Uluderelilerden, öncesinde de canını yaktığı halklardan özür dilemeyelerin kulakları çınlasın. Özür dilemek “büyüklüktendir” egemen ulus kibirliğine bulaşmamış bir özürden bahsediyoruz tabii ki. Önceki yıllarda çalınmış kuşak Aborijinlerden, İngiltere, Kanada gibi ülkelerdeki yoksul ailelerden ya da yetimhanelerden alınan çocuklardan özür dileyen Avustralya, şimdilerde 1950-1970 arası evli olmadan çocuk sahibi oldukları gerekçesiyle baskı, duygusal ve ideolojik şiddet gören kadınlardan ve onların evlatlık verilen çocuklarından özür dilemeyi konuşuyor. Zira Güney Avustralya özür dileyen son eyalet oldu. Gillard hükümeti ise ulusal düzeyde özür dilenip dilenmeyeceğini tartışıyor.
Peki binlerce kadının farklı farklı biçimlerde bedel ödediği uygulamanın tarihinde neler var. Resmi rakamlara göre 20 yıl boyunca 150 bin kadın evlilik dışı hamile kaldığı için, “kutsal”, “sıcak” sığınak; ailelerinde barındırılmaz, zorla doğum evlerine ya da hastanelere yerleştirilir. Hatta anlatılan öyküler arasında ailesi tarafından ilaç içirilip, gözlerini bu merkezlerde açan kadınlar bile var. Hem ailenin hem de devletin kadın üzerindeki baskı ve denetimini açığa çıkaran uygulamada, sorumluluğu devretme ekonomisi ve cinliği de mevcut.
Doğum evleri ve hastanelerde ücretsiz olarak kalan bu kadınlar deyim yerindeyse karın tokluğuna çalıştırılır. Dışardan ziyaretçileri kabul edilmez. Doğan çocukların, evli ve çocuğu olmayan ailelere verilmesi için “ikna” seansları uygulanır. Yine o dönemden bir kadın, 8 saat mutfakta çalıştığını ama karşılığında hiç bir ücret almadığını anlatıyor. Çalışmak dışında başka seçenleri de yok, zira hastanede kalmaları için bu şart. Beslenme koşullarından dolayı bugün kalsiyum eksikliğine bağlı bir çok kadın sağlık sorunu yaşıyor.
“Namus” bekçileri her yerde. Doğum esnasında bile evli olmadıklarını öğrenen hemşirelerin kendilerine kötü davrandığını anlatan bu kadınlar arasında, cezalandırma sisteminin bir parçası olarak acı ve yalnız bırakıldığını söyleyenler de var. Odaya kilitlenen, çocuklarının nereye verildiğini bilmeyen bilmeyen binlerce kadın. Hatta bazılarına çocuğunun öldüğü söylenir.
Güney Avustralya Başbakanı Jay Weetherill o dönemde kadınların istekleri dışında bebeklerinin zorla evlatlık verildiğini, kadınların aldatıldığını, baskıya uğradığını başka seçenek bırakılmadan, yardım edilmeden bir kenara atıldığını cesaretle söyledi.
Başbakanın parlamentodaki konuşmasını dinleyenler arasında devletin ve ailenin şiddetine maruz kalan bu kadınlar da vardı ve “iç denizlerdeki” fırtına, gözlerinden akan damlalardan aslanların tarihini yazanların notlarına karıştı. Dayatmanın, baskının olduğu bir ortamda seçenekten bahsedilemeyeceği halde onlar evlatlık verilen çocuklar tarafından “tercih etmekle” suçlandı. Duygusal bedeli yine onlar ödedi.
Eyalet hükümetlerinin yanı sıra evlatlık verme sürecinin aktörlerinden kilise ve hastanelerin rolü de, devlet-din ilişkisini göstermesi açısından yine öğretici.
Özür kendiliğinden değil, verilen bir mücadelenin kazanımı olarak gelir tabii ki. 16 yaşında, Sydney’de bir kadın hastanesinde doğum yapan ve çocuğu ile 18 yıl aradan sonra biraraya gelen Christine Cole’un 20 yıl süren kampanyada ve bugün özür dilenmesinde emeği çoktur.
Özür dilemenin tarihsel ve toplumsal bir anlamı olduğunu, bu kadınların anlaşılmasını kolaylaştıracağını, ama bunun yetmeyeceğini, tazminat ödenmesini savunanların vereceği hala büyük bir mücadele var geçmiştekiler ve gelecektekiler için.