilk kez Cizre'de tanık olduğumda, benim için bugün  yaşadıklarımız çoktan görünür olmuştu, daha o yıllarda.

İşte bu kanlı  geçmişten hareketle, toplantıda okunan Barış  Meclisi açıklamasında "Son dönemde yaşanan ölümler ve olayları Çözüm Süreci'nin her iki tarafı provokasyon olarak tanımlıyor. Cizre'de olduğu gibi gençlerimizin öldürülmesini provokasyon türü açıklamalarla geçiştirilmesi var olan güvensizliği derinleştirmekte ve kaygıları artırmaktadır. Bu tutum cinayetlerin geçmişte olduğu gibi karanlık dehlizlere terk edilmesi korkusunun doğmasına yol açıyor" deniyordu.

 

Çok katmanlı provokasyon

 

Cizre'de 6-8 Ekim olayları kansız atlatılmıştı ama Aralık sonundan bu yana toplam dokuz kişi öldürülmüştü.

Bir hesaba göre bunlardan yedisi YDG-H yanlısı gençlerdi. Bir kişi Hizbullah'a yakındı. Herhalde bir kişi de bu kan gölü içersinde, kan davasına kurban gitmişti.

Şırnak Barosu Başkanı Elçi'ye göre kanlı bir geçmişi olan Hizbullah-PKK çatışması yeniden canlandırılmak isteniyordu. En azından olaylar bu ambalajla kamuoyuna öyle sunuluyordu.

Elçi'nin bu tezini destekleyen kanıtlardan biri de öldürülenlerin çoğunun tek kurşunla ve kalbinden ya da kafasından vurulmasıydı. Çünkü çatışmada öldürülenler en az birkaç mermiyle, vücudunun çeşitli yerlerinden taranıyordu.

Neredeyse tümü plakasız dolaşan zırhlı resmi araçlar, ellerinde emniyet envanterinde olmayan kırma ya da pompalı tüfeklerle, yine envanterde olmayan mermileri atan sivil polisler... Ki son olarak bunlardan biriyle 12 yaşında bir çocuk kafasından vurularak öldürüldü.

Önce bakanından başbakanına kadar reddedilse de sonunda "emniyet görevlilerinin kusuru olabileceği" kabul edildi.

İşin başka bir ilginç noktası da her sağlanan uzlaşmanın, tarafların birbirleriyle yaptıkları görüşmede hemen hemen anlaşmış olmalarının, hendeklerin kapanmaya başlamasının, hatta Öcalan'ın "durun" talimatının Hatip Dicle tarafından Cizre'ye getirilmesinin hemen ardından bir kişinin öldürülmesiydi.

İşin her yanı, çok katmanlı bir provokasyona işaret ediyordu.

Ama yaşanılanlardaki anormallik bunlarla da sınırlı değil.

İktidarın Cizre'de güvenlik görevlisi, özellikle polis şefi atamasındaki tutum da ilginç bir seyir izliyordu.

Dört kişinin ölümünden sonra Cizre Emniyet Müdürü görevden alındı. Buna "olumlu bir adım" olarak bakıldı. Zaten, Şırnak Baro Başkanı Elçi'nin önerdiği çözüm yollarından biri de bölge halkıyla doğru iletişim  kuracak güvenlik görevlilerinin  atanmasıydı Cizre'ye.

Ancak,  yaşanan kanlı olaylardan sonra atanan Emniyet Müdürü, Hrant Dink davasının sanığı, hakkında bu davadan yurt dışına çıkış yasağı konmuş bir polis şefiydi.

Bu  süreçte olaylar da tırmandıkça tırmandı.

Yeni Emniyet Müdürü görevde daha 20 gününü doldurmadan birbiri ardından ölümler gelmeye devam etti, bu arada atanan müdür hakkında da Hrant Dink davasından tutuklama  kararı çıktı.

Yerine de dört kişinin ölmesinden sonra görevden alınan emniyet müdürü geçici görevle atandı.

Herkes "Ne oluyor?" derken, daha bu  atamanın üzerinden 12 saatten fazla bir zaman geçmeden, başka bir emniyet müdürü "asaleten" görevlendirildi.

Geçmişle de harmanlayıp bakınca, iktidarın yaptığı gibi şimdi bütün bu  yaşananları bir "paralel"e bağlamak,"paralel" bahanesinin arkasına sığınmak mümkün değil.

Böyle bir "bahane" üretmek, olsa olsa "paralel"in arkasına sığınıp  "Çözüm Süreci"ni yerinde sallayarak "gidiyormuş" gibi gösterme, seçimlere kadar PKK'yi oyalama hayalidir.

Bu çok tehlikeli bir hayaldir Türkiye'nin geleceği için. Çünkü her hayalin ardından "Hayaldi gerçek oldu" denmez!

Yazarın Diğer Yazıları

Saray’ın inadına karşı ‘İnadına HDP’

7 Haziran’dan sonra parti binaları 400’e yakın ırkçı-şoven saldırıya uğrayan HDP, olanaklarının çok ötesinde bir kampanya yürüttü

Yap, yap! Zulmün artsın ki sonun çabuk gelsin!

Üç gün sonra milyonların hesap soracağı 1 Kasım sandığı var! Ama yap, yap! Son bir çaresizliğin tetiklediği cinnetinle sen yine de yap!

Sınır ötesinden son anket: AKP yüzde 40'ın altında

Erbil merkezli Kurd Tek'in anketine göre CHP ve HDP oyları yükseliyor, MHP ve AKP oyları düşüyor

"
"