Cizre'nin yıkık sokaklarından birinde Özel Harekat'ın zırhlı aracı yürümekte olan 13-15 yaşlarında bir çocuğun yanında duruyor.
Sokağa çıkma yasağı var.
Önce aracın içindekilerle birşeyler konuşuyor çocuk. Tişörtünü sıyırıp belinde birşey olmadığını gösteriyor. Ellerini kaldırıyor sonra havaya. Panzerden inen iki polis zırhlı araca bindiriyor çocuğu.
Görüntünün ilk bölümü böyle.
İkinci bölümde ise 14 yaşındaki Bünyamin İrci'nin kalbinin üzerinden tek kurşunla vurulmuş, belden yukarısı çıplak görüntüsü çıkıyor karşımıza. Sol kulağının üzerinde de kan var. İkinci bir kurşun izi mi, darbe mi almış, yoksa birileri "hatıra olsun" diye kulağını mı kesip almış, anlaşılmıyor.
Sosyal medyada bu görüntüyle birlikte bir iddia dolaşıyordu.
Özel Harekatçılar tarafından araca alınıp götürülen İrci bir gün sonra öldürülüp atıldığı çöplükte bulunmuştu.
Muhalifler katilleri lanetliyordu sosyal medyada. AKP yandaşları ise "Polisle konuştuğu için, zırhlı araçtan indikten sonra PKK'lılar tarafından 'muhbir' diye öldürüldü" iddiasındaydı.
O ana kadar "kim öldürdü"ye gidiyordu gencecik bir insan.
Ancak daha sonra görüntüdeki polis aracına bindirilenle, öldürülenin aynı kişiler olmadığı ortaya çıktı. Hatta bunu sosyal medyada yayanlardan bazıları özür diledi. Bazıları da sildi.
İşte o andan itibaren "havuz medyası"nın, "yavuz hırsız medyası"nın propagandistleri; köşe yazarları, genel yayın yönetmeni taklidi yapan bütün unsurlarıyla sahneye çıktı. Ak-troller de katıldı bu koroya.
"Aşağılık yalancılar", "Bu hep Erdoğan düşmanlığınızdan", "Gezi'deki yalanlarınızı tekrarlıyorsunuz" gırla gitti sosyal medyada.
Oysa, Özel Harekat aracına binen olsa da olmasa da 14 yaşındaki Bünyamin sol göğsünün üzerinden giren bir silahla vurulmuştu, gerçek olan da buydu.
Bir ölümü unutacak kadar kendilerince yakaladıkları bir "açığın" üzerinde tepinenler aslında Kabataş'taki başörtülü bacı hikayesinden, camiye ayakkabılarıyla girip içki içtilere kadar sarıldıkları bütün yalanları unutturmak derdindeydi.
Oysa "havuz medyası" ile "yavuz hırsız medyası" çoktan gazeteciliği, televizyon haberciliğini bırakmış, "Saray Bülteni" görevini üstlenerek her türlü yalanın, algı operasyonunun aracına dönüşmüşlerdi.
Cizre'de sokağa çıkma yasağının kalktığı, ilçenin kapılarının açılıp halkın sekiz günlük esareti bittiği gün de "müthiş bir gazetecilik örneği" vererek yeni bir yalanı piyasaya sürmüşlerdi:
"Cizre'de 8 gündür devam eden sokağa çıkma yasağı ve beraberindeki olayların perde arkasında terör örgütünün katliam planı yatıyor.
Güvenlik güçleri PKK'nın iç savaşın merkezi olarak seçtiği Cizre'ye gruplar halinde bir ayda 200 azılı suikast timini yerleştirdiğini belirledi. Bu timler halkın evlerini zapt edip yerleşti.
Kuzey Irak'taki Haftanin kampından gelen teröristlere kırsalda yetişmiş azılı teröristler de katıldı. Uzun namlulu silahlar ve patlayıcılarla yığınak yapan suikast timinin hedefinde güvenlik güçlerine çok büyük kayıplar yaşatacak seri eylemler vardı.
Kandil kaos ortamının alevlenmesi için timlere 'Sivilleri de öldürün' talimatı verdi. Bu bilgi üzerine ilçe adeta güvenlik çemberine alındı. Özel harekat timleri o hainleri gasp ettikleri evlere hapsetti. Bu sefer de azılı teröristler 'siviller ölüyor', 'Cizreliler aç kaldı' gibi yalanlar üretti. Bunun üzerine Demirtaş HDP heyetiyle Cizre'ye girmeye çalıştı ancak geri dönmek zorunda kaldı. Güvenlik güçleri operasyonlarda aralarında suikast timlerinin de olduğu 32 teröristi etkisiz hale getirmişti."
Bu haberden sonra Cizre'de sokağa çıkma yasağı kaldırılıp da 20'den fazla insanın öldürüldüğü, 16'sının cenazesinin dün toprağa verildiği görülünce de bu haberin ışığında ne düşüneceğiniz belli; PKK'nin öldürdüğü siviller toprağa veriliyor...
Oysa 100 bine yakın Cizreli katılıyordu 16 kişinin cenaze törenine. Hepsi de devleti sorumlu tutuyordu sivil ölümlerinden ve bütün cenazeler de yeşil, sarı, kırmızı örtüye sarılmışlardı.
Yani, Cizre'deki görüntüyü bu haberle birleştirince ortaya şöylesine çarpık bir durum çıkıyordu:
"PKK Cizre'ye dağlardan 200 kişilik 'azılı suikast timi' yerleştiriyor, bu timler halkın evlerini işgal ediyor, 37 günlük bebekten 80 yaşındaki insana kadar 20'den fazla sivili öldürüyor. Sonra devlet koyduğu sokağa çıkma yasağını kaldırınca cenazelerini günlerce evlerinde saklayan, kokmasın diye buzluklarda tutan insanlar da bu cenazeleri alıp devleti suçlaya suçlaya, yeşil, sarı ve kırmızı bayraklarla gömüyor."
Aklınıza yattı değil mi?
Eğer yatmadıysa başka bir senaryoya geçelim.
İçişleri Bakanı Selami Altınok, 10 Eylül'deki açıklamasında Cizre'de düzenlenen operasyonun bilançosunu veriyor:
"Yedi terör örgütü mensubu ölü ele geçirilmiştir. Bir vatandaş hayatını kaybetmiştir. Terör örgütünün kaybının şu ana kadar 30-32 civarında olduğu değerlendirilmektedir."
Aynı gün yandaş televizyon kanallarında açıklama yapan Başbakan Ahmet Davutoğlu'na göre karşımızda "Tek bir sivil kaybı olmayan Cizre" vardır. Hatta "Tek bir sivil kaybı olmayan Cizre'de sanki büyük bir kayıp varmış gibi yansıtıyorlar" demektedir Davutoğlu.
12 Eylül Cumartesi günü sabah Cizre'nin kapıları açılıyor ve bir gün sonra da 16 cenaze onbinlerce Cizrelinin katılımıyla toprağa veriliyor.
Başbakana göre "hiç sivil kaybı olmayan", İçişleri Bakanına göre "bir vatandaşın hayatını kaybettiği" Cizre'de bu toprağa verilenler kim o zaman?
Sakın bu 16 cenazeden bazıları örneğin 37 günlük bebek Muhammed Tahir Yaramış'a, 13 yaşındaki Cemile Çağırga'ya, 53 yaşındaki beş çocuk annesi Meryem Süre'ye, 60 yaşındaki Eşref Erdin'e, 14 yaşındaki Bünyamin İrci'ye, 70 yaşlarındaki Mehmet Dikmen ve Mehmet Emin Açık ile 75 yaşındaki Mehmet Erdoğan'a ait olmasın!
O zaman sormak gerekmiyor mu hem Başbakan Davutoğlu'na, hem de İçişleri Bakanı Altınok'a:
Hiç sivil ölmemişse, ya da "bir vatandaş hayatını kaybetmiş"se dün toprağa verilen bu kişiler kimlerdi?
Nerede ölü ele geçirdiğiniz yedi teröristin cenazeleri, kimlikleri belirlendi mi, ne yaptınız bu teröristleri, gömdünüz mü?
Ne anlama geliyor "Terör örgütünün kaybının şu ana kadar 30-32 civarında olduğu değerlendirilmektedir" sözü?
Yani 30 ya da 32 (sayı bile kesin değil) PKK'li öldürdüğünüzü düşünüyorsunuz ama ölüleri sizde değil. Cizre'de bu cesetleri gizlemişler! Kendi cenazelerini bile binbir güçlükle koruyabilen Cizreliler ne yaptı acaba o ölü PKK'lileri?
Hani "200 azılı suikast timi" yerleşmişti Cizre'ye ve halkın evlerini zapt etmişti?
Diyelim ki 30-32'sini öldürdünüz. Ya geriye kalanlar nerede? Yoksa siz sokağa çıkma yasağını kaldırınca ellerini kollarını sallayarak gittiler mi? Eğer öyleyse neden bir daha sokağa çıkma yasağı koydunuz?
Hâlâ Cizre'nin içinde oldukları için yeniden sokağa çıkma yasağı ilan ettiyseniz, neden Cizrelileri tekrar "PKK'lı teröristlerin zapt etttiği" evlerine geri gönderip tekrar "terör örgütü"ne teslim ettiniz?
Bütün bu saçmalıklara verilebilecek tek bir mantıklı yanıt var; Başbakan Davutoğlu bütün Cizrelileri "resmi" sanıp "sivil" saymamış!