12 Haziran 2011

Genç Türk Akademisyenler (2)

Genç kuşak akademisyenlerle, “yurt dışı” deneyimin, “entegre akademisyenlik” için, nedenlerine bir giriş yapmıştık

Genç kuşak akademisyenlerle, bilgi üretiminin olmazsa olmaz duraklarından biri haline dönüşen “yurt dışı” deneyimin, “entegre akademisyenlik” için, nedenlerine bir giriş yapmıştık geçen hafta. Meseleyi kavramaktan uzak olan “idari” akıl, ya da “yönetim” ise, “tersine beyin göçü” sorununa “ 3 bin liranın üzerinde maaş vereceğiz” yönetmeliği ile yaklaşıyor. TÜBİTAK’ın “Doktora Sonrası Geri Dönüş Burs Programı”nı “AR-Ge”  ye indirgeyen zihniyetlerin “bilimsel aklına küpe” olması gereken cümleleri kuranlara sözü bırakıyorum. Onlar anlatacaklar Türkiye ile yurt dışındaki akademik ortamın, olanaklar, asistan-hoca ilişkisi, bürokrasi, akademik özgürlük bağlamında farklarını.


Duygu Yengin (Adelaide Üniversitesi Öğretim Üyesi): 

Bulunduğum üniversitede yılda 2 ders veriyoruz. Bu 2 dersi aynı döneme toplayarak diğer dönemde zamanımı sadece makale yazmaya ve araştırmalara veriyorum.  Ders vermediğim dönem yurt dışı konferanslara gitmem ve yurt dışındaki üniversiteleri ziyaret edip 1-2 ay kalarak oradaki akademisyenlerle çalışabilmem için zaman da sağlanıyor. Üniversite,  bu konferans ve araştırma gezilerinin masraflarını karşılıyor. Bu imkânlar nedeniyle araştırma hayatı, Türkiye’de olduğundan daha çok olanak buluyor. Avustralya’daki tennure (daimi kadro)  sistemi de,  iş güvenliği sağladığı için üretim özgürlüğünü kolaylaştırıyor.  Basılan makalelerin uluslararası düzeyde yüksek sıralardaki dergilerde basılması gerekiyor. Avustralya’ da maalesef Türkiye’deki gibi işler biraz bürokratik yürüyor, bu konuda Amerika daha esnek ve hızlı işliyor. Yurt dışında asistanlar hocaların her işini yapan insanlar değil. Asistan sadece ödev sorularını öğrencilere çözdürme ve sınav kâğıtlarını okuma gibi işleri yapıyor. Sınıfta öğrenci sayısı az ise, mesela doktora derslerinde, hocaların asistanı olmayabiliyor.


Burak Ata (Adelaide Üniversitesi Araştırma Görevlisi) :


Türkiye’de asistanlığın “hocanın işlerini yapmak” anlamına gelmesi hocaya çok bağlı. Ama burada değil. Türkiye’de biraz “askeriyeyi” andıran, asistanı “bedava iş gücü” olarak gören bir anlayış var. Hoca bazen kendisini asistanın “patronu” olarak görebiliyor. Burada ise tamamen “kılavuzluk” görevini üstleniyor hocalar. Akademik ve idari kısım ise ayrılmış. İdari kısım, akademinin sırtında değil. Final sınavları döneminde asistanlara “sınav gözetmenliği” angaryası yüklenmiyor, zira dışardan kişilere yaptırılıyor bu iş. Akademik alandaki araştırmalarımız için, bulunduğun üniversitenin uluslararası akademik veri tabanı üyeliği çok önemli. Buradaki bir üniversitenin üyelik tarihi 1985’e kadar giderken, Türkiye’de bu tarih ancak 1995’e kadar gidebiliyor. Türkiye’de doktora sürecinde iki konferansa katıldım, her ikisinde de yol masrafı ile “katılım” ücretini kendim karşıladım. Üniversiteden para istemeyi aklıma bile getirmedim. İzin dilekçesini hazırlarken “ yolluksuz-yövmiyesiz” ifadesini kullandığımı hatırlıyorum; kolay izin versinler, sorun çıkmasın diye. Yine yurt dışında ve 40 gün sürecek bir “workshop” için okuldan izin aldım, ki tamamen masraflar organizasyon tarafından karşılandı. Dönüşte, idareden “gözümüzden kaçmış, 10 yılı doldurmayanlara 40 günlük izin kullandırtmıyoruz” sözleriyle karşılaştım.


İlke Onur ( Güney Avustralya Öğretim Üyesi) :

ABD’de doktora sonrası TOBB Teknoloji Üniversitesi ile iş görüşmesi yaptım. Yukarıdakiler her şeyi kontrol etmeye çalışıyorlardı. Örneğin; üniversiteye alınacak hoca ile Rıfat Hisarcıklıoğlu da (TOBB Başkanı) görüşüyor. ABD’deki profesyonelliğe alışmış biri olarak bu beni şaşırttı. Çünkü bir akademisyen olarak Hisarcıklıoğlu ile neden görüşeyim ki.  Kontrol sistemi dekana kadar uzanıyordu. Bürokrasi çoktu. ABD’de ise sistem şu: Bölüme alınacak kişilerle fakülte hocaları görüşüyor. Eğer profesör alınacaksa dekan mülakat yapıyor.  TOBB Teknoloji Üniversitesi’nde yurt dışı konferanslarına gitmek için masraflarımız karşılanıyordu, destekleniyorduk. Araştırma yapmamız için zaman da veriliyordu ama bürokrasi vardı. Mutlu değildim Türkiye’deki üniversitelerde.  TOBB’da herhangi bir baskı görmedim araştırmalarımla ilgili. Zaten görsem, “ teşekkürler”  deyip giderdim.  Ama şöyle bir şey de yaşadım. Bir gün ders anlatırken, herkesin askere gitmesinin gereksiz olduğunu söyledim.  Ekonomi dersleri veren biri olarak, kayıpları anlattım bir modelle. Modelimde şunlar vardı: Askerlik paralı ve seçimli olsun, bu sayede bütçenin buna ayrılan kısmı eğitime ve sağlığa ayrılsın, 4-5 sene paralı askerlik yapan bir genç,  görev sürecinde (ki iyi ücretli verilmesi şartı ile) yaptığı birikimini, askerlik sonrası “küçük girişimci” olarak kullanabilsin ki bu model işsizliğe de bir pansuman ya da sosyal hizmetlerde çalışma seçeneği konulsun ki bu da bütçeye artı sağlar. Sonra TOBB Mütevelli Heyeti’nde emekli bir askerin kızı olan öğrencim derste yaptığımız tartışmayı babasına anlatıyor. Rektör beni çağırdı. Direk bir uyarı olmadı ama derste ne anlattığım, ne öğrettiğim kimseyi ilgilendirmez. Üniversitelerde ne kadar bilimsel makale ürettiğin değil, makalelerinin niteliğinin öne çıkması gerekiyor.


Gelelim üniversite ile toplum arasındaki organik ilişkiye ve faaliyetlerini “akademi pazarındaki”  alanla sınırlayan “homo academicus” tipi akademisyenlere…

Duygu Yengin (Adelaide Üniversitesi Öğretim Üyesi):

Toplum-akademisyen diye bir ayrım bana yapay gelen bir anlayış, Sonuçta her birimiz toplum içinde yaşıyoruz ve toplumun sorunları ve zevkleri ister istemez bilim ve sanat insanlarını, insan olarak zaten etkilemekte. Bilim ve sanat insanları nice emekler vererek ve hayatlarını bir konuya adayarak o alanda en ince ustalığa ulaşma yolunda giden insanlar. Topluma ışık tutmak ve önder olmak için en büyük adaydırlar. Bilim ve sanat insanları, çalıştıkları alanın en ideal örneklerini ve gidilmesi gereken yönü işaret eden, kuzey yıldızı gibi yol gösterici olurlarsa toplum hayatına katkıları büyük olur.

Kuzey yıldızı dünyadan kopuk gibi görünür değil mi, ama yıldızı alıp karaya oturtsak dünyadaki hiç bir yolcuya ışık verip yolunu bulmasını sağlayamazdı. Bu demek değil ki, yıldız yolcunun gittiği yolu dikte etsin, yolcu yine kendi yolunu çizer ancak gitmek istediği yönü bulması için kuzey yıldızının ışığından yararlanır. Aynı şekilde bilim ve sanat insanlarını da toplumdan kopuk olmayacaksın diye yıldızı karaya mahkûm edercesine gelip geçici toplumsal eğilimlere mahkûm bırakmamak gerekir. Tam tersine toplum,  gitmek istediği yolda daha rahat ilerlemesi ve önünü görüp bilgili olabilmesi için, akademisyenlerin, bilim ve sanat insanlarının bilgisi ve uzmanlıklarının ışığından faydalanmalı. Bu bana göre hem toplumun yol alabilmesi için hem de akademisyenin üretim için ihtiyacı duyduğu özgürlük ortamını bulabilmesi için en uygun yol. Tabii ki sanatın ve bilimin topluma sevdirilmesi ve tanıtılması yolunda daha etkili girişimler olmalı, sonuçta geceleyin güneş gözlüğüyle yürürse yolcu kuzey yıldızının ışığından faydalanamaz. Bu yüzden bilimsel ve sanatsal çalışmaların toplumla paylaşılmasını teşvik eden kolaylıklar sağlanmalı ve toplum hayatında sanatsal ve bilimsel çalışmalara ulaşmayı sınırlayacak engeller kaldırılmalı.

Kısacası sanatta ve bilimde, insanlar özgür bırakıldığı zaman en hızlı ilerleme görülür ve fikir ve sanat insanları özgürce düşünüp üretirse, uzmanlıklarını halka ışık tutup medeniyeti yükseltmek yolunda kullanabilirler. Bu konudaki Türkiye’deki bazı eğilimler, mesela internet filtreleme ya da youtube ya da blogların yasaklanması gibi girişimler bende endişe yarattı. Türkiye’nin beyin göçünü durdurması için bilim ve sanat hayatına ve düşünce özgürlüğüne verdiği desteği akademik hayatın zengin bir şekilde yaşandığı yabancı ülkeler seviyesine çıkarması lazım.

Entegre Akademisyenlik (1)

Yazarın Diğer Yazıları

Suna’nın Kızları: Gitmediğimiz, görmediğimiz o köylerde kız çocukları hem okusun hem güçlensin diye…

Eğitimi bir süreç, bir güçlenme, birey olabilme gibi geniş perspektiften gören Suna’nın Kızları açtığı yeni pencereyle eşitsizlikleri, güçlendirmeyle aşabilmenin yollarını arıyor

Barış Vakfı ‘Türkiye’ masası kurdu: Otoriterlik ve çözüm bir arada olabilir mi?

Mümtazer Türköne: Kürt-Türk ittifakı kuruluyor İran’a karşı, bu reel politiğe dayanıyor

İstanbul'daki Suriyeliler anlatıyor: Dönmek istiyorlar mı, ne zaman?

Konuştuğum Suriyeliler için ÖSO ya da HTŞ ayrımı yok, onlar Esad’a karşı savaşan muhalifler…

"
"