08 Mayıs 2023
ZOR KONUŞMALAR |
14 Mayıs seçimlerinden önceki son Zor Konuşmalar'a Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş'ı davet ettiğimde, muhalif kanalların dahi kendilerine ambargo uyguladığının farkında değildim. Televizyon izlemediğim için ambargo virüsünün muhalif medya mecralarına ne ölçüde sirayet ettiğini kaçırmışım. TİP'in CHP seçmeninden oy alma potansiyelinin nedenlerini serinkanlı analiz etmek yerine partinin görünürlüğünü hedef alan bir yaklaşım kendisini "demokrat" gören bazılarının eleştirdikleri şeye ne kadar benzemekte olduklarını gösteren bir vakıa olarak bu sürecin tarihe bırakacağı tortulardan biri olacak kuşkusuz.
Erkan Baş, Sera Kadıgil, Ahmet Şık ve Barış Atay…
27. Dönem meclisindeki performanslarıyla sadece dört vekili olan bir partinin bile ne kadar etkili muhalefet yapabileceğini hatırlattılar Türkiye'ye. Tam da bu yüzden etki alanları genişledi. Kitleselleşme hedefiyle giriyorlar seçime. TİP'in yüzde 3 alarak 15 milletvekili çıkardığı 1965 seçimindeki başarısının 2023'te tekrarlanabileceğine içtenlikle inanıyorlar. Hatta Erkan Baş'a göre büyük şehirlerde TİP'in oy oranı yüzde 3'ün yüzde 4'ün üzerinde bile olabilir. Şanslarını Türkiye'nin işçi sınıfının çok genişlemiş olmasına bağlıyor.
Çok da tartışmalı bir kampanya dönemi geçirdiler. Emek ve Özgürlük İttifakı'nın büyük ortağı Yeşil Sol ile çatışmalı bir görüntü vermekten de diğer sosyalist partilerin ağır eleştirilerinin hedefi olmaktan da kurtulamadılar. Her şeye rağmen Erkan Baş TİP'in halinden memnun. "Her seçimin özel bir başlığı vardır. Bence bu seçimin özel başlığı da TİP oldu," diyor. Kürtlerden ya da içinden çıktığı Türkiye Komünist Partisi'den gelen eleştirileri yumuşatarak yere indirmek için özenli bir çaba içinde olduğu hissediliyor.
Bugün Türkiye'deki emekçi sınıflar açısından en önemli sorunların başında laikliği görüyor Erkan Baş. AKP rejiminin kurduğu sistemin zeki ve yoksul emekçi çocuklarını tarikatların eline düşürdüğüne dönük vurgusuna bir de çarpıcı tespit eşlik ediyor: "Eskiden laiklik belki Kadıköy'ün, Karşıyaka'nın sorunu gibi algılanıyordu. Laiklik bugün Gebze'nin, Gazi Mahallesi'nin, Alibeyköy'ün sorunu."
- Sondan başlayalım; Muharrem İnce'ye yaptığınız çağrıdan. Bir video çektiniz ve İnce'ye şöyle seslendiniz: "Sizin yüzünüzden Türkiye'yi 14 gün daha Tayyip Erdoğan yönetmesin. 14 güne değil, 14 dakikaya bile sabrımız kalmadı. Gelin, yurttaşlara, seçmenlere, samimi, içten bir çağrı yapın. Ayrımlarımızı sonra konuşacağız deyin. Kılıçdaroğlu'na destek isteyin. Bu işi ilk turda bitirelim. Bu zaferde sizin de katkınız olsun. İlk turda bitirelim." Hakikaten İnce'nin bu tür bir son dakika hamlesi yapmasının mümkün olduğuna inanıyor musunuz? Yoksa bir taktik mi bu sadece?
2018 seçimlerinden çıkarttığımız bir ders bu bizim aslında. Sokakta çok sayıda toplantı da yaptık ve şunu gördük; sokakta muhalefet adayları ikinci tura kalmak için aslında birbirleriyle mücadele etmişler. Bunu çok yerde görünce 2019 sonu 2020 başı gibi "İkinci turda oy vereceğimiz adaya neden ilk turda oy vermeyelim?" diye bir cümle kurdum. Ve o halkta büyük bir karşılık buldu. O gün bugündür ben hep bunu savunurum. Tabii bu tartışmalar yapılırken Muharrem İnce hiç aklımda yoktu. Fakat şimdi geldiğimiz aşamada ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Seçim ilk turda bitebilir gibi gözüküyor. Ama tek kaygı acaba Muharrem İnce 2-3 puan alır da seçimi ikinci tura bırakır mı? Kıl payı ikinci tura kalma ihtimali insanları kaygılandırıyor. Haklılığı haksızlığı bir yana Muharrem İnce'ye dönük olarak kullanılan dil de beni rahatsız etti. Sonuçta kendince bir iddiası var.
- O iddianın ne olduğunu anlıyor musunuz siz?
Ben bir siyasetçi körlüğü olarak görüyorum onu. Şimdi bana sorsanız "Seçim çalışması nasıl gidiyor?" diye, benim gördüğüm AKP'ye kimse oy vermiyor, CHP barajı belki geçer, TİP iktidar olur. Sokakta çıktığınız anda sizi saran ilk sekiz on halka zaten sizi sevenlerden oluşuyor. Hayata sadece onların üzerinden baktığınız zaman yanlış sonuçlara varabilirsiniz. Bence Muharrem İnce'nin hatası bu. Etrafını saranların Türkiye'yi temsil ettiğini düşünüyor. O yüzden biraz dışardan bakma çağrısı yaptım ona. Belki başkaları da aynı şeyi söylüyor ama benim avantajım şu; benim kişisel husumetim yok, geçmişimde beni eleştirebileceği bir şey yok o yüzden de belki benim çağrım insani karşılık bulabilir diye umdum. Muharrem İnce'ye de bir kapı açmak istedim. Sonuçta düşmanım falan değil. Tamamen kişisel nedenlerle bunu yaptığını düşünüyorum. Hala çekilebilir bence. Evet, çekilme ağır bir karar ama seçim akşamı partisinin yüzde 2'de kalması daha az ağır bir seçenek değildir herhâlde. Ben gidişatın oraya doğru olduğunu da biliyorum. "Anket oyları" diyorum ben İnce'ninkileri. Ankette onu diyenlerin sandığa gittiğinde Kemal Bey'e oy vereceğini düşünüyorum.
- Yasaklardan, ötekileştirmeden ve en önemlisi direniş kültüründen mütevellit Türkiye'de sosyalist hareketin bir sokak geleneği var. TİP'teki arkadaşlarınız sokaktaki üslubu bir anlamda meclise taşıdılar ve aslında muhalif çevrelerin içine de su serptiler çünkü gündeme getirdiğiniz pek çok konu kamuoyunun da gündemi oldu. Ancak bir yandan şu da meşru bir soru olabilir; bağırıp çağırmadan sol siyaset yapmak mümkün değil mi?
İnsan durup dururken bağırmaz ya da sinirlenmez. İnsanın normal hali sinirli değildir. Ne Barış ne Sera ne Ahmet sinirli insanlar değil. Ülkede sinirimizi bozan bir şey olmasa biz sinirli insanlar falan değiliz. Herkesin şunu düşünmesini rica ediyorum; 10-12 saat ne konuşsanız sizi dinlemeyen, dünyanın en doğru şeyini söyleseniz bile saraydan gelen talimat dışında hareket etme cesareti göstermeyen bir toplulukla berabersiniz. Önünüzde göz göre göre suçlar işleniyor ve siz bunu engelleyemiyorsunuz. Herkesle insan olarak eşit ilişki kurmaya çalışıyorsunuz ama karşınızda buna çok yabancı bir topluluk var. Onun yarattığı bir gerilim, bir stres var. Barış benim hayatta tanıdığım en sakin insanlardan biridir aslında. Ülke normalleşse öyle olacak. Şimdi kendinizi Barış'ın yerine koyun çocukluğunuzdan bu yana bütün sülalenizin yaşadığı bir kent yıkılmış, depremde oraya gidiyorsunuz. Bunu yaşayan bir insanın psikolojisinin normal olması mümkün mü?
Sokak, sol siyasetin beslendiği alan ve sokağın merkez siyasete göre daha sert bir karakteri olduğu belli ama o da bizim tercihimiz değil. En temel haklarımızı, anayasal haklarımızı kullanırken devletin gücünü elinde bulundurmak dışında hiçbir vasfı olmayan insanlar tarafından engelleniyorsunuz.
- Seçim kampanyaları başladığından beri Emek ve Özgürlük İttifakı'nın önde gelen iki ortağı sanki bir çekişme içindeymiş gibi bir görüntü oluştu. TİP ve HDP yani Yeşil Sol'u kastediyorum. İlk önce liste anlaşmazlığı yaşandı ve ayrı listelerle seçime gitme kararı aldınız. Ardından HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, seçmenlerine "Bize vermeyeceğiniz her oy AKP'ye gider" uyarısı yaptı. Ardından Yeşil Sol Diyarbakır milletvekili adayı Cengiz Çandar ittifakın içindeki sol bileşenlerden "dekoratif unsurlar" diye söz etti. En son da TİP İstanbul milletvekili adayı Ahmet Şık'ın HDP'ye dönük eleştirilerinin yer aldığı bir görüntü sosyal medyaya düştü. Millet İttifakı gibi birbirine benzemez altı partiden oluşan bir ittifak içinde bile bu kadar kavga gürültü çıkmadı. Savunduğu değerler itibarıyla daha birbirine benzediğini düşündüğümüz ittifakın bileşenleri neden daha kavgalı bir görüntü veriyor?
AKP nasıl iktidarda duruyor sorusunun en önemli yanıtlarından bir tanesi şu; toplumu bölerek iktidarda duruyor. 21 yıla bakın, hep düşmanlaştırıcı bir dil var. Karşı tarafta hep düşmanlar var. Bazen Ergenekoncular oluyor, bazen teröristler oluyor, bazen dinsizler oluyor, bazen gayrı milli unsurlar oluyor. Ama AKP hep bu dönem boyunca toplumu bölerek, kutuplaştırarak ve kendi tarafını da konsolide ederek var oldu. Artık bu olağan bir durum oldu maalesef. Şimdi kampanya sürecinde toplantılar sırasında da görüyorum insanlar alışveriş yaptıkları bakkalı bile siyasi tercihine göre seçer oldu. Pazarda alışveriş yaparken esnafı değerlendirmeye çalışıyorsunuz "bizden midir karşıdan mıdır" diye. Toplum bu hale gelmiş durumda ve bu çok tehlikeli bir şey. Bir kere bunu bozmak lazım. Oy getirip getirmemesinden bağımsız olarak Türkiye'deki bu düşmanlaştırıcı halin ortadan kaldırılması lazım.
Toplumun tepesindeki yüzde 1 AKP döneminde daha zengin hale geldi ve toplumun yüzde 99'u yoksullaştı. Bizim bunu tartışmamız lazımken kimlikler üzerinden bir kutuplaşmayı tartışıyoruz. Bunu bozmamız lazım. 21 yıldır devam eden bu iktidardan birkaç kez eşiğine gelip kurtulamamış oluşumuz galiba hepimiz açısından anksiyete yaratan bir durum. "Artık kurtulmamız lazım. Ya bir hata yaparsak" duygusu çok belirleyici. Bir sevgili arkadaşımın değerlendirmesi var, çok önemsiyorum. Artık kantarla gram altın tartar moddayız.
Bana en çok gelen sorulardan biri şu; "Yurtdışında yaşıyorum, TİP'e oy versem nasıl bir katkısı olur?" Bunun arkasında şu var; orada kullanılan oylar Türkiye'ye dağılacak, oradan size düşen oy kaç olur ki kaygısı. Artık insanlar bunların hesabını yapmaya başladıysa bu gerçekten kantarla gram altın tartmaya benziyor. Ama tabii yurttaş haklı bu duygusunda. Eylem yapamıyor, miting yapamıyor, slogan atamıyor, iktidarı eleştiren yazı yazamıyor, Tweet atarsa cezaevine girme riski var, elinde bir tek oyu kalmış durumda iktidarı değiştirebilmek için.
- Oy atacağı seçimi de darbeyle eş tutan bir İçişleri Bakanı var ülkenin.
Geldiğimiz noktada onu bile elinden almaya çalışıyorlar. Ben bu kadar ince hesap yapmak durumunda hisseden yurttaşın o duygusunu da anlıyorum. Bir de buna şunu ekleyin; ittifak Türkiye'de yeni bir kavram. O nedenle de devamlı her iki ittifak için de "aman çatlıyor mu, aman birbirlerine mi girecekler" gibi bir tedirginlik var. Oysa ittifak dediğiniz kavram zaten farklılıkların bir arada durması. Anlaşamayanların yan yana geldiği zeminlere ittifak diyoruz.
87 seçim bölgesi var Türkiye'de ve Cumhur İttifakı 87 seçim bölgesinde de ayrı listelerle seçime giriyor. Aslında kendi kurdukları tuzağa düştüklerini hatırlatmak isterim. Onların amacı bizleri bu duruma düşürmekti ama kendileri düştüler. En bölünmüş ittifak şu an Cumhur İttifakı – ki ben bunu da seçimlerdeki yenilgilerinin ilk göstergesi sayıyor.
- Ama birbirleriyle kavga etmiyorlar kamuoyu önünde.
İşte onu ustaca başardılar. Ben listelerin teslim edildiği saat 17.00'ye kadar orada bir değişiklik bekliyordum. Aslında bir B planları var herhâlde diye düşünüyordum.
- AKP-MHP tek liste gidecek diye…
Ama yapamadılar. Kamuoyu işin o kısmıyla ilgilenmiyor nedense. Millet İttifakı'nda da CHP ile İYİ Parti 70 yerde ayrı giriyorlar. Ama sanki Cumhur İttifakı'nın tamamen ayrı seçimlere girmesinden daha büyük bir problem gibi gösteriliyor.
Bizim cepheye baktığımızda ise biz aslında Türkiye'nin yedi bölgesinde tam olarak anlaşamadık. Bizim Gümüşhane'de, Bayburt'ta farklı davranmamızın Türkiye seçimine bir etkisi yok. Oralardaki matematiği değiştirecek bir durum yok.
- Ama İstanbul'da vardı.
Oraya geleceğim. Yedi yer dedim ya işte. Hatta gerçekten anlaşamadığımız yerler şuydu: İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay, Muğla. Buralarda da İzmir'in bir bölgesinde anlaşılmış, Ankara'nın bir bölgesinde anlaşılmış, Bursa da anlaşılmış mesela. Gerçekle yansıyan arasında bir açı oluşabiliyor. Biz belki o sürece yönetemedik. Hem bizim açımızdan hem HDP açısından merkezi düzeyde bu süreçte hiçbir gerginlik yaşanmadı. Bütün süreç boyunca ilişkilerimiz aynı sıcaklık ve samimiyetle devam etti. Anlaşamamak da siyasetin içindedir. Olay bundan ibaret. Ama tabii bunun kaşınmaya çalışıldığı örnekleri gördük. Bizim HDP'ye düşmanlığımızdan çok bizim HDP ile yan yana durmamıza dönük düşmanlığını HDP üzerinden ifade etmeye çalışan arkadaşlar çıktı Türkiye solu içinde. Kürt tarafı açısından baktığımızda ise bize olan düşmanlıktan çok HDP'nin Türkiye solu ile ittifakına olan düşmanlığını HDP'yi değil bizi eleştirerek ortaya dökmeye çalışan arkadaşlar oldu. Bunlar bence tehlikeliydi. Onlar dışında söylenen her şey kıymetliydi.
- HDP içinde siyaset yapmış ve bunun için bedel ödemiş Ahmet Şık sokakta bir gencin yorumu üzerine "Kürt faşistlerle uğraşamam" diyor. Bunun şöyle algılanması doğal olmaz mı; "Orada siyaset yapmış birisi olarak bunu söylüyorsa demek ki var bir bildiği. Demek ki gerçekten HDP içinde demokrat bir duruş yok."
Bir kere bakın orada ifade edilen görüşlerle ilgili hem Ahmet açıklamasını yaptı hem de biz parti olarak yaptık. Bizim HDP'ye ilişkin böyle bir değerlendirmemiz yok.
- Üzüldünüz mü?
Tabii ki çok üzüldüm. Bir kere orada bir gizli çekim olduğu gerçeğini bir kenara koymamak lazım. Bir örnek vereyim; benim bir kızım bir oğlum var, ikisi için de canımı veririm ama ev içinde bir an için birbirimize sinirlenebiliriz. O anı kameraya alsanız, başka bir şey oluşabilir kafanızda ama bu bizim birbirimize sevgimizi değiştirmez. Bu benim kızımı sevmediğim anlamına gelmiyor. Ahmet ya da ben siyasi görüşlerini gizleyen insanlar değiliz ki. Siyaset bunun için yapılır zaten. Ama siyasi görüş başka şeydir, sizin anlık olarak bir diyalog sırasında kurduğunuz cümle başka bir şeydir. Bir de bu gizli çekilmiş ve belli ki servis edilmiş bir şey. Bence bu Türkiye'deki Türk ve Kürt emekçilerin birliği fikrini zedelemek isteyen odakların işine yaradığı fikrini hiç aklımızdan çıkartmamız lazım. Bütün bu tartışma sürecinde samimi eleştirilerin hepsinin başımız üzerinde yeri var. Ama buradan yola çıkarak Türkiye sosyalist hareketiyle Kürt hareketi arasındaki ilişkilere hasar vermek, bunu bozmak isteyen yaklaşımlara karşı dikkatli davranmak durumundayız.
HDP'li arkadaşların bize dönük, bizim onlara dönük eleştirilerimiz olur. Ama bunların ifade edileceği yerler ve ifade ediliş biçimleri son derece önemlidir. Mesela Gültan Hanım bana cezaevinden bir mektup yazdı. Tartışmak istiyorum bunu ama bunu tartışabilmemin ön koşulu Gültan Hanım'ın özgürlüğü. Cezaevindeki bir insanla ben nasıl tartışabilirim ki? Binlerce siyasetçisi cezaevinde olan, sürekli iktidarın baskısı altında olan bir siyasi hareketle nasıl tartışmaya girebilirsiniz? Bu doğru bir şey değil. Fakat şu olur; dostlarımızla kendi aramızda fikirlerimizi paylaşırız karşılıklı.
- Dostlarınızdan olmasının beklenebileceği isimlerden birisi de mesela Sırrı Süreyya Önder değil mi? Ahmet'in o görüntüdeki ifadeleri için "hastalıklı bir bakış açısı" dedi. Dahası hem partiden hem Ahmet'in kendisinden gelen özrün yeterli olup olmadığının tartışmalı olduğunu da ekledi.
Tam bunu kastediyorum. Bakın o videonun yayınlandığı günün bir gün öncesinde yaklaşık 8,5 saat Babala TV çekimlerinde Ahmet ile beraberdik. Program boyunca defalarca kez -programın formatı öyle olduğu için- bizden HDP'ye dönük kötü söz söylememiz için zorladılar bizi. Sekiz buçuk saat! Bir tane HDP için kötü bir söz söylesek başarıya ulaşmış olacaktı o programa katılanların oradaki varlıkları. Biz bunu söylemedik, söylemeyeceğiz.
Bakın Türkiye İşçi Partisi 1971'de "Kürt halkı vardır" dediği için kapatılmış bir parti. Ahmet Şık'ın Türkiye'de kontrgerilla cinayetlerine ilişkin çalışmalarına, HDP'den adaylığına baktığınızda kendisini Türkiye'de barış mücadelesine adamış kıymetli isimlerden biri. Böylesine bir tarih ortada dururken bir gizli çekimde söylenmiş bir laf. Önü yok, arkası yok, ne dendiği belli değil. Böyle kolay insan harcamamalıyız. Orada söylenen cümleleri belli ki bir dostuyla yaptığı – ki o da gözden kaçtı orada konuştuğu kişi Ahmet'in daha önce HDP'den tanıdığı bir arkadaş- bir dertleşme hali. "Kürtler faşisttir" falan demiyor Ahmet. Kendisine dönük eleştirilerde haklılık payı olanları ayırıyor ama düşmanca eleştiriler için böyle bir laf kullanıyor. Bence çok büyütmemekte fayda var. Ayrışmak dünyanın en kolay şeyidir ama dostluk çaba ister.
- Ahmet'in o eleştirisinde şöyle bir sitem yok muydu; Emek ve Özgürlük İttifakı'nın egemen yapısı HDP ve o egemen yapı kendinden küçük yapıların nefes alanını daraltıyor.
Samimiyetle söyleyeyim, Ahmet'e bunu sormadım bile. Çünkü ben Ahmet'in bu ülkede yaşayan her yurttaşın eşit yurttaş olarak görülmesi konusundaki çabasını biliyorum. Bu eşitsizliğe en fazla maruz kalanlar Kürtler, Aleviler olduğu için onların gıyabındaki duyarlılıklarını da biliyorum. Ama her topluluğun içinde o topluluğa yakışmayan davranışlarda bulunan insanlar olabilir ve bunların davranışını da o toplumun tümüne mal etmemek gerekir. Gerçekten kendisine sormadım ama bana sorarsanız kastettiği şey odur. Ben Boşnak'ım, Boşnaklar içinde birisi kötü bir şey yaptığında başkası söylemeden ben onu eleştirip o davranışı engellemeyelim.
TİP Kürt sorunu açısından kendisini en fazla şurada sorumlu görüyor; Türkiye'nin batısına yayılan bir şovenizm var, bir Kürt düşmanlığı var, iktidarın beslediği bir ırkçı anlayış var. Biz bunu kırmak istiyoruz. Biz barışın Türkçe sesi olmak istiyoruz. Kürt halkındaki büyük barış iradesine batıdan el uzatma çabası içindeyiz. Temel misyonumuz bu bizim.
- Tek çatışmalı görüntüyü HDP ile vermiyorsunuz. Türkiye solu her zaman çok parçalı ve birbiriyle çatışan görüşlerin olduğu bir siyaset mecrası oldu. Bugün de bu gelenek değişmemiş gözüküyor. İçinden çıktığınız Türkiye Komünist Partisi şu an partinize dönük en ağır eleştirileri getiren kurum belki de. Finlandiya'nın NATO üyeliği oylaması sırasında TİP'in tavrı sol içinde ciddi bir tartışma yaratmış durumda. Amerika'nın Türkiye'deki askeri varlığına ve Amerika'nın başat aktör durumunda olduğu NATO'ya direnmiş ve bunun bedelini ödemiş bir siyasi hareketin bakiyesi TİP hem de Kızıldere'nin yıldönümünde nasıl meclise gidip o oylamada "hayır" oyu kullanmaz?
Ben bu eleştirilere karşı "haklı eleştirinin başımızın üzerinde yeri var" dedim. Biz o gün o oylamanın olacağını bilmiyorduk. Bilseydik dördümüz de orada olurduk ve dördümüz de oylamada "hayır" oyu kullanırdık. Ben Ankara dışındaydım. Oylama haberini alınca yetişmek için çaba sarf ettim ama yetişemedim. Diğer arkadaşlarımızın biri Hatay'daydı biri İstanbul'daydı falan. Evet 30 Mart günüymüş ayrıca. Bu daha önemli bizim için. Türkiye'de bir NATO'nun genişlemesi oylaması yapılıyor, sokakta bir tek eylem yapılmıyor. Biz Türkiye solu hepimiz; anti-emperyalistler, yurtseverler, devrimciler, sosyalistler…hepimiz…neden NATO'nun genişlemesi oylanırken sokaklarda protesto edemedik? Bence esas problem bu. Bizim bunu yapmamız gerekirdi. Ama şunu da hatırlatayım; benim bugüne kadar kamuoyunda en çok tartışılan açıklamam NATO'yu eleştirdiğim açıklamadır.
- "NATO bir terör örgütüdür" ifadesini kullandığınız açıklamayı kastediyorsunuz herhâlde.
Bugün söylemiyoruz ki bunu biz. 1950'li yıllardan beri söylüyoruz. Türkiye NATO'ya nasıl girdi? Kore'ye asker göndererek girdi. Buna karşı kim mücadele etti? Behice Boranlar mücadele etti. 60'lı yıllarda Türkiye NATO'nun Ortadoğu'daki jandarmalığını üstlenince Deniz Gezmişler Mahir Çayanlar buna karşı mücadele etti. 12 Eylül NATO'nun Türkiye'deki en büyük operasyonudur ya! NATO'yu savunmak 12 Eylül'ü savunmaktır. Kontrgerilla örgütlenmesidir NATO. NATO sanki bir barış güvercini, kanarya sevenler derneği! NATO bir savaş örgütü.
-Siz Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından Şubat 2022'de NATO'yu bir terör örgütü olarak tanımladınız.
Ardından değil. Ben o sırada işin bir işgale doğru gittiğini görüyordum. Ama ondan önce bir şey söyleyeyim; TİP olarak biz bütün tezkere oylamalarına "hayır" oyu kullandık. Biz tek bir Türk askerinin sınır dışına gitmesini doğru bulmuyoruz, buna karşı çıkıyoruz. Tek bir yabancı askerin Türkiye'ye gelmesini de doğru bulmuyoruz, buna karşı çıkıyoruz. Şunu ekliyorum üzerine; herhangi bir ülkenin herhangi bir ülkeye yönelik işgal girişimi gayri meşrudur. Müzakereyle, diplomasiyle çözülemeyen durumlarda gücünüze güvenerek bir ülkeyi işgal girişimi gayri meşrudur. Ben dünyadaki bütün işgalcilerin yenilmesi için mücadele ederim. Dolayısıyla da Rusya işgal girişime başladığı andan itibaren de net bir pozisyon aldık biz. Fakat bir de savaşın diğer tarafı var. Bu NATO dediğiniz örgüt sözde Sovyet tehdidine karşı kurulmamış mıydı? Neden Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra NATO genişlemeye devam ediyor, neden saldırganlığını sürdürüyor? Bunu sorgulatmak lazım.
Sizin hatırlattığınız o açıklama tam da müdahaleden üç ya da dört gün önce yapılmış bir açıklamadır. Benim orada belki tek hatam şu; yeni dönemi öngöremedim. Mesela Yeni Şafak işgal başladıktan dört beş gün sonra -af edersiniz başka kavram bulamayacağım- o kuş beyinli bakışıyla şunu yaptı; biz komünistiz ya, komünistler Rusçu olur, dolayısıyla "Komünistler Rusya'nın işgalini destekliyor" mahiyetine gelecek şekilde benim NATO karşıtı açıklamamı haberleştirdi. Maalesef insanlar da sadece başlıklara bakarak, içerik okumadan böyle değerlendirmeler yaptılar. Sizin aracılığınızla bir kez daha söylüyorum; ben NATO'ya bugün değil, kurulduğu günden beri hep karşı oldum. NATO'nun varlığı dünyadaki savaşları arttıran bir rol üstlenmiş durumda. Şunun da altını çizeyim; Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline de sonuna kadar karşıyım. Ayrıca bilmeyenler için söyleyeyim; Rusya sosyalist bir ülke falan değil, dibine kadar kapitalist ve emperyalistleşme eğilimi içinde bir ülke.
- Türkiye solu içinde sizi eleştirenlerin temel argümanını şöyle özetleyebiliriz: "HDP'nin YPG'nin Amerikan silahlarıyla savaşıyor olması üzerinden Suriye savaşı sırasında ortaya koyduğu tutum malum. HDP ittifak ortağına Finlandiya oylamasında ABD'ye karşı net tavır ortaya koymama konusunda telkinde bulundu, TİP de bu telkin yüzünden meclise gitmedi."
Hiç öyle bir şey yok.
- Hadi diyelim HDP hiç telkinde bulunmadı o zaman şunu sorayım. Suriye'de kendi çizgisindeki Kürt hareketinin Amerikan silahlarıyla özgürlük mücadelesi vermesi konusunda bir rahatsızlığı olmayan HDP ile birlikte sandığa gidiyor olmak TİP'i rahatsız ediyor mu, etmiyor mu?
Beni şu rahatsız ediyor. Türkiye NATO'nun en büyük ordusu. Amerika ile iş birliğinden söz ediyorsak bugün Türkiye'deki iktidar. AKP dünyadaki en Amerikancı iktidarlardan bir tanesi.
- Ama siz AKP ile beraber seçime gitmiyorsunuz. Onun için HDP'nin tutumunu soruyorum.
Hayır ama ben kime karşı mücadele ediyorum şu anda? Türkiye'deki Amerikan ofisine karşı mücadele ediyorum. Tayyip Erdoğan Türkiye'de nasıl iktidara geldi? Bunları ne çabuk unutuyoruz.
- Hiçbir şeyi unutmuyoruz da sorduğum şey başka. Bir de bu konu içinde ismini geçirdiğiniz için Tayyip Erdoğan'ın argümanını da hatırlatayım. "YPG Türkiye'yi Amerikan silahlarıyla vuruyor Suriye'den. Ben onlara karşı anti-emperyalist bir mücadele veriyorum." Sağdan sola kime sorsanız anti-emperyalist mücadele içinde Türkiye'de? Gerçekten kim veriyor o anti-emperyalist mücadeleyi?
Net söyleyelim. Adalet ve Kalkınma Partisi, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye'yi özel olarak kullanmak isteyen ABD emperyalizminin Türkiye'de iktidar koltuğuna oturttuğu bir partidir. Tayyip Erdoğan'ın iktidara geldikten sonraki ilk ciddi eylemi Amerikan askerlerinin Irak'ı işgal etmek üzere Türkiye'den geçmesine izin vermek için bir tezkere çıkartmaktı. Beceremedi ama Tayyip Erdoğan'ın varlık sebebi ABD'nin Ortadoğu'daki politikalarını uygulamak. "Senin çıkarlarını senden bile daha iyi ben savunurum" diyen bir lider. Dibine kadar Amerikancı, Amerika'ya göbekten bağlı bir iktidarla mücadele ediyoruz.
Ben programa bakarım. Emek ve Özgürlük İttifakı'nın programı net bir anti-emperyalist programdır. Bölgede kimin nasıl yaşayacağına halkların karar vermesini savunan bir programdır. Siyasal İslam ise -hani ılımlı İslam falan denildi ya- aslında uyumlu İslam'dır. Kapitalizm ve emperyalizme uyumlu İslam yaratmaktır. Tayyip Erdoğanların dünya çapındaki misyonu budur. Bunların üzerini örterek bu tartışmayı yapamayız.
TİP kendi programı olan bir siyasi partidir. Başka siyasi partilerle ittifak ilişkilerine göre pozisyon almaz. Programına göre ittifak geliştirir. Biz bu ortaklıklar konusunda Türkiye'nin geleceği açısından son derece önemli gördüğümüz bir misyon üstlenmiş durumdayız. Türkiye'de emperyalizme, faşizme karşı, bugünkü iktidara karşı mücadele zafere ulaşacaksa bunun formülü Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçer. Bu birliği sağlayamayan hiçbir mücadele Türkiye'de gerçek başarıya ulaşamaz. Biz bu yüzden inatçıyız. Biz bu yüzden HDP ile ittifakta ısrarcıyız. Bunu da bir seçim ittifakı olarak görmüyoruz.
- Erdoğan sizin iddia ettiğiniz gibi sahte bir emperyalizm jargonu üzerine oynuyor olabilir ama benim sormaya çalıştığım şey başkaydı. HDP'nin anti-emperyalist jargonunun da bir samimiyetsizlik boyutu var mı yok mu?
Yok, yok.
- Halklar kendi iradelerini ortaya koyana kadar Amerikan silahlarının kullanılması sizin için kabul edilebilir mi?
Değildir asla. Yeşil Sol'un programına da bakalım, HDP'nin programına da bakalım. Hedef nedir? Kürtlerin özgürce yaşayabileceği bir iklimin yaratılması. Suriye'nin iç savaşını kışkırtan kimdi? Amerika Birleşik Devletleri'ydi. Oradaki cihatçı örgütle beraber, Türkiye'yi de sürecin bir parçası haline getirerek orada şeriatçı bir iktidar yaratmak istiyorlardı. Suriye'yi böyle böleceklerdi. AKP buna öncülük yaptı. Bu planın bozulması nedeniyledir Kürt hareketine duydukları öfke. Kürt hareketinin orada aldığı tutum emperyalizmin bölge politikalarına müdahaledir aslında. Kendi inisiyatifini geliştirmiştir. Şimdi uluslararası güç dengeleri nedeniyle zaman zaman Rusçulukla zaman zaman Amerikancılıkla eleştirilmeye devam edilecek. Benim açımdan belirleyici olan şey şu; bu coğrafyada yaşayan Türk, Kürt, Arap bütün halkların eşit ve özgür biçimde yaşayabilecekleri ilişkilerin geliştirilmesi. Ana dilde eğitim bir haktır ve ben bunu savunacağım. Mesela yarın öbür gün bir AB komiseri de benzer bir şey söyledi. Ben o da söylüyor diye hak talebinden vazgeçemem ki.
- Parti programınızda şu ifade var; "Ülkeyi emperyalizme bağımlı kılan tüm uluslararası kurumlardan çıkılır." Türkiye'nin üye olduğu uluslararası kurumlar arasında NATO var, Avrupa Konseyi var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf olmamız hasebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma meselesi var. Bir de Avrupa Birliği adaylığı var Türkiye'nin. Sanıyorum bunlar içinde Avrupa Konseyi üyeliğini bir kenara koyuyorsunuz, doğru mu?
Evet, evet.
- Peki diyelim ki TİP iktidar ya da iktidar ortağı oldu bir gün, Türkiye'yi NATO'dan çıkartır mı ya da Avrupa Birliği adaylığını geri çeker mi? Nasıl bir Türkiye dış politikası hayal ediyorsunuz?
Bir kere bağımsızlık önemli bir şey. Bir ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilmesi önemli bir şey. Türkiye tarımdan sanayiye pek çok alanda bu bağımlı politikaların olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Türkiye artık üretemez bir ülke haline gelmiş durumda. Ya da mülteciler meselesinde sürecin bütün yükünü Türkiye'ye yıkan bir Avrupa Birliği anlaşması var. Bizim bağımlılık ilişkisi dediğimiz şeyler bunlardır. Yoksa bizim kendisini dışarıya kapatmış bir Türkiye hayalimiz yok. Tam tersine öyle güçlü bir ülke olabiliriz ki biz insan kaynaklarımız, doğal kaynaklarımız açısından. Dünyanın her tarafıyla eşit ilişki kurabilecek bir ülke haline gelebiliriz. Ben sosyalistlerin 60'lar 70'lerdeki gibi kendisini dünyaya kapatmaya ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Tam tersi her yurttaşın pasaport sahibi olup istediği yere gidebileceği bir ülke hayali kuruyorum. Bu tabii savaş örgütlerine ilişkin yaklaşımımızı değiştirmez. Biz NATO'nun ortadan kalkması gerekir diye düşünüyoruz.
Türkiye bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler seviyesine gelsin…bu hedef küçük bir hedef. Gelişmiş ülkelerin bile ötesine taşıyabiliriz biz Türkiye'yi. Doğru bir planlı ekonomi, halkı merkezi alan bir ekonomik model geliştirildiğinde biz bence Avrupa'yı geçmeyi hedeflemeliyiz, Avrupa'ya yetişmeyi değil. Nihayetinde orada da sınıflar arasındaki kutuplaşma artıyor.
- Size göre NATO ve Avrupa Birliği kesinlikle denklemden çıkmalı. Doğru mu?
Ben bunların üzerine çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Zaten Avrupa Birliği kalacak mı onu da merak ediyorum. Ama ben Avrupa Birliği'ni değerler açısından tartışmak isterim. Demek istediğim; biz kendimiz o değerlerin ötesine geçecek bir yaklaşımı sağlayabiliriz. Bugün AİHM kriterlerinin daha ötesine geçmeyi hedeflemeliyiz. Ama onları tabii uygulamak gerekir ki Türkiye'de evrensel hukuk normları gelişsin. Avrupa değerleri dediğimiz şey büyük sermaye gruplarının değerleri değil. Bizim de tarafı olduğumuz bir kavganın ürünü. Ta Fransız Devrimi'nden bu yana süren bir kavganın ürünü. Özgürlük mücadelesi, kardeşlik mücadelesi tüm dünyada zaten bizim temsil ettiğimiz değerler. Biz Avrupa'nın özgürlükçü, eşitlikçi mirasını kendi değerlerimiz olarak kabul ediyoruz. Bunlar olmasa biz olmazdık diye bakıyoruz. Ama bugün artık 21. Yüzyılda başka şeyleri konuşmalıyız. Dijital demokrasi mesela artık bizi çok daha ileri bir topluma taşıma potansiyeli taşıyor. Fakat kapitalist sınırlar insanlığın gelişiminin önünde bir engel teşkil ediyor. AKP o kadar geriye çekti ki ülkeyi, biz 21. Yüzyılın sorunlarını tartışmak yerine insanlığın 20. Yüzyılda aştığı sorunları konuşuyoruz hala. Laiklik tartışıyoruz. Aklınız alıyor mu?
İki gün önce Gebze'deydim. Bir metal işçisi asgari ücretin iki katı bir ücret alıyor ama çocuğunu gönderebileceği düz lise yok. Tüm okullar imam hatip olmuş durumda. Bugün laiklik Türkiye'deki emekçi sınıflar açısından çok daha önemli bir şey haline gelmiş durumda. Yurt yok memlekette. Devlet bütün imkanları tarikat ve cemaatlere veriyor. Zeki ve yoksul emekçi çocuklarının o tarikatların eline düşmesine neden oluyor. Eskiden laiklik belki Kadıköy'ün, Karşıyaka'nın sorunu gibi algılanıyordu. Laiklik bugün Gebze'nin, Gazi Mahallesi'nin, Alibeyköy'ün sorunu. Laiklik bugün küçük elit bir kesimin değil, milyonların problemi. AKP laikliği devletten sokağa attı. Yurttaş sokakta ona sahip çıktığı için laiklik hala var ülkede.
- Avrupa solu 21. yüzyılda solun ne anlama gelebileceğini Yunanistan'daki Syriza örneği üzerinden epey tartıştı. Türk solu içinde sizi Syriza'ya benzeterek başarısız olacağınızı iddia eden yazılar okuyorum.
Biz neyin biliyor musunuz? Benim ömrüm sol içi tartışmayla geçti. Ama biz TİP'i kurarken aldığımız başlıca kararlardan biri asla sol içi tartışma yapmamak. Asla mahallemiz içinde tartışmaya girmeyeceğiz.
- Ama onlar TİP'e çok sert vurmaktan kaçınmıyor.
TİP içinden hiçbir yönetici dört beş yıldır sol içi tartışma yazısı yazmamıştır. TİP şu anda Gezi direnişinden kalan tek siyasi parti Türkiye'de.
- HDP değil mi? Gezi'den sonra Haziran 2015 seçimlerinde 81 milletvekili çıkarttılar.
Gezi'den beslendiler evet. Ama onların DEP'ten, HADEP'ten beri gelen başka bir siyasi mücadelesi var. TİP ise Gezi'den sonra başlayan tartışmanın ilk ürünü. Hatta şöyle oldu; önce küçük bir partinin içinde başladı bu tartışma. Çok da farkında değildik aslında. Gezi sonrası Türkiye'nin ilk öncü tartışmasını yaptığımızı bilmiyorduk. Sonra oradan ilerledik, Birleşik Haziran Hareketi geniş bir sol zemin olarak kuruldu. Sonra biz TİP'i kurduk. Türkiye siyasetinde bir statüko kırılıyor artık. TİP, Gezi'yi Türkiye'de merkez siyaset alanına taşıdı. İddia ediyorum; bu dönüşüm artarak devam edecek. Tarihe bakın; Gezi gibi büyük olaylar gerçek sonuçlarını 15-20 yıl sonra verir. İddia ediyorum; TİP Gezi direnişinin Türkiye'ye armağanıdır. Sosyalist hareketin 100 yıllık tarihsel birikimini Gezi ile harmanlayarak yola çıkma kararlılığında olduğumuz için bugün bir teveccühe kavuşmuş bir durumdayız. Bu tabii ki tartışılacak. Ama biz dünyadaki şu bu akımın Türkiye'de yansıması olma falan gibi bir iddiada değiliz. Biz bu toprakların işçi sınıfını yıllar sonra doğru yerde konumlandıran bir parti olarak doğduk. Şansımız Türkiye'nin işçi sınıfının çok genişlemiş olması. Eskiden işçi sınıfı dediğimizde maden işçisi, tekstil işçisi, sanayi işçisi anlaşılırdı. Bugün Türkiye'de doktorlar kendilerinden "sağlık emekçisi" diye bahsetmeye başladılar.
- Evrensel jargonda biliyorsunuz artık prekarya diye sınıftan da bahsedilir oldu; sigortasız ve güvencesiz, geleceği öngörülemeyen işlerde çalışan bir emekçi sınıfı.
Dönüşüyor. O da var, tabii. Türkiye'nin en büyük fabrikalısı artık heralde İstanbul'daki Levent bölgesinde. Bizim o Sovyet romanlarında okuduğumuz on binlerce kişilerin çalıştığı fabrikaları hatırlayın, bugün Levent'ten 4.Levent'e doğru giden o havza 1917'nin Moskova'sı gibi. Binlerce sigortalı çalışanın olduğu yerler. Bunlar pandemi ile birlikte emekçi olduklarını fark ettiler. Eskiden Marksist jargonda mavi yaka-beyaz yaka ayrımı yapılırdı. Bir arkadaşın tespitidir o bahsettiğim kesim için "gri yakalı" diyor. Dışardan bakınca beyaz yakalı gibi görüyorsunuz ama aslında bir mavi yakalıdan çok daha kötü koşullarda çalışıyor.
- Gelelim bazı milletvekili adaylarınıza. Tartışıldığını bildiğim için soruyorum. Mesela Ali Ronay. Çok da başarılı bir şef. Türkiye kendisini televizyondaki bir şef jürisi yarışmasıyla tanıdı. Pahalı restoranlarda şeflik yaptı, üst gelir grubuna hizmet verdi. Gri yakalı diye tasvir ettiğiniz kesimden uzak bir yaşam tarzına hitap eden bir profil belki de. Bu tür bir vekil adayı tercihi TİP açısından neye denk geliyor?
Bizim milletvekili adaylarımız nasıl belirlendi? Keşke her yerde ön seçim yapabilseydik. Fakat ittifak, yeni seçim sistemi gibi pek çok nedenden dolayı biz bunu yapamadık. Her adayı merkez belirlesin gibi bir yaklaşımımız da olmadı. Partimizin il, ilçe örgütlerinden, komisyonlarımızdan aday isimlerini belirlemesini istedik. Ali Ronay ismi de bu kapsamında Kadıköy teşkilatımızdan geldi. Benim ayıbım olsun, ben kendisini tanımıyordum. Sonra tanıştık tabii. Şuna üzülüyorum; patron diye anılıyor Ali Ronay. Beş kişilik bir işletmenin sahibi. Birisi kendisi, diğeri eşi, bir ortağı var, iki tane de sigortalı çalışanları var. Benim patron kategorime girmiyor. Bizim karşı olduğumuz ürettiğinden daha fazla tüketen patrondur. Toplumun tepesine çöreklenmiş yüzde 1'in, azgın azınlığın tanımı budur. Ürettiği kadar tüketemeyenler geniş anlamda işçi sınıfıdır. Ali Ronay da bence bu kapsama giriyor. İkincisi, deprem bölgesinde tanışmışız. Parti orada kuvvetli bir dayanışma örgütlerken gelmiş orada yemek yapmış, yemek dağıtmış. Üçüncüsü insanlar statik yaratıklar değil ki, değişiyor, dönüşüyor, gelişiyor. Çok güzel bir açıklama yaptı. "Ben Türkiye'yi tanıdığımı sanıyordum ama deprem bölgesinde çok şey öğrendim" dedi.
- Bir de sizin çok tartışılan kırmızı kazağınız vardı değil mi? Pahalı bir marka giydiniz diye epey dayak yediniz.
Ben bundan rahatsız değilim. Bu kötü bir şey değil. Süleyman Soylu bu şekilde tartışılmıyor mesela. Ne yapsa "bunun tıyneti bu zaten, yapar" diye bakılıyor. Biz topluma bir güven vermişiz, bir inandırıcılığımız var toplumda. Adaylarımız için de öyle. Bütün diğer partilerin listeleri patronlarla dolu.
- Diğer bir milletvekili adayınız aktör Mehmet Aslantuğ eşi Arzum Onan'dan boşanıyormuş diye haber oluyor şu sıralar. Biliyoruz ki geleneksel siyasetin partileri seçim arifesinde bu tür şeyleri pek istemez, illa ki aile bütünlüğü görüntüsü bozulamasın isterler. TİP içinde bir konu oldu mu bu mesela?
Evlenmek ne kadar doğal bir şey ise boşanmak da o kadar doğal bir şey. Yeter ki bunu belirli bir sevgi saygı ilişkisi için de gerçekleştirin. Samimi söyleyeyim, sormadım bile. Ama şunu gördüğümü de söyleyeyim; hiçbir şeyi haber olmayan bir TİP adayının boşanma gibi insani bir konu nedeniyle bütün gazetelerde haber olması da bir şeye işaret ediyor.
- Ama böyle bir aday seçerek o tür bir popülerliği kullanmak istemediniz mi zaten parti olarak?
Mehmet Aslantuğ bizden neden aday oldu biliyor musunuz? Bir, gerçekten çok güven veren bir isim. İki, Ahmet Kaya olayında ortaya koyduğu tutum beni de benim kuşağımın da hayatında iz bırakmış bir tutumdur. Ahmet Kaya sadece Kürtçe şarkı söyledi diye linç eden bir güruhun içinde tek başına insani ve ahlaki nedenlerle durması, o duruş aslında TİP'in bugün Türkiye siyasetinde yapmaya çalıştığı şeydir. Yani Mehmet Aslantuğ TİP'ten milletvekili adayı olmasaydı belki dediğiniz konu haber bile olmayacaktı.
- Yok yine olacaktı. Türkiye güzeliyle evli meşhur bir oyuncudan bahsediyoruz, yıllardır "ideal çift" diye tanımlanan iki insandan bahsediyoruz. Bu boşanma her türlü haber olacaktı. Bunu bir gazeteci bakışıyla söylüyorum. TİP adaylığı haberin bir unsuru sadece.
Siz hala Türkiye'de gazeteciliğin yapılabildiğini düşünüyorsunuz.
- Valla yapıyorum ben. Yapmaya çalışan birçok meslektaşım da var. Ama konuyu size parti olarak uygulanan ambargolara getirmek istiyorsanız onları da konuşalım lütfen.
Bakın sizinle bugün seçime yedi gün kala buluştuk. 45 gündür seçim kampanyası sürüyor. Ben 35 gündür hiçbir televizyondan davet almadım. Hiçbir televizyon kanalına çıkmadım. O kadar TİP tartışılıyor televizyonlarda, "peki TİP siz ne düşünüyorsunuz" diye bir mikrofon uzatılmaz mı?
- Uzatıyoruz ama şimdi.
İşte 35 gündür ilk defa. Teşekkür ederim. (Gülüyor)
- Beyaz Türkler'de -bu kavramı da sevmiyorum ama girdi artık bir şekilde siyasi dile- bir TİP heyecanı izliyorum. Sosyalist hareketle, sizin içinden çıktığınız düşünce sistemiyle ya da verdiğiniz siyasal mücadele ile en ufak bir ilgisi olmayan, neo-liberal tüketim alışkanlıklarıyla hiç sorunu olmayan sınıf içinde bir TİP ilgisi var sanki. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Hayır, mutlu ediyor. Bazıları diyor ki mesela; "TİP sadece sosyal medyada var." Ben de onlara diyorum ki; siz sosyal medyadan başka yeri takip etmiyorsunuz ki! Bir gelin Küçükçekmece'ye, bir gelin Gazi Mahallesi'ne, gelin Esenyurt'a gidelim. TİP'in sadece kendi yaşadıkları yerde büyüdüğünü düşünüyorlar. Takip ediyorlar mı TİP adayları Trabzon'da ne yapıyor? 12 Eylül'den beri ilk defa bir sosyalist partinin üye sayısı 40 bini geçmiş durumda. Bu dün aldığım rakam. Bu, Türkiye'de sosyalist partiler açısından ulaşılmamış bir eşiktir. Türkiye'de 40 bin tane Beyaz Türk mü var? Hayatın her alanında insanlar sorguluyor, bir değişim arayışı içinde. Kuşkusuz Tayyip Erdoğan'dan kurtulmak herkes için çok belirleyici. Ama toplumun bir kesimi de "peki sonra?" sorusunu soruyor.
Yeni parlamentoda hayatının bir döneminde Millî Görüş içinde bulunmuş insanlar çoğunluk olacak bu parlamentoda. Seçimin sonucu ne olursa olsun değişmeyecek olan bir gerçek bu.
- Millî Görüşçü dediklerinizin bir kısmına siz de dolaylı destek vermiş oluyorsunuz Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekleyerek.
Evet ama bizim Kemal Kılıçdaroğlu'na desteğimiz görünenin ötesinde bir etki yaratıyor. Bu şu demek; "Tamam Kemal Bey'e oy vereceğiz ama TİP'e de vereceğiz ki Millet İttifakı yanlış bir şey yaptığında dur densin." Bakın "Bir oy Kılıçdaroğlu'na bir oy TİP'e" bizim bulduğumuz bir slogan değil. Tamamen kendiliğinden çıktı. Propaganda büromuzdan çıkmadı ama bugün parti ona sahip çıkmış durumda. Her seçimin özel bir başlığı vardır. Bence bu seçimin özel başlığı da TİP oldu.
- TİP, Hazine yardımı için mi ayrı liste ile seçime gitme kararı aldı?
Hazine yardımı haktır. Diğer partiler alıyor, TİP neden almasın? TİP'e oy veren insanlar da vergi veriyor. Hatta o Hazine'de en çok payı olan biziz. Ama tek hedefimiz yüzde 3 olsaydı 87 seçim bölgesinde seçime girerdik. En güçlü olduğumuz Antep'ten, Manisa'dan çekilmezdik. Bizim hedefimiz Hazine yardımı almak falan değil, bizim hedefimiz açık ve net. Bu seçimde yeni bir siyasi hareketin Türkiye siyasetinde bu seçimle birlikte kalıcı biçimde yer etmesini istiyoruz. Şu anda anketlerde yüzde 2,5 ila 3 civarı çıkıyoruz. İnsanlar bu oranla milletvekili nasıl çıkartacaksınız diye kaygılanıyorlar. En düşük ankette çıkan oran bile bize şunu gösteriyor…
- En düşük oran nedir gördüğünüz?
Yüzde 1,9 gördüm. Aldığımız en düşük oran buysa bu şu demek; İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Antalya'da, Hatay'da, Adana'da, Mersin'de -yani büyük şehirlerde- TİP'in oy oranı yüzde 3'ün yüzde 4'ün üzerindedir. TİP mutlaka seçime girdiği yerlerden milletvekili çıkartarak çıkacak bu seçimden. 1965'ten sonra TİP tarihinde bir ilk yaşanacak. Bu seçimde Tayyip Erdoğan'dan kurtulacağız. Ve umuyorum ki Millet İttifakı ve Emek Özgürlük İttifakı'nın toplamı 360'a ulaşsın. Ama bir de TİP diye bir gerçek var, bu çok önemli. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir belediye işçisi çalışırken milletvekili olacak. Çok önemli bir tarihsel eşikteyiz. Ama keşke enerjimizi daha fazla iktidarla mücadeleye harcayabilseydik.
- Bu herhâlde sizin dışınızdaki sol, sosyalist partilere dönük bir sitem. Bir de CHP'ye…
Genel olarak söylüyorum. Buna Millet İttifakı'nı da dahil ediyorum. Bizim şöyle bir derdimiz yok; biz CHP seçmeninden oy almaya çalışmıyoruz. Ama şunu görüyoruz ve bu doğal. Daha önce sosyalist partilere ve Kürt partilere dönük var olan baraj yıkılmış olduğu için daha önce sosyalist olup da CHP'ye oy vermiş bir kesim bize oy verecek. Herhâlde CHP'liler de insanların mecburen kendilerine mecburen oy vermelerinden mutlu değildir. Bırakalım yurttaş özgürleşsin. Bırakalım yurttaşın daha çok seçeneği olsun.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
Emevi Camii’ne girip namaz kılma opsiyonu zaten olmadığı için soruyu şöyle sorayım; Esad düştükten sonra Şam’a giderek sokakta Colani ile birlikte gezen ilk üst düzey yabancı yetkili CIA Direktörü William Burns olsaydı ne düşünürdük?
“İktidarın Öcalan hamlesi Putin’in Kadirov hamlesini andırıyor, Esad rejiminin düşmesi bu hamleyi hızlandırabilir. Suriye’deki Kürtlerin varlığını bir anayasa taslağıyla ilk teslim eden Rusya’dır”
“Buzdolabından çıkan bir şey yok, buzdolabındaki çürümüş gitmiş. Kürtler ‘Türk milleti’nin zaten asli unsuru; birçok ulus yok, tek bir ulus var, Öcalan’ın söyledikleri kabul edilebilir değil. Ama Anayasa’da etnisiteden arındırılmış bir Türk vatandaşlığı tanımı yapılabilir… Seçim yenilenirse Erdoğan bir kez daha ama son kez aday olabilir, Anayasa’nın tanıdığı istisna tek defalıktır”
© Tüm hakları saklıdır.