Bol sıfatlı, ayrımcı ve ırkçı bir dil kullandı; son 30 yıllık “çatışma, savaş ya da düşük yoğunluklu savaş” sürecinin birebir tanığı ve tarih oluşturucusu anaakım medya.
Şimdi yumurta küfesi taşımanın görece hafifleştirildiği süreçte; görüşme sürecinde, çoktandır unutulan, sosyal dokunun ağır hasar görmesine yol açan “dil” konusunda ihtimam ve hassasiyet çağrıları çokça yapılıyor; bedeli işten atılma, hapis, tehdit, ülkeden çıkmak zorunda kalma, kaçırılma ve ölüm olan savaş karşıtı gazetecilik için.
Doğan Yayın Holding patronu Aydın Doğan“hassasiyet” çağrısına yanıt verenlerden. Medya kuruluşları arasında yer alan gazetelerinin genel yayın yönetmenlerine yazdığı mektupta “barış dilini korumaya özen” vurgusu yaptı.
“Savaşta ilk kayıp hakikattir” sözünü hatırladığımız çok durum yaşandı bu topraklarda. Ancak sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bağımsız İletişim Ağı( BİA)’nın AKP’nin 10 yıllık ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili icraatlarının da bir anlamda fotoğrafını sunan "İfade Özgürlüğü ’nün On Yılı/2001-2011" kitabından bir alıntı, bugüne bir iz düşüm. Kore Savaşı’nı izleyen United Press muhabiri Robert Miller anlatıyor: “Pek çoğumuz gönderdiğimiz haberlerin yalan olduğunu biliyorduk ama sorumlu askeri karargâhların yaptıkları resmi açıklamaları yazmak zorundaydık.”
Çok yakın zamana dair bir örnek de Sri Lanka’dan. İsyancı örgüt Tamiller ile ilgili araştırmalarından dolayı devlet tehdidi ile ülkesini terk etmek zorunda kalan Rohitha Basthana’nın söyledikleri de “barış gazeteciliği” ile ilgili önemli bir deneyim aktarıyor: "Devletle isyancılar konuştuğunda tartışmalar bir düzlemde başlamış demektir. Ama başka bir düzlem daha olmalı, halkın halkla konuştuğu bir düzlem. Medya doğrudan halklar arasında, yani yükseklerde değil, tabanda böyle bir tartışma platformu açabilir."(BBC Türkçe Servisi/Mahmut Hamsici)
Barış gazeteciliği gibi sonradan tercihen edinilen bir sıfat yerine “gerçeğin gazeteciliği”ni savunmak zor. Bu topraklarda da zor. Hâlâ “Kandil”, “İmralı” kodları ile konuşuluyor. Ya da süreç “PKK’ya silah bıraktırmaya, teröre son vermeye yönelik görüşme ya da diyalog” olarak ihtiyatlı ve algı yöneten bir dil ile tanımlanıyor.
Sadece son 40 yılda değil, 2012’de de 165 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye’de; egemen, güçlüden yana, eril, militarist, milliyetçi ve nefret taşıyan haber dilinin doğrudan ya da dolaylı payı çok “savaş gazeteciliğinde”.
“Türkiye Türklerindir” sloganı hala durmuyor mu bir gazetenin logosunda.
Barış Gazeteciliği kavramının mimarı bilim insanı Johan Galtung’un modeli üzerine konuşacak çok malzeme var yakın tarihten. Ancak bu süreçte bu konunun enine boyuna medyada tartışılmaması, tipik kendisinden bahsedilmesinden hoşlanmayan “ergen” tavrı.
Medyanın “aman aman lütfen barış dili” duyarlılığı tabi ki kökten bir dönüşüm yaşanıyor anlamına gelmiyor. Her şey iktidarın yaratmak istediği siyasi atmosfere bağlı. Hayra vesile görünse de bu simbiyoz beslenme tarzı başka bir açıdan da temkinli olmayı gerektiriyor.