10 Nisan 2013

Barış süreci nasıl gidiyor?

Müzakere desek de mi yorumlasak? Yoksa “çözüm süreci” deyip sorunun yıllar içinde yarattığı tahribatı mı örtsek?

Müzakere desek de mi yorumlasak?

Yoksa “çözüm süreci” deyip sorunun yıllar içinde yarattığı tahribatı mı örtsek?

Ya da “barış görüşmeleri” sıfatı vesilesiyle “aşk her şeyi affeder mi? “ şarkısını hatırlayıp utangaçça nasıl bir barış diye mi sorsak?

Sahi neyi neye feda etsek?  “Genelin çıkarı” denilen siyasi diskura mı? Yoksa egemenliği paylaşmak istemeyenlerin sığındığı büyük söyleme mi?

Risklerine rağmen heyecan verici tarihi bir süreç biz gazeteciler için… Eee ne de olsa araştırmacılar 100 yıl sonra dönüp bu günlerin haberlerine bakıp haber ve söylem analizi yapacak.

Kendi zemininden söz üretenlerin birbiri ile kesişebileceği kadar birbirini teğet geçme olasılığının olduğu bir zaman dilimi. Belli ki geniş bir siyasi çevre, siyasi blok bir ucundan tutmak ve bu trene binmek istiyor.

O trene kimlerin binebileceği siyasal güç dengeleri ve konumlarına bağlı. Binmiş görünen Kürt siyasi hareketi “yetmez ama evet” ölçüsünü “evet ama yetmez” e çevirmek konusunda kararlı görünüyor. Silahsız siyasetin karakterini de bu belirleyecek gibi…

Çorbada benim de tuzum olsun naifliğine bel bağlanamayacak kadar esastan bir meseleye dair Misak-I Milli sınırları içinde radikal demokratik taleplerin gündeme geleceği bir dönem.

Bu bir fırsat… Çünkü silahlara veda hakiki bir barışın teminatı olamaz. 30 yıllık savaş/çatışmada bu toplum vicdanını kaybetti.

Şimdi bunla yüzleşmenin sorgulamanın zemini var.

Evdeki erkek şiddeti ile bu 30 yıllık yıkım arasında, kadın bedenini kontrol altına almaya çalışan nüfus politikaları ile,  

Hasan Cemal gibi bir ismin işsiz kalması ile köyden kovulmamak için doğruyu söylememek de ısrar eden meyda arasında bağ kurmanın zamanı.

Türklük tanımının sorgulanamaz doğal kabul edilişinin bir “öteki” yarattığı ile başlamak gerekiyor işe.  Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Barış Ünlü’nün Express Dergisi’ne verdiği röportajda söylediği gibi egemen kimliğe dair özgürleştirici sorular sormak, Ünlü’nün tanımıyla “Türklük Sözleşmesi”nin imtiyazlarını fark etmek mesela…

Peki barışa giden yolun taşları nasıl döşeniyor?

Reel siyasi konumlanış BDP’nin yasal dayanaklarla yürümek istediğini gösteriyor konjonktüre kurban gitmemek için.

Süreci “toplumsal yeniden inşa” olarak tarif ettiği için silahsız siyaset döneminde siyaset üretmeye çalıştığı bütün alanların muhataplarıyla görüşmeler yapıyor.

Kimler bunlar; kadınlar, Aleviler…  Zira BDP Tunceli İl Başkanı Şerafettin Halis’in istifasını bir işaret olarak yorumlamak gerekiyor.

Toplumsal katılım esasına uygun olarak görüşmeleri olabildiğince şeffaf yürütmek istiyor. İmralı Tutanakları’nın sızması istemli ya da istemsiz buna hizmet etmişti zaten.

Sürece stratejik yaklaşıyor. Türkiye’nin kuruluş paradigmasının değişme olasılığının önünü açan dönemi kalıcı kılmak istiyor. Gelinen noktayı bir sonuç değil bir başlangıç olarak görüyor.

Hükümetin kontrolü altında görünen gelişmeleri devletin kararı olarak yorumluyor.

Ama binlerce yıl önceye dayanan satrancın ana topraklarında barışın kolay gelmeyeceği akıllarda tutulmalı.

Bu nedenle ihtiyatlı iyimserlik hali sürüyor. Zira konuştuğum bazı vekiller Hükümet’in bir takvimlendirmesinin olmadığından söz etti.

Bir kaç bilgi notu ile bitirelim…

Hükümet ile BDP arasında kurulmuş resmi bir mekanizma yok. Görüşmeler kişiler üzerinden yürüyor.  İmralı ile ilgili görüşmeler ise 7 ay öncesine dayanıyor. Ortadoğu daki gelişmeler görüşmelerin esas ateşleyeni. Öğrendiğim kadar “bu işi çözmeliyiz talebi Öcalan’dan gelmiş.