25 Şubat 2025

Boşuna çiğnenmemiş bir hayat; Sevim Belli

Cumhuriyet ile neredeyse yaşıt olan Sevim Belli, biriktirdiklerini, yüzleşmelerini, hatıralarını, hesaplaşmalarını Boşuna Mı Çiğnedik kitabında anlatmıştı

Sevim Belli

100 yıllık bir hayat… Tarihin içinde, kritik dönüm noktalarında hem tarih yazmış hem de içinde olduğu tarihin tanığı olmuş bir kadın… Devrimci bir hayat yaşadı. Onu ilk tanıdığımda çok yaş almıştı, deniz görmeden duramadığını anlattı arkadaşları. Evinin manzarası da öyleydi. Öyle ya çocukluğunun önemli bir kısmı, annesi Ayşe Hanım’ın babası Kalkavanzadelerden Rıza Kaptan’ın Beylerbeyi’ndeki köşkünde geçmişti. İstanbul-Kadıköy’deki evinde kendisini ziyaret ettiğimde pandemi daha yeni bitmişti. Yaş almasından olsa gerek yer yer zihni bulanıklığına rağmen sevgi dolu ince sesiyle kendisine “Sevim Abla bizim değerimiz, canımız” diyen bir okuruna “Kimseyi o kadar şımartmayın, insanoğlu çabuk şımarır” diyecek kadar bilgeliğini kısacık bir cümleye sığdıran bir kadındı. Ömrünü sosyalist düşünceye adayan bir kuşağın özelliğidir… Görünür olmayı çok sevmezler. Zira kişiler değil, düşüncelerdir önde olması gereken ve bir de yasaklı yılların öğrencisidirler onlar. Sevim Belli hayatını anlattığı “Boşuna Mı Çiğnedik?” kitabında şöyle der:

“Onca yıl göze batmamaya, sıradan biri olmaya, bilerek isteyerek arka planlarda kalmaya ve ayrıcı bilinen zorunlu nedenlerle gölgede yaşamaya özel bir özen gösterdikten sonra… Gizleyecek, çekinilecek bir şeyin olmasa da içgüdüsel olarak direniyorsun, kalemin işlemez oluyor, tam rahatlayıp açılamıyorsun.”

Belki bu yüzden kendi hayatını açmak kolay değildi onun için…  Buna rağmen annesini, babası İsmail Hakkı Terzioğlu’ndan, ki sonra soyadı kanunundan sonra Tarı soyadını alacaktır, daha çok zaman geçirdiği dedesi Rıza Kaptan’ı, yol arkadaşı, siyasi şefi Mihri Belli’yi, yoldaşı Vedat Türkali’yi eleştirmekten çekinmeyen, çuvaldızı kendisine de batıran, dürüst olmayı hayatının merkezine koyan bir kadınla tanışıyorsunuz kitabında.

Çocukluğu mutlu geçer, zaten kendisi de ihtimamla büyütüldüğünü anlatır. Kolay değildir… Aile Sevim’den önceki iki çocuğunu menenjitten kaybeder. Çok sevdiği, hatta hekim olmak istemesinde etkili olan ablası Müfide de menenjite yakalanır ve hastalık Müfide ablasında maraz bırakır. Ablası Müfide’nin maruz kaldığı ayrımcılık, okul müdürünün zoruyla ailenin ablasını okuldan almak zorunda kalması, annesinin tedavi amaçlı ablasını maruz bıraktığı tıp dışı tedavi yöntemleri, çocuk yaşta adalet duygusunu yeşertmeye başlar. O dünyadaki bütün çocukları iyileştirmeyi çocuk yaşlarında kafasına koyar. Sosyalist fikirlerle tanıştığında ise hastalıkları değil, hastalıklara neden olan sistemi tedavi etmek gerektiğine inanır, hayatını öyle de yaşar.

Sevim Belli, öyle bir hayat ki, Türkiye’nin tarihiyle yaşıttır neredeyse.

Cumhuriyeti çok sever. “Dünyanın zenginleri kapitalist emperyalist Batı’ya baş kaldırmış ilk Doğu ülkesidir Türkiye” onun gözünde…

“İyi kötü yanlarıyla eksikleriyle Türkiye’nin sultanlık düzeninden cumhuriyete geçişine damgasını vuran küçük burjuva radikalizmi reformculuğu işte. Elbette ki ilerisi için örnek olarak Kemalizmi savunacak değiliz. Ama onu tarihi çerçevesi içinde doğru yerine oturtmak zorundayız” diye yazar yıllar sonra… Eleştireldir. Kemalizmi bağımsızlıkçı bulurken Atatürkçülüğü bağımsız olma niteliğinin zayıflaması olarak görür. ‘İmtiyazsız sınıfsız toplum’ iddiasını aldatmaca olarak görür. Bunun sınıf mücadelesinin inkârı olarak yorumlar. Milli mücadele veren halkların ulusal onurunu kırmanın milliyetçilik ve şovenizme yol açtığını söylerken sol içi bitmeyen bir tartışmaya da katılır. Bunun yanı sıra Kürt meselesinde geldiği noktayı da şöyle anlatır:

“Kürtler, 'Türk ulusuyla birlikte olacaksak bu eşitlik ve özgürlük temeli üzerinde gönüllü birliktelikle olacaktır' diyor. Türk olarak bu sese kulak vermek birinci yurtseverlik görevidir.”

Sevim Belli’nin (Tarı) büyüdüğü habitat zihni yolculuğunun izlerini taşır.

29 Ekim’in kutlandığı bir ailede büyür. Zira aile (Kalkavan) Kurtuluş Savaşı döneminde “Müttefik depoları basılarak ele geçirilen malzeme ve silahları Anadolu’ya yani İstanbul’dan İnebolu’ya aktarılmasında çalışır. Belli’nin dayısı İbrahim Kaptan’ın gemisi batırılır. Kendisi Yunanlara esir düşer.” Kalkavan ailesi Cumhuriyet’in o zaman yaratmaya özendiği burjuva sınıfının temsilcilerindendir. Sevim Belli’nin anlatımlarından, kullandığı dilden, dikkat çektiği noktalardan anlıyorsunuz ki politik düşüncelerle yaşam tarzı arasında hep bir tutarlılık arar. Belli için özel hayat da politiktir.

İşte bu nedenle muhafazakâr dünyanın önemli isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili anısında da bu tutarlılık arayışı vardır. Necip Fazıl’ın annesi Beylerbeyi’ndeki köşke gidip gelen biridir. “… Hanımların pantolon giymeleri, hele Beylerbeyi gibi bir yerde pek alışılmamış, yadırganan bir şeydir o zaman. Ama Necip Fazıl’ın eşi pantolon giyer, moderndir. Köyde Fazıl’ın savunduğu görüşlerden dolayı ‘Aleme verir talkını, kendi yutar salkımı’ diye söylenirler. Beylerbeyi ne de olsa Müslüman yatağıdır. Sevim, pantolon giyilmesine, bir hanımın kendi beğendiği, uygun gördüğü gibi dolaşmasına kesinlikle karşı değildir. Ama insanın yaşamı ile ideolojisi arasında tutarsızlık olmamalıdır. Burada elbette eşi değil, Necip Fazıl’ın kendisi söz konusudur.”

Adaletlidir. Ömrünü onlara adayan evin her şeyi, Ayşe Hanım’ın yardımcısı Bahtiyar Hanım’ın talebine rağmen ona Tarı soyadı verilmemesini o yaşta doğru bulmaz. Hatıralarında “Sevim bunu hep kalleşlik, kadirbilmezlik, en azından aldırışsızlık” diye anlatır. Kitabında kendi ailesine de mesafeli durabilen Sevim Belli, amcası Hasan Tarı’yı hiç affetmediğinden söz eder. Zira babasının desteği ile polis olan amcası, ki kitapta amca ifadesini tırnak içinde kullanır, Sevim Belli 1955’de Harbiye Askeri Cezaevi’ndeyken, annesini arar ve “Hangisi, o içerdeki domuz mu ölen?” der. Sevim Belli’nin (Tarı) çok sevdiği ablası o cezaevindeyken ölmüştür.

Yol arkadaşı, yoldaşı Mihri Belli adını İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken duyar… Mihri Belli, o dönemin İleri Gençlik Birliği üyesidir. Yıl 1944’tür. CHP dışında olan bir örgütün izinle kurulamadığı yıllardır.

Tan Gazetesi pogromunun yaşandığı o günü de kitabında anlatır. Sertellerle mezun olduktan sonra Paris’te tanışacağından habersizdir o günlerde. “O saatlerde fizyoloji laboratuvarında uygulamalar dersimiz vardı. Beyazıt’ta merkez binadaydı ders. Laboratuvara geldiğimde ortalıkta kimse yoktu. Az sonra iki arkadaş heyecanla geldiler. Hocayı sordular. Gösteri varmış. Millet, Tan gazetesini protesto etmeye gitmişmiş… Bizimkiler de bu büyük ‘vatanseverlik gösterisi’nden geri kalmak istemiyorlardı. Deliler gibi atıldılar merdivenlere. Hayri Kaleli hocamızdan yoklama yapmayacağına dair söz alarak fal taşı gibi açılmış gözlerimizin önünde sevinç çığlıkları ile koşturup gittiler. Tan matbaası tahrip edilmişti ki gazete çıkamadı. Ondan sonra da bir daha belini doğrultamadı doğru dürüst. Bir süre sonra da yayınını durdurdu. Yolda gördüğüm arkadaşlardan biri öğrenci birliğinde görevliydi. Ertesi gün tam da Aziz Nesin’in yazdığı gibi ‘Türk gençliğinin muhtaç olduğu kazma küreği Cumhuriyet Halk Partisi’nin bodrumunda bulabildiklerini’ gizlemeye bile gerek görmeden anlatıyordu. Hatta övünerek. Ama biraz da şaşkın.”

Üniversite öğrencisiyken 1946’da ilk kez gözaltına alınır. O yıllarda da kitaplar tehlikelidir. Clara Zetkin’in Kadın ve Sosyalizm kitabını yakalatmayan kendisi değil, kuzeni Fatma olur.

O zamanın emniyet müdürlüğü şimdinin otele çevrilen meşhur Sansaryan Han’ıdır. Belli, Türkiye Sosyalist Emekçi  ve Köylü Partisi’ne yönelik geniş gözaltı operasyonundan nasibini almıştır. Gözaltında Sabahattin Ali ile nasıl ve ne için buluştuğunu sorarlar.

“Ya boş atıp dolu tutmak istiyorlardı ya da karıştırmıştı istihbaratı veren. Her neyse. Sabahattin Ali’yi getirdiler. Temiz, pak, çevik hareketli, gecenin o saatinde dinç, kısa boylu, saçları erken ağarmış, gözlüklü bir adamdı. Sabahattin Ali’ye beni tanıyıp tanımadığını sordular. Kısaca ‘Maalesef’ diye duraksamadan hemen yanıtlayıverdi. Öyle çabuk gelen, öyle beklenmedik bir cevaptı ki bunu büyük bir iltifat olarak algılamıştım. “ Türkiye Komünist Partili yılları da bu dönemde başlar. Kitabında Vedat Türkali’yle (Abdülkadir Demirkan) de yüzleşir. 1952-53 Tevkifatı öncesi ve sonrası ayrımını yapar ve onunla da sert bir yüzleşme yapar.

17 yaşında fark ettiği işitme kaybı nedeniyle defalarca ameliyat olur. Türkali’yi de bunu konu etmesinden dolayı eleştirir.

Sözünü sakınmayan, kırıcı olmayı göze alacak kadar dürüst olmayı tercih eden Sevim Belli, Zekeriya Sertel’in Nazım Hikmet’in ölümünden sonra yazdıklarını “Dünyanın en büyük şairlerinden birini Türkiye’nin en yetenekli gazetecilerinden biri böyle mi anlatmalıydı kendi halkına… İnsanlarımızın ziyan edilmesine bir örnek daha mı diyelim?” sözleriyle eleştirir. Kore’ye asker göndermeye karşı kampanyalarda yer alır. Barış Yolu dergisini çıkarırlar. O zaman üşenmeyip hesaplarlar. Bir Amerikan askerinin bir günlük masrafı bir Türk askerinin masrafının 10 katıdır.

Mihri Belli ile cezaevinde başlayan haberleşmeleri duygusal bir ilişkiye döner. Sevim Belli'nin (Tarı) anlatımına göre Sultaahmet Cezaevi’nde kalan Mihri Belli’yi soyadı değişikliğinden dolayı ziyaret edemez. Bu engeli aşmak için onunla o cezaevindeyken evlenir.

TKP’nin görevlendirmesiyle Paris’te geçirdiği yıllar, Fransa’da uzmanlık eğitimi devam ederken Türkiye’ye siyasi görev için geldiği dönemde yeniden tutuklanması, 1974 Affı sonrası cezaevinden çıkması, Mihri Belli’siz geçen Cezayir yılları, iki oğlunu tek başına büyüten bir kadın doktor, hiç hasar görmeyen inancı… Sömürüsüz bir dünya…

Son sözü Sevim Belli söylesin.

“… Onca onurlu, onca yiğit savaşımlara tanık olmuş, insanlığın gelecek anlayışına büyük boyutlar getirmiş ama bir o kadar da acılara mal olmuş olan ve bugün tümden inkâr edilmek istenen bir sürecin boşuna mı yaşanmış olduğu sorusuna kesinlikle ‘Hayır’ diyorum.”  

Candan Yıldız kimdir?

Candan Yıldız, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu.

Gazeteciliğe HBB'de On'da On Haber program editörlüğü ile başladı.

Kanal D, TV 8, Birgün Gazetesi, CNNTürk, İMC TV, Halk TV'de muhabirlik, editörlük, ana haber editörlüğü ve haber program koordinatörlüğü yaptı.

Haber kanallarında çeşitli program formatları yarattı. Radyo ve Gazetecilik Ödülleri En İyi Program Ödülü/(1997), Çağdaş Gazeteciler Derneği En İyi Haber Program Ödülü/ (2002) ödülünü aldı.

Avustralya'da SBS Türkçe Radyo Haberler servisine haber yaptı.

"Öteki Sesler" isimli belgesel yaptı. "Dicle'nin Göz Yaşları" ile "Şiddete Karşı Anlatılar-Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri" ortak çalışmalarda yazarlık yaptı.

T24'le birlikte internet gazeteciliğine adım attı.

Yazarın Diğer Yazıları

Sağcısı, solcusu İstanbul Barosu’na müdahaleye karşı tek ses!

“Amaç, baro yönetimini al aşağı etmek, baroyu dizayn etmek, dize getirmek, çökertmek ve çökmek.”

HTŞ yönetiminin kritik sınavı Aleviler

Demokrasi İçin Birlik’in düzenlediği “Bölgede Barış ve Adalet; Filistinliler, Kürtler, Aleviler” başlıklı konferansta Arap Alevilerin temsilcileri Suriye’de yaşananlara dikkati çekti

Van’a kayyım bir eşik; Bahçeli sürecine önemli bir müdahale!

Nisan ayında kent genelinde protestolara neden olan mazbata krizine rağmen Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanması, yeni sürece olan güvensizliği daha da artıracak

"
"