Ceren Kaçar ve Sercan Pamuk’un iş birliğinden doğan, birçok versiyonu çeşitli müzisyenler tarafından seslendirilen anonim türkü “Kadife”, bu kez, bu iki müzisyenin ellerinde bir etno-caz formuyla başka bir hâle büründü. Vokalde Ceren Kaçar’ın yer aldığı, Sercan Pamuk’un piyanosuyla eşlik ettiği ve düzenlemelerini yaptığı “Kadife”nin “kadrosunda”, kavalda Ozan Demir, kontrbasta Mikhail Pashkov, davulda da Sergei Maltsev yer alıyor. “Yaptığımız işin özünde bir sentez çabası değil, doğal bir akış var. Türkülerde cazı, cazda türküleri hissediyorum; bu zaten iç içe geçmiş bir bütün,” diyen Sercan Pamuk ve Ceren Kaçar’la “Kadife”nin hikâyesini, ikilinin müzik yolculuğunu ve bahsi geçen “sentez” meselesini konuştuk…
- Ceren, hakkında okuduğum yorumların çoğunda şarkıcılığın oyunculuğunun önüne geçmiş. Neler söylemek istersin?
Çok sevdiğim ve düşüncelerinden çok etkilendiğim İngiliz tiyatro yönetmeni Declan Donellan’ın, “Ben bir yönetmen değilim, oyunlar yönetiyorum,” diye bir cümlesi var. Yaptığımız şeyleri etiketlemek ve bu etiketlerin içini doldurmak için koşturup devamlı yetememektense, şarkı söylemeyi ve oyunculuk yapmayı çok sevdiğimi, bu alanlarda öğrenmeye ve paylaşmaya meraklı olduğumu söyleyebilirim.
Ceren, sen Cumhuriyet dönemi tangolarıyla, türküleriyle müziğe adım atmışsın. Sercan, sen de müzisyen bir aileden geliyor olmakla birlikte Chick Corea, Oscar Peterson, Bill Evans, Tony Murena ve Richard Galliano gibi isimlerden etkilenmişsin. Yaptığınız müzikleri ele alınca da köklerine sahip çıkan ama üzerine yenilikçi kompozisyonlar ekleyerek kendi tarzını yarattığınızı söyleyebilir miyiz?
Ceren: Bir dönem Sercan’la birlikte de çalıştığımız Seyyah isminde bir grubumuz vardı. Ben biraz da Seyyah sayesinde vokal olarak kendimi sahnede buldum aslında. Seyyah’ta Anadolu ve Balkanların geleneksel ezgilerini bugün şehirli bir hisle yeniden yorumluyoruz, benzer bir histen doğan bestelerimiz de var. Seyyah’tan önce de ben her zaman türkülere, Klasik Türk Müziği’ne, tangolara, operetlere, müzikallere ilgi duyuyordum. Bunların yanında indie, pop, caz gibi etkilendiğim ve dinlemeye bayıldığım genre’lar da var. Yine bir etiket karşıtlığı yapayım, hiç anlamıyorum bu genre sıkışıklığından. Kural öğrenip kural yıkmak biraz da bugün üretmek sanırım. Şimdi türkü, operet, tangolardan oluşan bir albüm hazırlığı içindeyim. Ayrıca Sercan’la yaptığımız iş birliğiyle de bahsettiğiniz o köklerine sahip çıkan üretim kanalını beslemeye devam edeceğiz.
Ceren Kaçar
Sercan: Bahsettiğiniz “yenilikçi” bir tavırdan ziyade, daha çok eskiyi restore etmek gibi bir yaklaşımım var. Çünkü türkü dinlediğimde cazın derinliklerini duyuyorum, caz dinlediğimde de türkünün özüne iniyorum. Bu yüzden, ortaya çıkan şey benim için yenilikçi olmaktan çok, olması gereken bir şey gibi. Avantgard değil, ama doğal ve organik bir şekilde kendi yolunu bulan bir üretim bu. Mesela “Kadife”nin o kaval solosu ve piyano solosu olan bölümü, kafamda Miles Davis’in bir parçası ile “Kadife”nin ara melodisinin çok yakın olmasıyla şekillendi. O iki eserin bir noktada buluştuğu bir yer hayal ettim ve bu birliktelik müziğe taşındı. Bu süreçte hem cazdan hem türküden beslenerek ortak bir noktada buluşuyorum. Dinleyicinin bunu “kendi dilini bulan bir üretim” olarak algılaması ise benim için ayrı bir mutluluk.
- “Kadife”, anonim bir İstanbul türküsü olarak kayıtlarda yer alsa da Candan Erçetin’in web sitesinde “Kadifeden Kesesi” ya da “Kadife” olarak bilinen bu türkünün orijinaline rastlamanın pek mümkün olmadığı, türkünün Türkçe, Yunanca, Kıbrıs lehçesi ve İbranicede de yer aldığı belirtiliyor. Sanıyorum siz de biraz oynadınız şarkınız üzerinde. Biraz bu süreçten bahseder misiniz?
Ceren: “Kadifeden Kesesi”nin farklı versiyonları var, bizim yola çıktığımız kaynak bir Kırım türküsü. Sercan uzun zamandır folk-jazz alanında üretimler yapıyordu. Bu parçayı kaydetmek istediğini Ozan’a söylemiş, Ozan da “Ceren’in en sevdiği türkü,” demiş. Böylece buluştuk. En sevdiğim türküler her gün değişiyor aslında, ama Dilek Türkan’dan öğrendiğim bu türküyü ilk duyduğum günden beri aynı hisle doluyor içim. Hiç değişmedi. Sercan’ın yaklaşımıyla da güzel bir karşılaşma olduğuna inanıyorum. Ozan yapımcılığını üstlendi, kaval çaldı, mix ve masteringini yaptı. AKM Stüdyoları’nda canlı kaydettik, Burcu Saral kliplendirdi.
Sercan: Şöyle diyebilirim: “Kadife” üzerinde birçok oyun oynadık ama hissiyat bence hiç değişmedi. Hâlâ benim için aynı, “Kadife” gibi tınlıyor. Tabii dinleyenler için farklı gelebilir, ama arkadaşlarımızın bu süreçteki katkısı aranjede çok büyük bir rol oynadı. Sergei, Misha ve Ozan’ın soloları mesela, hepsi ayrı bir şey kattı. Ortaya çıkan şey, benim hayal ettiğimden çok farklı ama aynı zamanda beklediğimden çok daha iyi oldu. Evde yazdığım haliyle birebir aynı değil; çok daha hisli, sürprizli ve derin bir sonuç çıktı diyebilirim. Bu da kolektif bir üretimin güzelliği sanırım.
Sercan Pamuk
- Bizde Doğu-Batı sentezinin kökü “Anadolu Pop”a kadar gitse de “modern zamanlarda” diyeyim, 2000’lerin ortasında başladı. Orient Expressions’tan tutun Mercan Dede’ye kadar o dönemde birçok müzisyen bu formu kullandı. Özellikle de Beyoğlu’nda çok tutuldu. Babylon, Badehane, Peyote’yi de katabiliriz, buraların tayfası bu sentezi çok sevdi. Sonra birden kayboldu. Şimdilerde yine farklı tarzlarda, özellikle de türkülerin yeniden yorumlanmasıyla yavaştan görünür olmaya başladı. Ve yine özellikle kadın vokallerin bu formda ön planda olduğunu görüyoruz. Sürekli “modern bireyin çıkmazları” şeklinde karşımıza çıkan single çılgınlığı içinde, sizin kanattaki deneyimin daha önemli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Siz neler söylemek istersiniz bu durumun içinde yer alan müzisyenler olarak?
Ceren: Ne güzel özetlemişsiniz. Bahsettiğiniz döneme yetişememiş olma yası var üstümüzde. Bizim de gençliğimize musallat oldu. O dönemden beri ne değişti, belki de her şey hızlandı ve pasta küçülüp şartlar zorlaştıkça daha “garantisi olan” performanslara sıkışıldı. Benim inancım müzikte de tiyatroda da aynı, bir eserin her bir elementinin kolektif bakıştan süzülerek, beraber yoğrularak üretilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu parçaya odaklanırken de popülist bir akıştan ziyade bizim kulaklığımızda ne yeniden ve yeniden çalardı diye düşündük. Bizi ne mutlu eder diye sorduk. Genelde üretirken böyle bir soruyla yola çıkıyorsak sonuç bizi ne olursa olsun mutlu ediyor. Bahsettiğiniz türü odak aldığımda da şehirde köklerinle bugünkü akışın arasında bir yer bulmaya çalıştığında aslında doğal olarak kendinizi buralarda buluyorsunuz sanırım.
Sercan: Açıkçası, Doğu-Batı sentezi gibi bir kavramı sahiplenmekte zorlanıyorum. Bu tür tanımlar, müziği belirli bir çerçeveye sıkıştırıyor gibi geliyor. Yaptığımız işin özünde bir sentez çabası değil, doğal bir akış var. Türkülerde cazı, cazda türküleri hissediyorum; bu zaten iç içe geçmiş bir bütün. Dolayısıyla bizim müziğimiz, bir sentez yaratmaktan ziyade, bu doğal bağın kendiliğinden bir yansıması. Teoriden yola çıkarak değil, yolun kendisinin bizi buraya getirmesi gibi aslında, bunu demek istiyorum. Neşet Ertaş’ın “Gel Sevelim Sevileni Seveni” benim için temel bir caz standardı zaten.
- Son olarak bu birlikteliğiniz devam edecek mi? Yeni projeleriniz var mı?
Ceren: Benim dizi, tiyatro, konserler ve ilk albümüm gibi gündemlerim var bu dönemde. Bir günün acilen 70 saat olması gerek. Öyle olursa hemen yeni parçalar yayınlarız. Bu mucize gerçekleşemezse biraz zaman alır ama sevdiğimiz türküler bizi yine buluşturur.
Sercan: Evet, birlikteliğimiz kesinlikle devam edecek. Şu anda üzerinde çalıştığımız yeni projeler var, bir yandan repertuarımızı genişletiyoruz. Yeni işlerimizle dinleyicilerimizle buluşmayı dört gözle bekliyoruz.
Burak Soyer kimdir?
1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı.
2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı.
İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu.
Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor.
2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır.
2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.
|