Kürt meselesinde ‘yeni bir süreç mi başladı’ tartışmasının dördüncü ayındayız. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlatıcısı olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geride durduğu, amorf bir yapıya sahip, adı konulamayan görüşme trafiği ile ilgili net olan tek şey meselenin yeniden tartışılıyor olması… Son dört ay içerisinde farklı ideolojik görüşlerdeki isimleri bir araya getiren üç toplantıyı izledim. Biri Barış Vakfı’nın “Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak Çalıştayı” idi… Diğeri de muhafazakar düşünce kuruluşu olan Ekopolitik’in “Ayrışmadan Uzlaşmaya-Demokrasiyi Yaşatmak ve Güçlendirmek” başlıklı konferansıydı. Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakınlığı ile bilinen düşünce kuruluşu Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES)’nın düzenlediği “1 Ekim Sonrası Türkiye ve Esad Sonrası Suriye” başlıklı toplantıda da Kürt meselesi hem konuşuldu hem de tartışıldı. Son dört ay içerisinde takip ettiğim üç toplantının ortaklaştığı konu, Bahçeli’nin hamlesinin, Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı olduğu ve özelde de Suriye Kürtlerinin 2011 sonrası başlayan iç ve vekalet savaşlarıyla birlikte edindiği statünün meselede belirleyici konumda bulunduğu…
Cumartesi günü TÜSES merkezinde yapılan toplantıda sınırlı sayıda katılımcı vardı. İlk gözüme çarpan siyasetçilerden bazıları şunlardı: TÜSES’in başkanlığını yapmış isimlerden Prof. Burhan Şenatalar, eski Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, eski Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin ve eski HDP milletvekili Erol Katırcıoğlu… Gazeteciler, eski diplomatlar, akademisyenler, araştırmacılar, bürokratlar da katılanlar arasındaydı.
Toplantı sunum ardından katkı ve sorular-cevaplar formatında ilerledi. İlk sunumu Çatışma Çözümleri konusunda yıllardır çalışan Prof. Ayşe Betül Çelik ile Kürt meselesi konusunda kitaplar yazan, saha araştırmaları yapan Prof. Mesut Yeğen yaptı.
Mesut Yeğen’in yanıt vermeye çalıştığı iki soru aslında olanları anlamaya çalışan herkesin sorusuydu.
Niye yeni bir sürecin içerisindeyiz ?, Buradan nereye gidebiliriz?
Yeğen’in çizdiği çerçeve oldukça zihin açıcıydı. Bahçeli’nin hamlesinin nedeninin ne olabileceği konusunda ortaya koyduğu fotoğraf iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin belirleyici olabileceği görüşünü bir adım öne çıkardı. Ki İmralı Heyeti’nin 22 Ocak’ta yaptığı 4 saatlik görüşmeden basına yansıyan bilgiler de Yeğen’i doğrular nitelikte. Neydi o bilgi, “ABD ve İsrail artık Türkiye’nin komşusu. ABD Kürt sorununa dair bir ‘çözüm’e sahip. Sayın Öcalan’ın hegemon müdahalelere karşı bir modelin inşası için uğraş veriyor. Nedir bu model? Birlikte yaşam. Bu çizgide ısrar ediyor. Israrını ve uyarılarını görüşmede de sürdürmüş. Genel anlamda ‘Ya benim çözümüm ya ABD’nin çözümü?’ anlamına gelecek bir noktada.
Yeğen neden şimdi neden yeni bir süreç sorusuna özetle şu yanıtı verdi:
7 Ekim 2023 Hamas’ın İsrail’e saldırısı öncesinde iki büyük dönemden bahsedebiliriz. 1991 SSCB’nin çöküşü, Körfez Krizine kadar olan dönem. 1991 ile 2023 arasındaki dönem. Bu iki dönemde Türkiye iki farklı biçimde uğraştı Kürt meselesinin harici boyutuyla… O iki biçimin de artık çalışmayacağı yeni bir döneme girdik. Yeni bir uğraşma biçimi icat etmeye çalışıyor. Türkiye kendi Kürt meselesiyle ‘ya Türkleşin ya da tepelerim’ diye uğraştı. Bunu yaparken de Irak ve Suriye yani Osmanlı’nın eski tebaası olan Kürtleri de Irak ve Suriye’nin uhdesine bıraktı. İran’ı da katarsak dört devlet arasında herkes kendi Kürdü ile uğraşsın diye baktı. Herkes kendi Kürdü’yle uğraşırken kendi Kürdü’nden bir tehlike ile karşılaşırsa birbirine yardımcı olacak. Bu yardımcı olma hali zımni anlaşma olarak kalmadı. Türkiye Sadabat, Bağdat Paktı anlaşmaların içinde yer aldı. Türkiye 70 sene boyunca içerideki Kürtlere baktı ve dışarıdaki Kürtlere de bakar oldu. Oranın bir asayiş çerçevesinde kalmasını önemsedi. Ama orası için büyük bir enerji harcamasına gerek kalmadı çünkü diğer devletler halletti. 1991’de bir kırılma oldu. Irak’ta Kürdistan Federe Bölgesi ortaya çıktı. Bunun ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye ve İran bu işin daha öteye geçmeye engellemek üzere bir yığın iş birliği yaptı. Mesela Süleymaniye- Erbil ayrımının keskinleşmesi, mesela 2017’deki Irak Kürtlerinin bağımsızlık referandumun engellemesi… Türkiye ve İran, Irak’ta Bağdat’ı ikame edecek işlerin peşinde oldular Kürtlere karşı ya da Kürtlerin aldıklarından daha fazlasını almasını önlemek için. Aynı şey 2011’de Suriye’de de oldu. Arap Baharı ile birlikte Türkiye ve İran gidişatı kontrol edemeyince bundan fazlasını engellemek için zımni ya da açık anlaşma yaptılar. Bu uzlaşmalara bağlı olarak Türkiye Afrin’den Kürtleri geriye sürebildi. Rojava’da elde edilenden daha fazlasının elde edilmesinin önüne geçti. 7 Ekim Hamas’ın İsrail’e saldırısı bu dönemi bitirdi. Türkiye ve İran, Bağdat ve Şam’ı ikame edecek durumda değil. İran neredeyse kendi sınırlarına çekilmiş durumda. İran kendi sınırlarına çekilmişken Türkiye, Irak ve Suriye’de İran olmadan Kürtler üzerinde geride kalan 25 senede yaptığını deneyebilir. Ama yapamayabilir de askeri ve ekonomik kapasite anlamında. Bunu deneyebilir ama pahalıya mal olabilir. Mesele sadece bu da değil. Bölgenin İransızlaşması bir vakum oluşturuyor. Kürtlerin elde ettiklerinden daha fazlası için cesaretlendiren bir vakum oluşuyor. İran çekildikçe Körfez ülkeleri ABD, AB, İsrail ve İngiltere oluşan vakumda etkili olmaya çalışıyor. Bunlar Türkiye’nin yeni oyun arkadaşları. Önceden Rusya ve İran’dı. Şimdi yeni partnerler geldi. Bunlar Türkiye karşıtı değiller ama Kürtleri tepelemek konusunda İran gibi olmayacakları da açık. Türkiye, Irak ve Suriye’de bu işleri İransız sürdüremeyeceğini gördüğü için kanımca yeni bir süreci başlatmış durumda. Devletin böyle bir analizi var olabilir bölgeye dair. Yani aslında zoraki barış halindeyiz. Türkiye İran çekildi ve ben güç oyunlarıyla, ince ayar siyasetiyle eski gibi devam edebilirim diyebilir. Ama bunun maliyeti olabilir. Daha vahimi şu olur. Paradigma diyoruz ya, paradigmanın Türkiye tarafından görünen kısmı var. Bir de paradigmanın Kürt hareketi tarafından görünen kısmı var. Onlar da Türkiye eski gibi davranarak devam ederse buna göre paradigmanın içinde yer alacaklar. Bu Kürtlerle büyük çatışma demektir. Türkiye bence büyük bir çatışma ihtimalinden sakınmak üzere bu işlere girdi. Aynı kaygının Kürt hareketinde olduğunu görüyorum. Aksi durumda aynı paradigmaya yerleşmek bu kadar kolay olmazdı.”
1 Ekim’den bu yana, yani Bahçeli’nin DEM milletvekillerinin elini sıkmasıyla başlayan süreçte Bahçeli ve Erdoğan arasındaki görünürlük ‘eşitsizliğine’ ilişkin farklı yorumlar yapılıyor. Kürt meselesinde bir yol arayışı var ise ve ‘içeriyi tahkim edelimciler’ ile ‘dışarıya doğru genişleyelimciler’in farklılaşmasının bir dışa vurumuysa bu yaşananlar, Erdoğan ve Bahçeli’nin konumunu da analiz etmek önemli.
Mesut Yeğen buna dair de analizini paylaştı: “Erdoğan ve Bahçeli ya da devletin içinde bazı kesimler, yaklaşmakta olan fırtınaya dair farklı değerlendirmelere sahip olabilirler. Bahçeli’nin net bir değerlendirmeye sahip olduğu açık. Bahçeli gibi birinin Kürt kökenlilerden Kürtlere geçişi, bin yıllık kardeşlik vurgusu, bu işler olursa hak hukuk işlerini de konuşuruz demesi bir açıdan bakarsanız rüya gibi. Bahçeli’nin yaklaşmakta olana dair çizdiğim çerçeve içerisinde düşündüğünü tahmin ediyorum. Ama Erdoğan’ın hem bu çekimserliği hem de bildiğimiz Erdoğan olması acaba bu yaklaşan süreci Bahçeli gibi görmüyor olabileceğine dair soru işaretleri yaratıyor. “
Prof. Ayşe Betül Çelik de sunumunda Çatışma Çözümü deneyimlerinden yola çıkarak konuşulan şeyin barış süreci olmadığını, sadece niyet beyanlarının var olduğunu söyledi.
Öcalan’ın yedi maddelik önerisini Çatışma Çözümleri bağlamında analiz eden Çelik şunları ifade etti: “Öcalan’ın TBMM vurgusu Ulusal Diyalog yöntemi demek. Öcalan bunu diyor ama bu liderlerin konuşmasını dışlayacak bir yöntem değil. Öcalan Kürtlerin lideri olarak ben de süreçte olmalıyım diyor. Kürt meselesinin toplumsal boyutu konusunda da bir şey yapılmalı diyor ve geçen sefer de söylediği bir şeydi. Endişe ve korkuların aşılması gerektiğini söylüyor. Bu süreçlerde ‘al-ver’ dilinden kurtulmak gerekiyor. Dünyada barış için kendi siyasi kariyerinden vazgeçecek kadar cesur hareketlerde bulunmuş liderler azdır. O masa sizin için en iyi çözümse siz oraya oturursunuz. Barış sürecinin neden ortaya çıktığını konuşurken de o yönden bakmak lazım. Savaşmaya devam etmek onlar için daha az kar edici bir yöntem olduğu için. Masa hep bir güç gösterisi yeridir. Herkes hep başka bir alternatif olabileceğini her an çekip gidebileceğini de söyler. Hiçbir müzakere masası tek yönlü olamaz. Siz masadan ya da süreçten bir şey alacağınızı düşündüğünüz sürece o masada olursunuz. Yoksa her aktörün başka alternatifi vardır. Ve ona göre döner. Son süreçte devamlı olarak dinamikler değişiyor. Bu sürecin muğlak olmasını buradan okuyorum.”
Soru-cevap kısmında barışa uzak olmayan ama sürece ‘nerede demokratikleşme’ kaygısıyla mesafeli duranlar da söz aldı. Zira 23 yıllık iktidardan yorgun düşmüş kesimler, iktidara yeniden ‘can suyu’ verilmesinden kaygılılar. Ama Kürt meselesinde yol almış bir Türkiye’nin demokratikleşme bağlamında nasıl bir prangadan kurtulacağını düşünmek de mümkün. Birilerinin bildiği, çoğunluğun bilmediği, anlamlandıramadığı, kaygılandığı, mesafeli durduğu mevcut halin en kritik kavramı her halde ‘yeni paradigma’ olsa gerek. ‘Yeni paradigma’nın ne olduğunu çözmek meseleyi anlamanın anahtarı… Çünkü aylar öncesinden başlayan görüşmeyi bir noktaya getirenlerden biri Öcalan’sa, onun “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” cümlesinden anlıyoruz ki, yeni bir paradigma var ve Bahçeli ve Erdoğan bu yeni paradigmaya güç veren… Her halde o yeni paradigmayı var kılan ‘devlet aklı’… O zaman mesele aynı zaman da Erdoğan ve Bahçeli’yi de aşıyor mu? Göreceğiz….
Candan Yıldız kimdir?
Candan Yıldız, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu.
Gazeteciliğe HBB'de On'da On Haber program editörlüğü ile başladı.
Kanal D, TV 8, Birgün Gazetesi, CNNTürk, İMC TV, Halk TV'de muhabirlik, editörlük, ana haber editörlüğü ve haber program koordinatörlüğü yaptı.
Haber kanallarında çeşitli program formatları yarattı. Radyo ve Gazetecilik Ödülleri En İyi Program Ödülü/(1997), Çağdaş Gazeteciler Derneği En İyi Haber Program Ödülü/ (2002) ödülünü aldı.
Avustralya'da SBS Türkçe Radyo Haberler servisine haber yaptı.
"Öteki Sesler" isimli belgesel yaptı. "Dicle'nin Göz Yaşları" ile "Şiddete Karşı Anlatılar-Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri" ortak çalışmalarda yazarlık yaptı.
T24'le birlikte internet gazeteciliğine adım attı.
|