Cenaze arabası önde gidiyor. İçinde Türk bayrağına sarılı bir tabut var. Cenazenin yanında kadınlar Kürtçe ağıta durmuş.
Silopi'de hayatını kaybeden er Abdülhalit Araz, Van'da toprağa verilecek.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker de, AKP Van Milletvekili, Van Valisi, Jandarma Asayiş Komutanı, Emniyet Müdürü de törende.
Cenaze arabasının arkasında yürüyenlerden bir grup önce "Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez" diye bağırıyor. Daha küçük bir grup sloganı "Kahrolsun PKK"ye çevirmeye kalkınca, toprağa verilecek gencin çok yakınlarından biri; belki amcası, belki de babası, slogan atmaya çalışanlara doğru dönüp bağırıyor:
"Barış! Barış!"
"Kahrolsun PKK" sloganı kesiyor.
Toprağa verilecek gencin yakını sürdürüyor konuşmasını, çevresindekiler de cümle cümle destekliyorlar:
"Başkan olamadığı için bunu yapıyor!"
"Gitsin oğlunu göndersin, Bilal'i göndersin."
"Bilal gemicikler almasın."
Hemen yanlarında duran Bakan Eker de, AKP'li Van milletvekilleri de hemen yanlarında kopan bu feryadı duyuyorlar. "Cenazeye saygı"larından bu lafları yiyip yutuyorlar.
Televizyon kameraları çok net çekiyor bu görüntüleri; ajansların, gazetelerin muhabirleri notlarını alıyor.
Televizyoncular, gazeteciler bu görüntüleri, fotoğrafları, haberleri mutlaka geçmiştir Van'dan İstanbul'daki merkezlerine.
Ancak bu görüntüler, bu feryatlar ne televizyonlarda ne de gazetelerde yer alacak. Bugünlerde iyice sinmiş olan "merkez medya" da, dünyanın ve Türkiye'nin gerçeklerinden kendini çoktan koparmış olan "AKP merkezli medya" da saklayacak bu görüntüleri. Bir asker cenazesinde böyle bir isyanın yaşandığını göstermemek, Türkiye insanlarından gizlemek için "penguen medya" duruşuna geçecekler.
Sadece bu olay değil, o kadar çok saklanan gerçek var ki...
Yine bir asker cenazesi... Tabutun başındaki babaya yönelmiş kameralar, fotoğraf makineleri...
Bir an oğlunun tabutundan başını kaldırıp kameramanlara, foto muhabirlerine dönüp haykırıyor:
"Gösterin bunları, gösterin. Saklamayın. Para için kendinizi satmayın. Hep biz ölüyoruz."
Bir başka asker cenazesi... Hayatını kaybeden gencin nişanlısı isyanda:
"Vatan sağ olsun demiyorum."
"Merkez medya" da, "AKP merkezli medya" da bugünlerde ekranlarını, sütunlarını sadece asker ve polis cenazelerinin "resmi" kısımlarına, yakınını kaybeden insanların ağlamalarına, yürek burkan feryatlarına çevirmiş.
Bu cenazelerde yaşanan isyanları, yalancılıklarının içine gömerek gerçekleri Türkiye kamuoyundan gizliyorlar.
Çünkü "merkez medya" talimat, "AKP merkezli medya" emir almış!
Birkaç muhalif basın organı dışında, Türkiye'den yayın yapan televizyonlarda, gazetelerde gizlenen bu gerçekler, Belçika'dan yayın yapan "Kürt Özgürlük Hareketi" çizgisindeki Mednuçe televizyonunun ekranlarında yer alıyor.
Onlar da asker ve polis cenazelerinin "resmi" yanını ve "tabut başı görüntüleri"ni vermiyor.
Yine bazı muhalif basın organları dışında Türkiye'de yayın yapan hiçbir televizyon ve gazetede göremediğimiz başka gerçekleri var bu ülkenin.
Günlerdir Habur sınır kapısında aileler Rojava'da tecavüzcü IŞİD çetelerine karşı savaşırken, daha doğrusu insanlık onuru adına bedenlerini ölüme süren çocuklarının cenazelerini almak için bekliyor.
Yitirdikleri çocuklarının acısını yaşayan insanlar bir de cenazelerine el koyan devletten tazyikli suyla, biber gazıyla zulüm görüyorlar.
Günlerce süren bu "insanlık ayıbı", yani bu topraklarda binlerce yıldır, ne Troya savaşında, ne Çanakkale savaşında düşmanın düşmanına yapmadığı bu zulüm sonunda bitiyor.
Bu ailelerinin hiç değilse çocuklarının cenazesini almak için 50 derece sıcakta, biber gazı, tazyikli TOMA suyu altında verdikleri savaşımı "merkez medya"nın ya da "AKP merkezli medya"nın ekranlarında, sütunlarında gördünüz mü hiç doğru dürüst?
Sonrasında, hayatlarını kaybeden bu HPG, YPG, YPJ savaşçılarının binlerin, onbinlerin katılımıyla Van'da, Ağrı Patnos'ta, Diyarbakır'da, Lice'de, Muş Bulancak'ta, Urfa Ceylanpınar'da, Şırnak Balveren'de ve Kuzey Kürdistan'ın birçok yerinde toprağa verilişlerinin görüntülerini, haberlerini kaç televizyonun ekranlarında, kaç gazetenin sütunlarında gördünüz?
Sadece televizyonları sayarak yanıt verirsek tablo daha iyi anlaşılır; Türkiye'den yayın yapan İMC TV, Yaşam TV ve Belçika'dan yayın yapan Mednuçe...
Türkiye'deki medyanın durumunu anlamak için son günlerde verilecek en iyi örnek Kandil'deki Zergele köyünün TSK uçakları tarafından bombalanması.
Düşünebiliyor musun, koca "merkez medya" ve "AKP merkezli medya", bu köyde sekiz sivilin bombalanarak öldürülmesini ya hiç görmedi ya da Genelkurmay'ın ve hükümetin yalanlaması üzerinden gördü. Böylece vermediği haberin yalanlamasını veren nadide bir gazetecilik örneği olarak dünya basın tarihine geçti.
Bütün bunlar son on gündür yaşadıklarımız, ama sürecin böyle gelişeceği daha 7 Haziran seçimleri öncesinden, HDP'nin barajı aşacağının anlaşılmasıyla ortaya çıkmıştı.
Boşuna mı söylendi zannediyorsunuz siz seçimden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "400'ü verin, bu iş huzur içinde çözülsün" sözünü.
Haydi onu anlamadınız, hiç değilse Başbakan Yardımcısı Akdoğan'ın tehdidini kavrasaydınız:
"HDP barajı aşarsa çözüm süreci biter."
Zaten seçimlerin hemen ertesinde, 8 Haziran'da Burhan Kuzu'nun attığı tweet başımıza geleceklerin habercisiydi:
"Evet seçim bitti. Millet kararını verdi. Ya istikrar ya kaos dedim, Millet kaosu seçti."
Sanmayın ki şu anda AKP iktidarı Kandil'de sadece PKK'yı bombalıyor. Aslında AKP şu anda Ankara'da kendisini tek başına iktidardan, Erdoğan'ı başkanlık hayalinden mahrum bırakan HDP'yi bombalıyor.
AKP ve medyası Selahattin Demirtaş'ı linç etti. Yetmedi HDP'li vekiller linç hedefine girdi. O da yetmedi, 7 Haziran'dan bu yana bine yakın HDP'li tutuklandı.
Bu da yetmedi, emir ve komuta zincirin altında olmayan ve yalanları bir bir ortaya çıkartan gazeteciler için onlarca yıllık hapis cezaları istedi, gazeteleri "suç makinası" ilan etti, 100'e yakın internet sitesini kapattı.
Eksik bırakılan yanını da "saray muhafızı" olarak MHP üstlendi ve Bahçeli altı milyon HDP seçmenini "Şerefsiz" ilan etti. Hatta baş danışmanı aracılığıyla "üç bin kişilik" fişlemeyle tehdit ettiler, Kürt olmadığı halde HDP'ye oy verenleri.
Bütün bu tehditlerden kalan ufak tefek eksikleri de "ulusolcular" kendi "Karanlık"larıyla halletmeye yeltendiler.
Bugün Türkiye'de dökülen kanın çok basit birkaç sebebi var.
Birincisi, HDP sadece AKP'nin tek başına iktidar olmasını engellemedi, bugüne kadar süren talanın, hırsızlığın yeniden sorgulanma, meclis araştırması ve yargılanma yolunu açtı.
İkincisi, HDP barajı aşarak AKP'nin bundan sonra yapacağı talanı da engelledi.
Seçim sürecinde ve sonrasında AKP'nin meydanlarda, mecliste, toplantılarda söylediği; "merkez medya"ya tehditle, "AKP merkezli medya"ya emirle söylettiği bütün yalanları HDP ve lideri Demirtaş birer birer teşhir etti.
İşte bugün yeniden içinde yüzmeye başladığımız kan gölünün sebebi; eski talanların ortaya çıkmasını engellemek, yeni talanların yolunu açmak, söylenen yalanlara halkı inandırmak içindir.
Ama yapılan araştırmalar da gösteriyor ki, bir koalisyon hükümeti kurmadan, yani tek parti iktidarını bırakmadan, HDP'yi barajın altına itecek bir taktikle, Türkiye'yi bir kan gölüne çevirerek erken seçime gitme taktiğini artık halkın büyük bölümü yemiyor!
Son kamuoyu araştırmasını yapan Gezici'nin elde ettiği sonuç, bu çatışmalı ve kanlı planın tutmayacağını kesin olarak gösteriyor.
Halkın yüzde 61'inin Türkiye'nin normalleşmesi için koalisyon istediği bugünkü konjonktürde deneklere sorulan bir soru:
"Türkiye'de yaşanan kaos ortamı erken seçimde farklı bir sonuç çıkarma girişimi midir?"
Bu soruya halkın yüzde 64'ü "evet" karşılığını veriyor.
Hükümetin kurulmasın önündeki en büyük engeli ne olarak görüyor halk biliyor musunuz? Yüzde 56,8 Erdoğan, yüzde 18 Davutoğlu.
Bu güne kadar AKP'nin iktidarda kalmasının bir zamkı talandı, diğer zamkı da yalandı.
Şimdi iktidarı tekrar ele geçirmenin yeni zamkları yeniden üretiliyor; yalan ve kan!