06 Şubat 2011

Defne’den Derya’ya

Derya Diblen, beyaz yakalı, kentli, eğitimli genç bir kadın...

Kadınların özgürlük arayışını, iktidarlarının “hapishanelerine” tıkmaya çalışan Hıncal Uluç, Serdar Arseven gibilerine inat bu hafta, biz “kötü kızların” uzakta, çok uzakta, başka bir coğrafyada; yalnız, tek başına, “rollerden” uzak, “cennet” vaad eden değil, “kendin olma” dönüşümüne hizmet eden yolculuğuna tanık olacağız. Yunan Mitolojisi’ndeki Daphne(Defne) ağacının simgelediği; “özgürlük, isyan, başkaldırı”, modern dünyanın kontrol mekanizmalarına, küçük iktidarların zalimliğine rağmen sürecek; Defnelerin sembolize ettiklerinin peşinden giden kadınlar var olduğu sürece. Defne Joy Foster’dan Avustralya’ya “ne alaka” demeyin, zira kurulan köprünün anlatmak istediği, bu koca kıtada var olmaya çalışan genç bir kadının mücadelesinde gizli.

Derya Diblen, beyaz yakalı, kentli, eğitimli genç bir kadın. İstanbul gibi insanı yutan dev bir şehirde, bir reklam ajansında, kariyer yapma ve İngilizce öğrenme baskısı altında bir gün “tak” ediyor, sistemin o büyük hapishanesinin bir hücresini parçalama cesareti gösteriyor. Neyle karşılaşacağından habersiz, hiç kimseyi tanımadığı, uzak mı uzak, cebinde hayalleri, çantasında tecrübesi geliyor Avustralya’ya. Kendi deyimiyle “yalnız bir başına neler başarabileceğini” sınamak istiyor. Her gidiş, bir iç yolculuktur aynı zamanda. Derya’nınki de biraz öyle. Kendisine yapıştırılan rollerden; “iyi bir çalışan, iyi bir evlat, iyi bir kardeş, iyi bir arkadaş, iyi bir vatandaş, iyi bir vs vs...” sıfatlarından kurtulmak, hiç kimse olmak istiyor. Kendine kaçış için iyi bir başlangıç yeri bu kıta; arkadan gelen şehre rağmen. İlk üç ayını tatil tadında geçirmiş. “Ne zamanki buralı gibi yaşamaya başlıyorsun, işte o zaman gerçeklerle yüzleşiyorsun” diyor. Bu aslında yalnızlığa biçtiğin anlamla ilgili olarak;  ya kocaman bir ıssızlık duygusu ya da kendini keşfedişin giriş dersleri. Bir gece arkadaşlarından ayrıldıktan sonra, taksiye verecek parasının olmadığı bir anda,  otobüs saatini kaçırdığını, şehrin orta yerinde yapayalnız kaldığında anlıyor hayatın hangi gerçek durağında indiğini. Olsun, iliklerinde hissettiği bu kimsesizlik duygusu öldürmüyor aksine güçlendiriyor. İnsanın sınırlarını keşfedişi aynı zamanda gücünün de farkına vardığı an değil midir.  Genç bir kadın olarak varoluş savaşında Türkiye şartlarına uygun olarak silahlandığı için, öğrendiği kaygı ve korkularla hareket ediyor ilk başlarda: “Burayı Türkiye zannediyorsun, İstanbul gibi bir yerde temkinli oluyorsun. Gece sokakta yürümek zor, kıyafet özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Harbiye’den Maslak’a giderken maruz bırakılmadığınız sözlü taciz kalmıyor. Ancak bir kadın kendi arabası varsa rahat olabiliyor.” Giysine  karışılmadığı,işe giderken parmak arası terlik giyildiği Avustralya’da bir kadının nasıl bir hayat isteyebileceğini, onu nelerin mutlu edebileceğini, güvenlik saplantısına düşmeden yaşamanın hafifliğini tecrübe ediyor. “Korkusuz, taciz/ tecavüzün olmadığı, evlerin camlarının açık, demir korkuluklara ihtiyaç duyulmadığı bir dünya” da yaşamak istiyorum derken, bir erkeğin anlayamayacağı korkulara refere ediyor.  

Ne kattı sana bu yolculuk dediğimde; yazma yeteneğini keşfettiğini açıklıyor: “ Kendinizi anlatmak istiyorsunuz dilini bilmediğiniz bir yerde, ama anlatamıyorsunuz, dilsizsiniz. Dolayısıyla, kendi kendinize konuşmak olarak da tanımlanabilecek yazma eylemi bir zorunluluk oluyor. İyi ki yazıyorum, yoksa kafayı yerdim, blog fikri böyle oluştu.”

Derya Diblen, ailesi, arkadaşları, iş çevresi yani temas ettiği dar bir çevre tarafından bilinen bir kişi iken, şimdi o, milyarlara açık sanal kamusal alanda. deryadiblen.blogspot.com adresinde yaşadıklarını, tecrübelerini, sorgulamalarını paylaşıyor. Eğer bir kadın ya da bir erkek bu kıtaya gelmek isterse, onun blogunda, geleceği şehre bağlı olarak, nereden otobüs bileti alınır, vize nasıl uzatılır, iş bulmanın püf noktalarını, gezilecek yerleri, hayat standardını bulabilir. Bir anlamda diğerkamlıkla Derya; “yaşadığım zorlukları yeni gelenler yaşamasın” istiyor. Alt metninde ise, “kendin olma” yolculuğunun sağladığı değişim, özüven ve kamuya açılmaktan korkma halinden arınmak var.  Kendi sınırlarını öğrenmek, kendini keşfetmek için illa da başka coğrafyalara gitmek mi gerekiyor diyenleri şimdi korkak olmakla eleştiriyor. Uzak, tek başına olduğun bir coğrafyada ayakta kalmanın insana katacaklarının  başka olduğuna inanıyor.

Hayatında hiç uçağa binmemiş, binemeyecek, ya da yabancı bir ülkeye gidemeyecek genç kadınlar da var. Ama bu Derya’nın öyküsü. Herkesin kendi yolculuğundaki seyir defteri farklı. Başkaldırı, isyan için o defteri başka türlü dolduranlar da var, olacak, olmalı.

Öykü öyle bitiyor ya... Kendi özgürlüğe düşkün peri kızı Daphe(defne) Apollo’nun aşkına karşılık vermez, Defne ağacına dönüşür. Dönüşmekten korkmayanlara...

Yazarın Diğer Yazıları

Suna’nın Kızları: Gitmediğimiz, görmediğimiz o köylerde kız çocukları hem okusun hem güçlensin diye…

Eğitimi bir süreç, bir güçlenme, birey olabilme gibi geniş perspektiften gören Suna’nın Kızları açtığı yeni pencereyle eşitsizlikleri, güçlendirmeyle aşabilmenin yollarını arıyor

Barış Vakfı ‘Türkiye’ masası kurdu: Otoriterlik ve çözüm bir arada olabilir mi?

Mümtazer Türköne: Kürt-Türk ittifakı kuruluyor İran’a karşı, bu reel politiğe dayanıyor

İstanbul'daki Suriyeliler anlatıyor: Dönmek istiyorlar mı, ne zaman?

Konuştuğum Suriyeliler için ÖSO ya da HTŞ ayrımı yok, onlar Esad’a karşı savaşan muhalifler…

"
"