07 Kasım 2010

Zehirli ülke

Margon “Bir Çift Yürek” isimli kitabının sonunda, Aborijinler’le yaşadığı deneyim ve dönüşümü Hollywood’a tahvil etmek isteyen bir kişiden nasıl kaçtığını anlatır.

Marlo Margon “Bir Çift Yürek”  isimli kitabının sonunda , Aborijinler’le yaşadığı deneyim ve dönüşümü Hollywood’a tahvil etmek isteyen bir kişiden nasıl kaçtığını anlatır. Margon; “Yaşamımın geri kalanını Gerçek İnsanlar’dan öğrendiklerimi uygulamakla geçirmek istiyorum. Her şeyi! Hatta gözden yitme sanatını bile!” derken, Aborjinler’le, yakan yıkan, hükmeden, “benim olmalı” diyen, öldüren, rekabet eden “modern insanının” arasındaki “derinlik” farkını ortaya koyar.


Evet , yeryüzünün  en eski, 60 bin yıllık kültür ve birikimini anlamak için “bildiklerimizi” unutmak gerekiyor. Bunu bir kez daha “Desert Country/ Çöl Ülkesi” sergisinde tecrübe ettim.  


Aborijin sanatçıların koleksiyonlarından oluşan sergi, yakın dönemin, 40 yıllık “Çöl Boyama Sanatı”nın geçirdiği evrimi sergiliyor. Aborijinler için çöl ve çöl yaşamı “Beyaz”ların ufuklarına sığmayacak kadar geniş bir bir kavram. Deniliyor ki; “çöl hakkında konuşulduğu zaman Aborijin olmayanlar akrabalarıyla konuştuğu gibi konuşur. Yerliler ise yaşam alanları için ağlar, üzülür, onu dinler, ziyaret eder ve heyecanlanır. Yani bir insan gibi ilişki kurar onunla.”


Sergide gezerken edinilen bilgiler “varoluşsal” sorulara kapı aralıyor. Her canlının “sorumlulukla” doğduğu kabulü, “toprak bize değil, biz toprağa aitiz, onu elimizden geldiğince korumalıyız” inancı, “toprağı”, vatan kavramıyla eş tutanlara ayna çeviriyor adeta. Kültürlerin “sınırlarını” bilmesi, bizim “sınır” algımızdan oldukça ayrı.

Doğa ile eşit ilişki kuran bu kültürün dokusunu bozan, onun DNA’sıyla oynayan “Batı”nın  neler yaptığının izini de sürebiliyorsunuz sergide. Son 2 yüzyıldır içine çekildikleri bir çok yıkım yaşamış Aborjinler.


Aborijin sanatçılardan Jonathan Kumintjara Brown’un resimleri,  çektirilen acıların tanığı gibi. Zira Brown, 1950’lerde Victoria Çölleri’nde İngiliz ve Avustralya hükümetlerinin yaptığı atom bombası denemelerini resmetmiş. Resimlerden biri patlama anını dışa vururken, adı “Poison Country/Zehirli Ülke”  olan bir diğer tablo, patlamanın yerli halkı, doğayı nasıl zehirlediğini anlatıyor.

1960’da doğan Jonathan Kumintjara Brown, 3 haftalıkken Aborjin olmayan bir aileye veriliyor. Stolen Generation/Çalınmış Kuşak’tan.  Melbourne’de büyüyor.  Daha sonra onu doğuran kadını, yani biyolojik annes inin izini sürüyor. Ailesini  bulduğunda ne o, ne de  annesi  onu anlayabiliyor. Dilleri çok farklı. Klanının yaşadığı topraklarda Moralinga’da atom bombası denemelerinden sonra nelerin yaşandığını öğreniyor.  Yerli halk yerinden yurdundan ediliyor. Bugün hala radyoaktiften etkilenen, ölen, sakat kalanların sayılı bugün hala bilinmiyor.

“Poison Country” işte böylesi duygusal patlamanın ürünü.  Zehirlenen Ülke –Maralinga’da kullanılan atom bombalarının Hiroşima’ya atılantan iki kat daha etkili olduğu söyleniyor. Bu denemeler 1963’e kadar sürmüş. 1984’ten sonra bu topraklar sahiplerine iade edilmiş.


Resimlerde kullanılan noktalama tekniği, dairesel hareketler, kullanılan renkler, bu kültürü hakkıyla öğrenebilmek için zaman harcanması gereken  konular.  Umarım, kimbilir...

Yazarın Diğer Yazıları

Suna’nın Kızları: Gitmediğimiz, görmediğimiz o köylerde kız çocukları hem okusun hem güçlensin diye…

Eğitimi bir süreç, bir güçlenme, birey olabilme gibi geniş perspektiften gören Suna’nın Kızları açtığı yeni pencereyle eşitsizlikleri, güçlendirmeyle aşabilmenin yollarını arıyor

Barış Vakfı ‘Türkiye’ masası kurdu: Otoriterlik ve çözüm bir arada olabilir mi?

Mümtazer Türköne: Kürt-Türk ittifakı kuruluyor İran’a karşı, bu reel politiğe dayanıyor

İstanbul'daki Suriyeliler anlatıyor: Dönmek istiyorlar mı, ne zaman?

Konuştuğum Suriyeliler için ÖSO ya da HTŞ ayrımı yok, onlar Esad’a karşı savaşan muhalifler…

"
"