Masal bu ya; bir gün ozan Âşık Veysel ile Aborijin yaşlı bir bilge yarenlik ederler birbirlerine. Zamandışı bu buluşmada Veysel,“türlü türlü meyve, yemek veren ama kazma ile dövmeyince kıt veren, sadık, cömert yari kara toprağı” anlatır uzun uzun. Toprağın sırrına mazhar olanın gün gelip Veysel’i bağrına basması gibi, bizim bilge Aborijin de öyle basar Veysel’i bağrına. Zira onlar için de toprak kutsaldır, bilgeliktir, alınmaz-satılmaz, herkesin ve hiç kimsenindir, karşılıksızlığın, sonsuz vericiliğin kaynağıdır. İşte aynı yolun yoldaşı, takipçisi bu iki ruhu bir araya getirmeme “ilham” sağlayan kişi, insanlığın en eski topluluklarından Aborijinlere birlikte 15 gün geçirmiş, sözden çok, anlamak ve anlamlandırmanın dil olduğu Alevilik ile Aborijin kültürü, inanışı, felsefesi arasında derin bağ kuran Gülşen Sal.
Avustralya’da doğup büyüyen Gülşen Sal’a sordum gördüklerini, deneyimlerini ve geriye kalanı. Çekiliyorum aradan, o anlatsın Aborijinlerin kutsal yerlerinden Northern Territory’nin (Kuzey Bölgesi) güneyinde kalan büyük kaya dağ Uluru’da geçirdiği iki haftayı.
Aborijin halkı hakkında ne düşünüyordunuz, hangi ezberleriniz vardı oraya gitmeden, onlarla birlikte yaşamadan önce?
Kendisini “açık görüşlü” olarak kabul eden bir kişinin bile taşıdığı önyargılarla yüzleşmesiydi aslında yaşadığım. Uzun yıllar bize gösterilen prototip Aborijin, ne kadar arınmaya çalışsak önyargılarımızdan, kafamızın bir yerlerinde duruyormuş; yüzeysel yani derinlikten yoksun, iş sahibi olamayan, eğitim seviyesi düşük, yardıma muhtaç bir toplum ve bunları onların hatası olarak görmememizi sağlayan algı yanılsamaları. Benimkisi ruhani bir geziydi. Uluru’ya vardığımızda, arabadan inince kendimle yüzleştim, farklı bir enerji vardı o bölgede. Beni kucaklayıp, hoşgeldin der gibiydi Uluru. Bir arkadaşımızın aracılığıyla, Stolen Generation/Çalınmış Kuşak olan, hayatını Aborijinlerin hakları için mücadeleye adamış, politik bir kişilik Bob Randall ile tanıştık. Varışımızın ertesi günü, güneş doğmadan yanına gittik. Bizi yüksekçe bir tepeye götürdü. Birlikte güneşin doğuş seremonisini izledik. Hiç konuşmadan, güneşin enerjisini içimize çektik. Dünyanın çok büyük ve çok değerli olduğunu uçsuz bucaksız bir sonsuzluk içinde, kelimelere ihtiyaç duymadan kavrıyorsun. Bir bilgi aktarımıydı aslında.
Neden Aleviliğe yakın buldun Aborijinlerin felsefesini?
Ben çok etkilendim. Bob Randall’ı buradaki Alevi toplumuyla tanıştırmak istedim. Biz de sizler gibiyiz, biz de kimliğimizi gizlemek, sessiz kalmak, inancımızı saklı tutmak zorunda kalmışız diye anlattım kendisine. Gözlerinden yaşlar süzüldü. “Neden ağlıyorsunuz?” diye sorduğumda,” seni hissediyorum, kalbindeki açıklığı, beni anladığını” diye yanıtladı. Onların felsefesinde her şey bir bütün. “Enel Hak” inanışı, evrenin bilgisi içimizde anlayışı, bana çok yakın ve bildik geldi, sanki bir Alevi Dedesi karşımda konuşuyor gibiydi. Aile yapıları da çok benziyor. Herkes birbirinin çocuğundan sorumlu. Bilgiyi talimatla değil, yaşayarak tecrübe etmelerine olanak sağlayarak öğretiyorlar çocuklara. Çocuğun kendisinin keşfetmesine izin veriyorlar. Onlarda da “musahiplik” var. Alevi inancında olduğu gibi; musahip olanlar, onlarda da evlenemiyor. Devletin Aborijin topraklarını işgal amaçlı gerekçe uydurduğu “Child Abuse Sex” yani çocuklara yönelik cinsel istismar meselesini sordum Bob Randall’a. Bir toplumu aşağılamak, kötü göstermek için uydurulan yalanlardan biriydi tıpkı Aleviler için uydurulan “mum söndü” yalanı gibi.
Nasıl bir yaşamları var, ne yerler ne içerler kaçta yatıp kaçta kalkarlar, günlerini nasıl geçirirler?
Yıllar içinde tabii ki onlar da Beyaz Adam kültüründen etkilenmişler. Özelikle “Çalınmış Kuşağa” ait Aborijinler öz kültürlerinden daha uzaklar, asimilasyona uğramışlar. Örneğin avcılık yetenekleri artık yok. Yemek kültürleri de bundan nasibini almış. Özellikle madencilik için işgal edilen topraklardaki Aborijinlerin durumları daha kötü. Çoğu işsiz, gençler de büyükşehirlere geliyor ayakta kalmak için. Geçmişleri ile bugün yaşadıkları gerçeklik arasında ciddi bir boşluk var. Zorla Hıristiyan yapılmışlar. Tıpkı Alevilik de olduğu gibi korkudan çocuklarına kendi inanışlarını tam aktaramamışlar. Bütün yaşadıkları acılara rağmen, çok gururlu ve onurlular. Yanında bir kral, kraliçe varmış gibi hissediyorsun ama eşitsin aynı zamanda.
Kadın/Erkek iş bölümü nasıl?
Kadın ve erkek iş bölümü çok keskin. Erkekler 3 kadınla evlenebiliyor. Erkekler ava çıkarken, kadınlar evde çocuklara bakıp, doğadan, topraktan bitki meyve topluyor.
Resim yapmayı öğretmişler sana?
Eğitimlerine bayıldım. Resim yapmak için birlikte yere oturduk malzemeleri çıkardılar. Modern eğitim yöntemi nasıldır, önce malzemeler tanıtılır, işlevi, bir iki örnek gösterilir vs. Burada ise tam tersine, nasıl yapacağım telaşına yenik düşmekten önce kurtulmanı sağlıyorlar. O telaşı bir kenara bırakınca yani rahatlığa erince, kendini akışa bırakıyor insan. Hiç hayatında boya yapmamış, resme çok da yeteneği olmayan ben, onların şarkıları eşliğinde adeta aktım sürüklendim. Ve ortaya çok güzel bir resim çıktı. Onların anlayışında eğitim, görmek, birlikte yapmak, söze ihtiyaç duymadan başka bir dilsel bağ kurmak demek.
Modern dünyanın insanına nasıl bakıyorlar?
Bir kere her şeylerini anlatmıyorlar, daha doğrusu bizim anlayamayacağımızı düşünüyorlar. Çünkü kavramamız için “büyümemiz” gerekiyor. Modern insanı daha “çocuk” görüyorlar, zira daha bireysel yaşıyorlar. Aborijinler ise 600 milyon yıllık kayaların bilgisine sahip olduklarına inanıyorlar, o bütünlüklü, kesintisiz tarih anlayışlarından dolayı.
En çok neye isyan ediyorlar ya da en çok neye küskünler?
Ne kadar eziyete katliamlara uğrasalar da içleri sevgi dolu. Yaşadıkları zalimlikleri ise bir bilgi olarak anlatıyorlar nefret duygusundan arınık. Aborijinlere göre dünyanın bir ucunda ağlayan bir insan olduğu sürece, diğer ucundaki bir insan mutlu olamaz. Onlar savaşçı değiller tıpkı Alevi toplumu gibi. Tek söyledikleri ve istedikleri, “bırakın bizi, biz olalım”.
Sağlık sorunlarını nasıl çözüyorlar?
Hem devletin sağladığı hem de onların “Bush Medicine Man” dedikleri doktorlarla. Binlerce yıllık bir birikimin devri ve uzun yıllara dayanan bir eğitimle tedavi ediyorlar insanlarını Bush Medicine Man denilen kişiler. Biyoenerji denilen yöntemi kullanıyorlar, sadece o bölgelerde yetişen bitkilerden yapılan merhemleri var. Örneğin bir arkadaşım kanser tedavisi nedeniyle operasyon geçirmiş, sonrasında da boyun bölgesini geriye doğru hareket ettiremiyordu. Tanıştığımız Bush Medicine Man, ellerini arkadaşımın boynunun üzerinde gezdirdi, bir trans anı gibiydi, kendince sözler, şarkılar söylüyordu. Seans bittiğinde arkadaşım ameliyat sonrası ilk kez çenesini kaldırabildi.
Geriye ne kaldı sizde?
Kesinlikle geleceğe daha umutlu bakıyorum. Çünkü yeryüzünde bu sevgi anlayışını bu bilgiyi aktaracak insanlar hep olacak ve bu ağ büyüdükçe insanlık savaşları toprağa gömecek. Kendini başkaları ile bütün hissedersen savaşlar olmaz ki. Doğayı anne olarak gören Aborijinlerden herkesin öğrenecek çok şeyi var.