25 Mart 2022

Yeni seçim yasası ve "atı alan Üsküdar'ı geçecek mi?

Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıldır uyguladığı ve güvenilirliği hiçbir zaman tartışma konusu olmamış, bu iktidarın dahi sayısız seçim zaferi kazandığı bir seçim geleneğini yok sayarak getirmek istediği düzenleme, yapılacak seçimleri şimdiden şaibeli hale getirmiştir

Türkiye, hızla Haziran 2023 tarihinde yapılacak olan seçimlere doğru giderken, MHP-AKP iktidar bloku tarafından, yeni bir seçim kanunu teklifi hazırlanılarak Meclis'e sunuldu. Bir bütün olarak bakıldığında, 14 Mart 2022 tarihli Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Kanunu ile getirilen düzenlemeleri, seçmen desteğini kaybeden iktidar blokunun seçim kanunlarında birtakım düzenlemeler yaparak lehine bir sonuç alma girişimi olarak değerlendirebiliriz. Halk desteğini kaybeden iktidarın seçim kanunlarında oynama yapması, ahlaki olmamakla birlikte, bir ülke geleneği olsa da özellikle meşhur 1946 seçimlerindeki hilelerin bir benzerinin alt yapısını çağrıştıran düzenlemeler yapılması, öncelikle Anayasal bir sorun olmasının yanı sıra, yapılacak seçimleri şimdiden tartışmalı hâle getirmiştir.

Çok partili dönemin ilk seçimi olan 1946 seçimleri, idari organlarca yapılmışsa da bu dönem yapılan seçimlerin dürüstlüğü sürekli eleştiri konusu olmuş, idarenin iktidarın etkisinde kaldığı, seçmen iradesinin sakatlandığı hep tartışılmıştır.

1961 Anayasası'nın Seçimlerin Genel Yönetim ve Denetimi başlıklı 75. maddesi ile demokrasinin güvencesi olan bağımsız ve tarafsız bir seçim kurulunun oluşturulması amacıyla, Yüksek Seçim Kurulu kurulmuş ve Yüksek Seçim Kurulu ile diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri, kanunla düzenlenmiştir. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 15. ve

18. maddelerine göre, İl ve İlçe Seçim Kurulları'nda ise, o il ve ilçede görev yapan hakimler arasında en kıdemli hakimin başkan olduğu ve illerde, kıdem sırasına göre diğer hakimlerin de merkez ilçe seçim kurullarında görev yaptığı il seçim kurulları oluşturulmuştur. Ancak, getirilen yeni düzenleme ile bu kuraldan vazgeçilerek il ve ilçe seçim kurullarının başkan ve il seçim kurulu üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura ile belirlenmesi esası getirilmek istenilmektedir.

20 yıllık AKP iktidarında bağımsızlığını ve tarafsızlığını büyük ölçüde kaybeden yargı erkinin, giderek iktidara bağlı, sıradan bir idare makamına dönüştüğü bir gerçek olarak ortadayken, yapılmaya çalışılan düzenleme, çok tartışılması gereken bir konudur. Gerçekten de modern anlamdaki devletin ayakta kalabilmesi ile demokrasi açısından çok önemli bir ilke olan ve devleti oluşturan yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin farklı organlar tarafından kullanılması anlamına gelen güçler ayrılığı ilkesinin bir ayağı olan yargıyı yürüten mahkemeler önünde herkesin eşit olmasının sağlanması için yargının bağımsız hareket etmesi gerekir. Bu nedenle mahkemelerin yasaları uygularken siyasi kaygı gütmemeleri gerekirken yargı, ilk önce AKP-FETÖ ortaklığı ile Fethullahçı çeteye teslim edilerek ve sonrasında tamamen AKP güdümünde, kendi il ve ilçe teşkilatlarından gelenler ile cemaat ve vakıf mensupları mesleğe alınarak kadrolaşmış bir yargı oluşturulmuş, iktidar tarafından kendisine bağlı yargının, sayısal çokluğundan yararlanılarak getirilen düzenlemeler kuşkuları artırmış ve şimdiden seçimleri tartışmalı hale getirmiştir.

Anayasa'nın 67/son maddesine göre, seçim kanununda yapılan her değişiklik, yasanın yayınlandığı tarihten bir yıl sonra yürürlüğe girmesi esas olmasına rağmen, bu düzenlemenin geçici maddeyle derhal yürürlüğe konulmaya çalışılması ile anılan Anayasal bu kural açıkça göz ardı edilerek Anayasa'ya aykırı davranılmıştır.

Teklif'in 4. maddesi ile 298 sayılı Kanun'un 14/1-11 maddesinde yer alan "veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde gruplarının bulunması" ibaresi madde metninden çıkarılarak sonuna "seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Kanunu'nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defadan fazla ihmal etmemiş olma koşuluyla seçime katılma hakkını muhafaza eder" ibaresi eklenerek yapılan düzenleme ile seçilme yeterliliğine sahip siyasi parti sınıflandırmasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunma yeterliliği çıkartılmış ve böylelikle seçimler yaklaşırken tamamen HDP'nin kapatılması ve saf dışı bırakılması hedeflenmiş, bu parti yerine kurulacak yeni bir partinin örgütlenme ve kongresini yapma koşullarını yerine getirmesindeki güçlük dikkate alınarak bunu sağlayamayacağı öngörülmüştür.

Hatırlanacağı üzere, 2002 genel seçimlerinde, o günkü DEHAP, kâğıt üzerinde seçime girme koşullarını sağlamış gibi gösterilmiş, seçimlere katılan parti seçim sonucunda yüzde 6,22 oy almış, ancak seçim barajı nedeniyle milletvekili çıkaramamış sonrasında DEHAP hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 13 Mart 2003'te "örgütlenmesini tamamlamadan seçimlere girdiği" iddiasıyla 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'na dayanarak AYM'de kapatma davası açmış ve sonucunda bu partinin aldığı tüm oylar geçersiz sayılmış, DEHAP kendini feshetmesine rağmen dava 2007'ye kadar sürmüş ve Partinin yöneticileri evrakta sahtecilik suçundan mahkûm edilmiştir. Bundan hareketle, seçimleri her ne pahasına olursa olsun kazanmak isteyen iktidar blokunun, aday listeleri Yüksek Seçim Kurulu'na teslim edildikten sonra HDP ile ilgili yukarıda anlatılan akıl dışı senaryoyu uygulamaya dökmeyeceği konusunda hiçbir güvencenin bulunmadığı açıkça ortadadır.

Teklif'in 3. maddesi ile getirilen, "seçime katılma yeterliliği elde eden partinin, Siyasi Partiler Kanunu'nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defadan fazla ihmal etmemiş olma koşuluyla seçime katılma hakkını muhafaza eder" düzenlemesi, özellikle kongrelerini erteleyen CHP için bir tuzak mıdır sorusunu akla getirmektedir. Özellikle, yeniden düzenlenecek il ve ilçe seçim kurulu başkanlıkları dikkate alındığında, ana muhalefet partisi açısından bu hususun, hakimlerin yorumlarına, takdir haklarına ve inisiyatiflerine bırakılmadan çözülmesi ve önleminin alınması gereken bir konu olduğu anlaşılmaktadır.

Son olarak belirtmek gerekir ki asıl olan "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!" ilkesidir. Zor, oyunu bozar. İktidarın tüm bu hamleleri, sandıklara sahip çıkarak, dayanışma ve örgütlülükle ve büyük hedefe odaklanarak çözülecek bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıldır uyguladığı ve güvenilirliği hiçbir zaman tartışma konusu olmamış, bu iktidarın dahi sayısız seçim zaferi kazandığı bir seçim geleneğini yok sayarak getirmek istediği düzenleme, yapılacak seçimleri şimdiden şaibeli hale getirmiştir. Türk halkının "atı alanın Üsküdar'ı geçmesine" bu kez izin vermeyeceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Yapılması düşünülen bu antidemokratik düzenlemeler Anayasa'ya aykırı olup ulusal egemenliğin tehlikeye girmemesi ve cumhuriyet rejiminin devamlılığı adına bir an önce bundan vazgeçilmesi doğru bir tercih olacaktır. 

Yazarın Diğer Yazıları

İmamoğlu ve kelebek etkisi

Tek başına mücadele eden ve iktidarı seçimlerde yenecek İmamoğlu, Türkiye' de bir değişimin fitilini de ateşleyecektir

Oyun Teorisi ve İmamoğlu

31 Mart seçimi, belki de Oyun Teorisi’nin bir kez daha test edildiği bir seçim olacak

Seçil Erzan dosyası, maddi ceza hukuku ve avukat savunmalarının anlamı

Seçil Erzan'ın hazırlık soruşturması sırasında ciddi bir hukuki yardım almadığı veya tamamen bankanın yönlendirmesi ile bankanın hukuki sorumluluğunu bertaraf etmek için kendisine böyle bir savunma yaptırıldığı anlaşılmaktadır