Cumhuriyet'in önünde "şeriatçı", Akit'te "Atatürkçü"; gündüz "cihatçı", gece "meyhaneci"; Paris'te "Charlie", Ankara'da "Kouachi' olanlar... Sanki bir Fellini filmi izliyoruz. İmge, fantezi, "nostaljik kostümler", abartı, hatta Kiziroğlu Mustafa Bey bile... Her şey bu filmde...
Durmaksızın değişiyor sahne.
Heyecan dorukta.
Soluk soluğa peşine düşmüşüz bir parçası olduğumuz maceranın.
Koca ülke bir sinema salonu...
Perdede kusursuz bir Federico Fellini filmi var.
İmgeler havada uçuşuyor.
Fantezi tavan yapmış.
Abartı, bir tsunami gibi üstümüze geliyor.
"Nostaljik kostümler" giymiş figüranlar kızdıkları gazeteyi yakıyorlar.
Belli ki gazetenin okunduğu değil de yakıldığı bir çağdalar hala.
Zaten "Cumhuriyet paçavrasını basmaya gidiyoruz" diye çağrı yapmışlardı.
Anlaşılan "gazete basmak" onlar için matbaada gerçekleştirilen bir işlem değil, komşu kabilenin mağarasını talan etmek gibi bir eylemdi.
Kiminin elleri "Rabia" olmuş, bazıları Rockçulardan apartma "Bozkurt" işareti yapıyor, "şahadet parmağı" havada kiminin.
Hep birlikte bağırıyorlar:
"Kouachi kardeşler onurumuzdur!"
Belli ki kendilerine Paris'teki Charlie Hebdo katillerinden bir "onur" çıkarmışlardı.
Sosyal medyadan her dakika bilgi akıyordu Cumhuriyet Gazetesi'nin önündeki eylemden.
Bu protesto gösterisini yapanlarla aralarında "fikir paralelliği" olan bir başka grup da Yeni Akit Gazetesi'nin önünde toplanmaya başlamıştı.
Orada da "protesto gerilimi" başlıyordu.
Nasıl bir fikir olabilirdi ki aynı anda hem Cumhuriyet'i, hem de Yeni Akit'i protesto eden?
Cumhuriyet'in önündeki eylemin nedeni, gazetenin katliamdan sonra çıkan ilk Charlie Hebdo Dergisi'nden bir seçki vermiş olması.
Eylemciler peygamberlerine hakaret edildiğini düşünüyor (Bu "düşünüyor" sözcüğüyle maksadımı aştığım için "sanıyor"la değiştiriyorum).
Yeni Akit'e ise "Atatürk'e hakaret edildiği için" kızgınlar.
Daha sonra gazete yönetiminin "Bizim resmi sitemiz değil" dediği bir sosyal medya hesabına iki Mustafa Kemal fotoğrafı yüklemişler. İki fotoğrafla da oynanmış photoshopla. Birinde melon şapkasının üzerine giydirilmiş bir Davut yıldızıyla Atatürk'ü bir "Mason Locası üstadı" gibi göstermeye çalışmışlar.
İkinci fotoğrafta ise yüzü gözü hem yaralı-bereli, hem de dudakları boyalı, kaşı sürmeli bir makyajla ortaya komik bir Mustafa Kemal görüntüsü çıkarmışlar.
Şunu demek istiyorlar aslında iki fotoğrafında üzerine koydukları ortak metinle: "Siz, 'fikir özgürlüğü' adına bizim peygamberimize hakaret ettiniz, buyrun bu da bizim 'fikir özgürlüğü' hakkımız!"
Hani ortaokulda bir öğrenci yapsa, ilkokula yeniden başlatırsın ama fotoğraflara tepki gösterenlerin düzeyi de aynı olunca ortaya bir "hır mevzuu" çıkmış.
İş burada kalsa iyi...
Cumhuriyet'in önünde eylem yapanlar tweet atmaya başladı:
"Cumhuriyet'teki işimiz bitti, şimdi Yeni Akit'in önündeki arkadaşlara destek vermeye gidiyoruz."
Yani Cumhuriyet'in önünde "şeriatçı" olanlar, Yeni Akit'in önünde "Atatürkçü" olacaklardı.
Zaten attıkları başka tweetler de bu "düalizmi" doğrular nitelikteydi:
"Peygamberimize de Ata'mıza da laf söyletmeyiz."
Eylem Cumhuriyet'in önünden Yeni Akit'in önüne doğru kaymıştı.
Ancak bu arada inanılmaz tweetler de sürüyordu:
"Akit'in müdürü N.K. gazeteye sarhoş döndü, üzerimize ateş ediyor."
Hoppala... Kimilerinin Cumhuriyet'in önünde "şeriatçı", Yeni Akit'in önünde "Atatürkçü" olduğu yetmemiş; "dini bütün gazete"nin müdürünün gündüz "cihatçı", gece "meyhaneci" olduğu ortaya çıkmıştı.
Bazıları altı el, bazıları on el ateş ettiğini öne sürüyordu gazete müdürünün.
Allahtan nişancılığı da gazeteciliği gibi isabetsizmiş ki kimseyi vuramamış!
Sadece eylemciler değil elbette Şişli'de "şeriatçı", Bağcılar'da "Atatürkçü" olanlar ya da gündüz "gazete cihatçısı", gece "meyhane muhabbetçisi" olanlar.
Bu hikayede daha çoook "Fellini kahramanı" var.
İslamcı çeteler "Peygambere hakaret ediyorlar" diye Charlie Hebdo Dergisi'ni bastı, 12 kişiyi kurşuna dizdi, dünya ayağa kalktı 'ifade özgürlüğü' adına.
Fellini'nin son kahramanı da gitti koşa koşa Paris'e.
"Ben de Charlie'yim" diye yürüyen dünya liderlerinin arasında görünmek için en ön sıraya geçme atraksiyonları bile yaptı.
O sahnede kahramanına "ifade özgürlüğü aktivisti" rolü vermişti usta yönetmen.
Ancak Ankara'ya dönünce rolü değişmişti anlaşılan.
Bu kez belli ki "Kouachi kardeşler anlayışını canlandır" denmişti kendisine.
O da hakkını verdi rolünün:
"Açıkça ‘Gelin bize saldırın’ der gibi bir karikatürü basacaksın. İster istemez herhangi bir gerilimi engellemek için de güvenlik güçlerimiz tedbir alır. Bu ülke insanının Peygambere olan saygısını dünya alem bilir, biz de hükümet olarak basın özgürlüğü ile hakaret etme alçaklığını yan yana koymayız."
Hatta ötesine bile geçmişti rolünün.
Sadece Charlie Hebdo'nun "Kouachi kardeşler"ini oynamakla kalmamış, araya bir de Charlie Chaplin'in "Diktatör"ünü sıkıştırmıştı.
Koşun, koşun; salon, balkon ayakta.
Yeni bir Fellini filmi vizyona girdi; dünyanın en büyük sinema salonu olarak kurulan memleketin birinde...
Şişli'de "cihatçı"lıktan, Bağcılar'da "Atatürkçü"lüğe evrilenler; gündüz "şeriatçı", gece "sarhoş" olanlar; haberde "yalana", atışta "karavana"ya sarılanlar; Paris'te "Charlie", Ankara'da "Kouchai" olanlar.
Haydi beyler! Film başlıyor. 32 kısım, tekmili birden.
Maestro müzik!
"Bir hışmınan geldi geçti, peh peh peh...
Kiziroğlu Mustafa bey, hey hey hey..."