15 Şubat 2015

Bir daha gelme Kafka! Bu sefer mahkûm değil maktul olursun

"Düşünceye özgürlük" duruşundan "yaşamaya özgürlük" aşamasına doğru evriliyoruz.

'Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim'in 20. yıl formu: 'Eski Türkiye'nin 20 yıl önce hapse mahkum ettiği Franz Kafka'yı 'Yeni Türkiye'de 'Güvenlik Paketi' gibi daha büyük tehlikeler bekliyor

Devlet Güvenlik Mahkemesi heyeti bütün haşmetiyle yerini almıştı.

Sanık ayağa kalktı usulca,

"Siz kimsiniz? Ne yapıyorsunuz burada?" diye konuşmaya başladı:

"Ne demek oluyor bu adalet komedyası. Sorguya çekilen niçin başkası değil de benim? Bunu bilmek isterdim. Siz de bilmiyorsunuz. Emirleri uyguluyorsunuz. Ve bu ad, her nasılsa benim olan bu ad, bir başkasının da olabilirdi. Bir badanacının mesela. Buradan çıkınca evinize gidecek, annenizi, karınızı, çocuklarınızı kucaklayacaksınız. Teker teker alınınca, her birinizin bir insan olması, hepinizin bir vicdanı olması... İşte bunu anlayamıyorum!"

Savcı, fırladı kürsüden:

"Bize hakaret ediyor, suç duyurusunda bulunuyorum."

Tiyatro sanatçısı Mahir Günşiray'dı 13 Mart 1996 tarihli duruşmada bu sözleri söyleyen.

Sözler, Günşiray'ın o günlerde sahneye koyduğu Franz Kafka'nın "Duruşma" adlı oyunundandı. DGM, Kafka'yı sanık olarak 10. Asliye Ceza Mahkemesi'ne yolladı.

Böylece, Aziz Nesin'in ölümüyle 184'e inen sanık sayısı tekrar 185'e yükseldi.

Maalesef hiçbir duruşmaya katılamadı Kafka!

Ama "Düşüncü suçlusu(!?) yoldaşları" bütün yargılanma süresince sandalyesini boş tuttular. 

 Bir yıl sonraki duruşmada Erol Toy'du bu kez DGM heyetine seslenen:

"Millet adına hüküm veren mahkemelerin bulunduğu bir ülkede, devlet adına cinayet işleniyorsa, herhangi bir yerde hâkim olmaktansa, bir zindanda mahkûm olmayı tercih ederim."

Savcı yine suç duyurusunda bulundu "mahkeme heyetine hakaret"ten.

Erol Toy aklandı ama Franz Kafka paçayı kurtaramadı "Türk adaleti"nden.

Mahkemeye Mahir Günşiray suretinde yansıyan Kafka, doğumundan 113, ölümünden 72 yıl sonra  altı ay hapse mahkûm oldu Türkiye'de.

 

DGM avlusunda doğdu özgürlük hareketi

 

Yargıç soruyor, onlar yanıtlıyordu.

Adı "Orhan"dı, soyadı "Pamuk", mesleği "yazar, yayıncı".

Adı "Cenk"ti, soyadı "Koray", mesleği "gazeteci, yayıncı".

Adı "Adalet"ti, soyadı "Ağaoğlu", mesleği "yazar, yayıncı".

Adı "Müjdat"tı, soyadı "Gezen", mesleği "tiyatrocu, yayıncı".

Herkes, mesleğinin arkasına "yayıncı"yı eklemeyi kararlaştırmıştı.

Sıra Bülent Tanör'e geldi. "Mesleğiniz" diye sordu yargıç. "Anayasa profesörü" yanıtını alınca dayanamadı:

"Siz de yayıncılık yok mu?"

Herhalde bir DGM salonunda bu kadar çok gülen sanıklara az rastlanmıştır.

 Ne olmuştu da Türkiye'nin tanınmış birçok aydını, topluca ve gönüllü olarak "yayıncılık" suçundan yargılanıyordu?

Her şey 23 Ocak 1995'te başlamıştı.

Bu duruşmalarda sanık olan aydınların büyük bölümü o gün İstanbul DGM avlusundaydı. Çünkü o gün, Yaşar Kemal sorgulanmaya gelecekti. Ünlü yazarı mahkemede yalnız bırakmamak için herkes sözleşmiş, DGM'nin avlusunu doldurmuştu.

Yaşar Kemal'in "suçu", Almanya'daki Der Spiegel dergisine bir makale yazmaktı. Bu makaleye bölücülük propagandasından soruşturma açılmıştı. DGM avlusundaki 83 kişi şu sözlerin altına orada imzalarını attı:

"... içeriğini onaylasam da, onaylamasam da; sırf düşünceleri açıklama özgürlüğüne duyduğum saygı gereği olarak, yasal baskı altına alınmak istenen düşüncelerin tümünün altına imzamı atıyorum. Bu imza yüzünden bana verilebilecek her türlü cezayı onurla taşıyacağımı duyuruyorum."

 "Düşünce Suçu(?!)'na Karşı Girişim" işte böyle dünyaya geldi DGM avlusunda.

İmzalar hızla toplanıyordu. Benzer başka kampanyalar da vardı. Hepsi birleştirildi. Yöntem belirlendi. 'Kanunun cürüm saydığı neşriyatı nakletmek başlı başına bir cürüm olup, faili aynı cezaya tabidir' diyen TCK'nın 162. maddesi kampanyanın hareket noktasıydı.

Daha sonra 50 bini aşacak imzacı sayısı ilk elde bini bulunca harekete geçildi. Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesine göre suç sayılmış 10 yazarın yer aldığı "Düşünceye Özgürlük" kitabı 8 Mart 1995'te yayımlandı. Bini aşkın yayıncıdan bir grup kendini ihbar etti.

İşte böyle başladı "Düşünceye Özgürlük" yargılanmaları.

Gerisi birkaç yıl sürecek bir komedi!

Dava beraatle bitti ama artık ok yaydan çıkmıştı. Sıra "Düşünceye Özgürlük Kitapçıkları"na gelmişti.

Suç sayılan yazı ya da yazıları bir, üç, beş, 10 yayıncı yeniden basıp kendilerini DGM'ye ihbar ediyordu.

Ayrım yapmadan yüzlerce kişinin "düşünce suçuna" katıldı binlerce kişi.

"Suçlu" görülen söz ya da yazı yeniden basılarak on binlerce kişi kendini "yayıncı" olarak ihbar etti savcılığa. Hakkında dava açılmasını sağladı. Eğer yargıdan beraat kararı çıkarsa da bu kez Yargıtay'a başvurup temyiz etti.

 

Bugün olsa 'Kırmızı Bülten' çıkartılırdı!

 

"Düşünce Suçu(!?)'na Karşı Girişim"in etkinlikleri arttıkça olayın mizah dozu da yükseliyordu.

Bir ara DGM "suçlu yayıncı" oldukları için aralarında Arthur Miller, Harold Pinter gibi ünlü yazarların olduğu, dünyanın çeşitli ülkelerinden 100'ü aşkın yazarı aramaya bile kalktı.

Ancak yapılan gaf anlaşılmış olacak ki, örneğin DGM kapısına "suçlu" olarak dayanan Miller'i karşılarında bulunca ifadesini alamadılar bile.

AKP iktidarındaki "moda" o yıllarda henüz başlamadığı için, "paralel" diye haklarında Kırmızı Bülten çıkartılmasından "dönem farkı"yla yırtmıştı dünyaca ünlü yazarlar.

Aziz Nesin, bu "sivil itaatsizlik" eyleminin beş yıllık öyküsünü anlatan "Düşünceye Özgürlük 2000" kitabı için yazdığı mesajda, "Görüş bildirecek hal kalmadı gülmekten. Aynı suçu işleyen 26 kişiden yalnızca birine dava açıp sonra onun da beraatını istemelerine mi güleyim, yoksa onun beraatını temyiz edişine mi; Genelkurmay mahkemesindeki 'Tavşanın suyunun suyu' davasının acıklılığına mı güleyim, yoksa sanıkların heyete '... biriniz hukukçu bile değil, sivilleri yargılamakta inat ederseniz toptan yok olacaksınız' diye uyarmalarına mı? 'Sokakta yürümek'ten gözaltına alınanlara mı, 'W' harfinin başına gelenlere mi?" diyordu.

Bir dileğini de yazmıştı Aziz Nesin:

"Bu kitapla açılacak yeni davada bir sanık sandalyesini benim için boş bırakın. Hep yanınızdayım."

O günden beri "düşünce suçu"ndan çok kişi sanık oldu, onların "suçları"na katıldığı için her sanığa başka sanıklar katıldı ve Aziz ustanın koltuğu hep boş bırakıldı.

 

20 yıl sonra bir daha buluşuldu

 

2015 Ocak'ında "Düşünce Suçu(!?)'na Karşı Girişim'in 20. yıldönümünü anmak için önce Beşiktaş'taki eski İstanbul DGM binası önünde buluşulmuştu.

DGM'ler kaldırılınca Özel Yetkili Mahkeme olan o sarı, soğuk yüzlü bina bugünlerde boş kalmıştı.

Aradan 20 yıl geçmişti ama girişimin sözcüsü Şanar Yurdatapan aynı enerjiyle "suçlu yayıncıları" bir araya getirmeyi başarmıştı.

Yaşgünü pastası kesip, 20 yıllık anılar tazelenirken, 14 Şubat, hem de Sevgililer Günü'nde bir daha buluşmaya çağırıyordu Yurdatapan herkesi.

Bu defa, amaç  "Siyasal Forum", "Hukuksal Forum", "Toplumsal Forum" başlıkları altında 20 yıllık geçmişin analizini yapmaktı.

20 yıl önceki "suç ortakları"nın bir bölümü ve formları izlemeye gelenler Eminönü'ndeki İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin salonunda tekrar buluştular.

Son 20 yıl içinde aralarından ayrılıp okyanusun sonsuzluğuna doğru yola çıkanların adlarını okuyordu Şanar Yurdatapan tek tek:

"Hrant Dink, Aziz Nesin, Erdal Öz, Bülent Tanör, Demirtaş Ceyhun, Cenk Koray, Metin Özek, Uğur Cankoçak, Zihni Anadol, Arif Damar, Atıf Yılmaz, Şaban Dayanan, İlhan Selçuk, İsmail Gülgeç, Hüseyin Baş, M.Tali Öngören, M. Ali Birand, Ömer Kavur, Hüseyin Sağnıç, Abdülmelik Fırat, Noyan Özkan, Süleyman Üstün, Toktamış Ateş, Yusuf Kurçenli, Mina Urgan, Sacit Kayasu..."

Formlarda, aralarda; konuşulan konuların başında AKP iktidarının getirmek istediği yeni "İç Güvenlik" yasası vardı.

Zaten istediğini istediği zaman vuran...

Muhalifler "Cumhurbaşkanı'na hakaretten" tutuklanırken, hatta "Cumhurbaşkanı'na hakaretten" tutuklanmayı protesto edenler de  "Cumhurbaşkanı"na hakaret"ten tutuklanırken...

Çocukları bile öldüren güvenlik görevlilerinin ellerini kollarını sallaya sallaya gezdiği bu ülkede...

Resmi görevlilerin işlediği suçlar "cezasızlık"la ödüllendirilirken..

Şimdi bu cinayetleri, yaşanılan hoyratlığı birkaç kat arttıracak yasal hazırlıklar içersindeydi AKP iktidarı...

Yani demem o ki, 20 yıllık "suç ortağım, dava yoldaşım" Franz Kafka'ya, "Eğer bir daha bu ülkeye gelirsen, öyle matrak bir yargılanmayla, altı ay hapis cezasıyla kurtulamazsın".

Zaten bu güne az sayıda kalan siyah beyaz "vesikalık" resimlerinde görünen o ki, sende gömlek cebinde bilye, pantolonunun arka cebinde sapan taşıyan "darbeci" suratı; yüz hatlarında molotof kokteyli atacak eylemcilerin gerginliği var.

Biraz sıkışınca da yüzünü hemen örtecek bir adama benziyor tipin.

Biz de zaten "Düşünceye özgürlük" duruşundan "yaşamaya özgürlük" aşamasına doğru evriliyoruz.

20 yıl önceki gibi paraya çevrilecek bir mahkumiyetle yırtamaz, "İç Güvenlik" tamamına erdirilince maktul bile olabilirsin.

O yüzden bir daha bu ülkeye gelme Kafka!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Saray’ın inadına karşı ‘İnadına HDP’

7 Haziran’dan sonra parti binaları 400’e yakın ırkçı-şoven saldırıya uğrayan HDP, olanaklarının çok ötesinde bir kampanya yürüttü

Yap, yap! Zulmün artsın ki sonun çabuk gelsin!

Üç gün sonra milyonların hesap soracağı 1 Kasım sandığı var! Ama yap, yap! Son bir çaresizliğin tetiklediği cinnetinle sen yine de yap!

Sınır ötesinden son anket: AKP yüzde 40'ın altında

Erbil merkezli Kurd Tek'in anketine göre CHP ve HDP oyları yükseliyor, MHP ve AKP oyları düşüyor

"
"