Pekâlâ, savaşın öznesi olabilir kadınlar...
“Barış hareketindeki her bir kadına karşı askeri bölükleri cesaretlendiren başka bir kadın vardır”...
“Öz” masalının “gökten inen” elmalarından biri her daim “barış” olarak düşmez kadınların hayatlarına...
Doğaları değildir barışı ihtiyaç kılan...
Savaşların eril, yok edici gerçeği ve savaşa karşı mücadeleleridir...
1984’ten beri süren savaş ya da çatışmalı yılların 2013 durağında, adına görüşme/müzakere denilen bir trafiğin öznesi olmak zorunda kadınlar.
Çünkü çok bedel ödediler; yoksullaşarak, göç ederek, ölerek, tecavüze uğrayarak ve ses çıkararak...
Aktif rol almaları meşru ve bir hak.
Devletlerin savaş politikalarına karşı çıkarken özne,
Görüşmelerde pasif olmalarını beklemek politik mücadelelerin ruhuna aykırı.
Ancak dünya deneyimleri hiç de iç açıcı değil kadınlar açısından.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan Üstündağ’ın verdiği rakamlara bakarsak;
“Dünyada 1990 ile 2012 arasında 102 barış süreci yürüyor ve bu süreçlerde 585 anlaşma imzalanmış. Yani süreç başına 5 bozulmuş anlaşma düşüyor. Öte yandan dünyada yürüyen bu 102 barış sürecine aktif olarak katılanların sadece %8i kadın. İmzacıların %3ü, arabulucuların-ki bu arabulucular genellikle sözde kadın erkek eşitliğinde büyük mesafe kat etmiş batı ülkelerinden geliyorlar--% 3.2si, görüşmelere tanık olarak katılanların ise sadece %5.5i kadın.” Yani müzakere/görüşme süreçlerinde neredeyse yoklar.
Ancak mücadeleler sonucunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2000 yılında Türkiye’nin de imzaladığı 1325 sayılı kararda ve Avrupa Parlamentosunun desteklediği Avrupa Konseyi Üsküp Deklarasyonunda kadınların barış görüşmeleri de dahil, barışın tesisinin her safhasına katılmaları gerektiğini ve bu hakka sahip olduklarını belirtiyor.
Şeffaflık, katılımcılık ve karar süreçlerine kadınların da müdahil olması, çözüm için çizilen yol haritalarının toplumsal cinsiyet perspektifi ile yeniden yorumlanması kritik önemde. Aksi durumda ise yine Nazan Üstündağ’ın dünya deneyimlerinden derlediği bilgiler gösteriyor ki; “katılımcılığın sağlanmadığı ve egemenliğin paylaşımının cinsiyetler ve sınıflar arasında eşit olarak dağıtılmadığı barış süreçleri başarıya ulaşsa dahi, toplumda anlamsızlık, ihanete uğramışlık, beklentilerin boşa çıkması ve baskılanma hissi yaratıyor. Cinsiyet eşitliğinin yasal zeminin sağlanmadığı ve savaş ile cinsiyet eşitsizliklerinin barış sürecinde ideolojik olarak ilişkilendirilmediği barış mutabakatları sonucunda “etnik” düşmanına dokunması yasaklanmış özneler toplum tarafından en az cezalandırılan suça, (en doğallaşmış düşmanına) kadına yönelik şiddete yöneliyor. Ayrıca yine kadınların dışlandığı barış süreçleri savaşın yarattığı toplumsal kayıpları en az tanıyan, en az kaale alan ve telafi ve tazmin mekanizmalarını en az çalıştıran şekillerde sonuçlanıyor. ’’
25 yıl süren çatışma ve 13 yıl süren barış görüşmeleri sürecinden sonra Kuzey İrlanda’da silahlar gömüldü. Ancak toplumsal ayrışmalar hâlâ sürüyor. Belfast Belediye binasına Birleşik Krallık bayrağının asılmaması kararı nedeniyle İngiltere ile birlik yanlıları olay çıkarabiliyor. Üstelik IRA’nın silah bıraktığı tarihten 5 yıl sonra. Kuzey İrlanda deneyimi gösteriyor ki; barış teknik bir mesele değil. Barış görüşmelerinin hangi içerikte ve hangi toplumsal grupların süzgeçlerinden geçerek yeni bir toplumsal anlaşmaya zemin hazırladığı en az silahların gömülmesi kadar önemli. Güvencelerinden biri ise kadınların barış süreçlerinde “eşit ve tam politik katılım” esasına göre yer alması.