- Rânâ tebrikler, Salon İKSV’nin yeni yöneticisi sensin. İşi aldığını öğrendiğinde ne hissettin, ne tepki verdin?
Çok teşekkürler Binnaz. Açıkçası bana verilen sorumlulukla ilgili olarak onur duydum. New York’tan geri dönmek ve Türkiye’de kariyerime devam etmek için diretmeye beni en çok iten bu ülkenin gençleri adına bir şeyler yapabilmek oldu hep. Böyle bir görevle bu konuda aktif çalışabilecek olmak beni çok heyecanlandırdı. Motivasyon kaynağı olarak benim için bu mesele içimde çok büyük bir alan kapladığı için bu heyecan ilk günden beri sürüyor, umarım bu görev boyunca da itici gücüm olacak.
Rana Uludağ, Salon İKSV 15. yıl kutlamasında
- Müzikseverler seni daha çok Palmiyeler’in davulcusu olarak tanıyor. Yeni sezon açılış konuşmanda da “Bu sahnede ilk kez elimde bagetlerle değil mikrofonla duruyorum” dedin, çok tatlı bir andı. Aslında hem eğitimin hem kariyerin işin mutfağını ve “business” kısmını içeren duraklarla dolu. Bize biraz hayatının bu kısmında neler yaptın anlatır mısın?
Kariyerime üniversite yıllarımda Pozitif’te Ahmet Uluğ’un asistanı olarak başladım. Ardından New York Üniversitesi’nde Music Business master’ı yaptım. Hedefim okul okumak kadar dünyanın müzik başkentinde profesyonel deneyim kazanmaktı. Master’ımı yaparken Kuzey Amerika’ya erişimi güç olan müzisyenleri New York’un en gözde mekanlarında müzik profesyonellerine tanıtan GlobalFest’te fon geliştirme ve prodüksiyon alanlarında çalıştım. Ardından yeni müziğe odaklanan performans sahnesi National Sawdust’da programlama asistanı olarak görev aldım. Orada Sotheby’s de düzenlenen gala gecesi için David Byrne & Brooklyn Youth Chorus, Black Thought, Carrie Mae Weems gibi sanatçıları ağırladığımız, sezon içerisinde de Terry Riley, Yuka Honda, Sxip Shirley, John Zorn gibi efsane isimlere yer verdiğimiz bir sene geçirdim. Ardından Meta’da Müzik İşbirlikleri Yöneticisi olarak çalışmaya başladım. Burada pandemide artan, müzisyenlerin canlı yayın kullanımlarıyla ilgili projeler yürüttüm. Jon Batiste, Dalex, Boiler Room gibi öne çıkan sanatçı ve kuruluşlarla ve Recording Academy’nin pandemiden etkilenen müzik sektörü çalışanları için yarattığı MusiCares fonu için Facebook x MusiCares ortaklığı ile bir proje geliştirdim.
- Ve pandemide yurt dışında yaşayan bir çok insan gibi sen de İstanbul’a döndün.
Pandemiyle beraber İstanbul’a döndüm ve Ahmet Uluğ ile beraber Omni Sound isimli bağımsız plak şirketini kurduk. Üç sene boyunca hem kayıtlı müzik yapımcılığı hem de canlı projeler yarattık. Yapımcılığını üstlendiğimiz Sun Ra Arkestra – Living Sky albümü 2022’de The Guardian, The Wire, NYT gibi yayınların en iyi albümler listesine girdi.
Rânâ Uludağ
- İKSV’nin işe alım politikaları hem merak ediliyor, hem de daha şeffaf olması yönünde bir talep var. Bize biraz göreve geliş sürecini anlatır mısın? Teklif mi aldın, yoksa bir seçme sürecine mi dahil oldun?
İKSV, Salon Yöneticisi pozisyonu için bir ilan açtı. Aslında bu pozisyonun bir süredir açık olduğundan benim de haberim vardı, ancak başvurmamıştım çünkü Omni Sound’u daha verimli bir şekilde geliştirebilmek adına İngiltere’ye taşınmayı düşündüğüm bir süreçteydim. Bir yandan da İstanbul’da Omni Sound için yeni albüm projemizin çalışmaları sürüyordu. Akbank Caz Festivali için müzisyen olarak dahil olduğum Tophane Noise Band ile özel bir proje geliştiriyordum, bir yandan da kısa bir punk belgeseli yapımcılığıyla meşguldüm. Bir gün sektörden bir tanıdığım ilanı yolladı ve beni bu pozisyon için önerdiğine dair bir mesaj yazdı. Süreç de böyle başladı. Bir süre sonra Görgün Taner aradı. 1-2 hafta arayla iki görüşme gerçekleştirdik. Sonrasında ise güzel haber geldi.
- Peki bu görevi almayı neden istedin?
Salon, İstanbul’da büyük ihtimalle en çok çaldığım yer. Bir seyirci olarak da sahnelediği müzisyenlere temas ettiğim noktalarda bir sürü unutamayacağım anılarım var. Salon benim için İstanbul’un en değerli ve 15 senedir global güncel müzik dünyasının nabzını tutmayı başarmış az sayıda mekândan biri. Bunu başarmış bir mekânın bir parçası olmak tabii ki şahane bir duygu.
Salon’un İlkbahar sezonunda Arc de Soleil, Timber Timbre, Alabaster dePlume, Sirens of Lesbos, Istanbul Ghetto Club, Błoto, 3pillie&Friends ve Selût gibi isimler sahne alacak |
- İlkbahar programı açıklandı. İçinde Arc de Soleil, Timber Timbre, Alabaster dePlume, Sirens of Lesbos, Istanbul Ghetto Club gibi isimler var. Bu isimleri bir araya getirmene sebep olan ortak nokta nedir? Salon yeni sezonda nasıl bir müziğe, nasıl bir atmosfere ev sahipliği yapacak?
Salon, seyircilerin aklına “keşif sahnesi” olarak kazınmış bir sahne. Geleceğinde de bu çizgiyi koruyan, türler arası çeşitliliğe önem veren programlar göreceğiz. Bahar sezonumuzun ilk açıklanan isimlerinde de aslında çeşitlilik gözeterek yola çıktık. Arc de Soleil’in Khruangbin tadında tınıları, indie folk ustası Timber Timbre’ın karanlık sözleri, Alabaster dePlume’un güncel avant caz sahnesindeki şahsına münhasır soundu, Sirens of Lesbos’un rnb, soul zeminli pop’a kayan elektronik müzik soundu ile Istanbul Ghetto Club’ın kendi tanımladığı janrası “doğu rave punk” ile elektronik müziğin underground seslerine kulak veriyoruz. Bloto ile hip hop dünyasının efsane ismi J Dilla ayını kutladığımız We Remember J Dilla projesini sahneliyoruz. Sezon içerisinde açıklayacağımız yeni isimler de bu isimleri tamamlayıcı olacak ve bahar programında henüz temsiliyeti olmayan türlere kulak vereceğiz.
Salon İKSV ilkbahar programı
- 2024’ün en sevdiğim programlarından biri Fred Armisen’ın “Comedy for Musicians” şovuydu. Bu tarz interdisipliner programlar devam edecek mi? Planda neler var?
Tuz Biber ile “Komedi Salon’u” gecelerimiz tekli stand-up gösterileriyle devam edecek. Şubat ayında Doğan Kitap ile başlatacağımız Salon Sohbetleri’ni önümüzdeki sezonlarda farklı yayınevleri ile devam ettireceğiz. Farklı, interdisipliner programlamalar için de çalışmalarımız sürüyor.
- İstanbul büyük bir göçmen nüfusa ev sahipliği yapıyor. Ama bu toplulukların sanatına, müziğine çok fazla erişimimiz yok. Ben Salon’da böyle bir seçki görmeyi çok isterim. Var mı böyle bir plan?
Omni Sound’da geçtiğimiz senelerde yayınladığımız albümlerden biri, Danûk – Morîk göçmenlerden oluşan bir grup müzisyenin Avrupa’da çeşitli arşivlerde unutulmaya yüz tutmuş Kürt ezgilerini yeniden aranje edip kaydettiği bir albümdü. Bu albümün ilk konserinin Womex’te yapılmasına ön ayak olduk. Danûk hala Avrupa’da konserler vermeye devam ediyor. Benim için çok değerli bir projeydi, umuyorum bunun gibi bir projeyi Salon’da yapma şansımız olur.
- Salon çoğu insan için bir güvenli bölge, ama bir çok insan için de programıyla, duruşuyla biraz “göz korkutan” bir yer. Buraya gelmeye çekinen gençlere veya daha önce Salon’a adım atmamış seyirciye ne söylemek istersin?
Salon çoğu gencin İKSV’ye açılan kapısı olarak da önemli bir rol üstleniyor diye düşünüyorum. İKSV’nin “göz korkutan” gözükebileceği noktada Salon çekingen gençlere kapısını açıyor önce. Hatta Salon içinde bu görevi şimdi İKSV Alt Kat üstleniyor diye düşünüyorum. Eczacıbaşı Genç Bilet ile gençlere belli bir kontenjanla etkinlikleri 30 TL’ye satışa sunduğumuz bir programımız var. Bunun çekinen gençleri teşvik etmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber Salon’da oldukça genç bir ekibiz, gelen bütün seyircilerin her daim olabilecek en iyi deneyimi yaşayarak Salon’dan ayrılmaları en dikkat ettiğimiz noktalardan biri. Bu sebeple gelmeye çekinen gençlerin bir şans vermelerini şiddetle öneririz (Gülüyor) Programlama konusunda ise gelecek dönemde hem farklı disiplinlerden programlara hem de müzik ekseninde türler arası çeşitliliğe daha çok önem vererek gençlere Salon’la tanışmaları için daha çok fırsat yaratacağımızı umut ediyorum.
“Hayalim uluslararası bir isimle yerli sahnenin bir ismini birleştiren bir projeye ev sahipliği yapmak” |
- Salon 15 yıllık tarihiyle bir kültürel hafıza mekânı. Senin buradaki en sevdiğin hatıran ne?
Birkaç tane sayabilirim… Hayatımızın ilki olarak, Palmiyeler ile Salon’daki tüm sold out konserlerimiz... Jacco Gardner ve Khruangbin’in önünde çaldığımız konserlerde grupça yabancı gruplarla ilk defa temasa geçme fırsatı elde etmiş; hatta bugüne kadar bu müzisyenlerle iletişimi sürdürebilecek kadar iyi ilişkiler kurabilmiş olmak... Seyirci olarak ise konserlerinin hemen ardından King Krule ile Peyote’ye gitmek... Unknown Mortal Orchestra ve Thundercat konserleri… Pek çok sevdiğim hatıram var Salon’a dair…
- Hayal konserin, ağırlamak istediğin hayal ismin kim?
Hayalim uluslararası bir isimle yerli sahnenin bir ismini birleştiren bir projeye ev sahipliği yapmak. Hayal konser serim Beggars Group plak şirketinin çatısı altındaki bir plak şirketinin gecesini düzenlemek olur. Le Guess Who gibi keşif odaklı bir yurtdışı festivalinin mini İstanbul ayağını gerçekleştiren bir mekân olmak da hayallerim arasında...
“Salon’a gelen sanatçılar hem Salon ekibini, hem seyirciyi, hem de İstanbul’u çok severek ayrılıyor.” |
- Uluslararası isimleri book ederken zorluk çekiyor musunuz? Sanatçıların İstanbul’a gelmekle ilgili bir çekinceleri oluyor mu ve bunu nasıl aşıyorsunuz?
Bu durum dönem dönem farklılık gösteriyor. Ülkelerin çeşitli sebeplerden Türkiye için “seyahat etmek için güvenli değil” gibi deklarasyonlar yayınladığı veya uluslararası basında Türkiye ile ilgili endişe verici haberlerin yayımlandığı dönemlerde sanatçılar gelmek konusunda çekinebiliyor elbette. Bu gibi durumlarda endişeye sebep olan durumu açıkça izah etmek dışında yapabileceğiniz pek bir şey olmuyor, sanatçının son kararına bağlısınız. Bunun dışında genellikle Salon’a gelen sanatçılar hem Salon ekibini, hem seyirciyi, hem de İstanbul’u çok severek ayrılıyor.
- Müzik hayatına anaokulunda trampet çalarak başlamışsın ve ilk davul dersini ilkokulda almışsın. Anne baban evde zorlu saatler geçirmiş gibi duruyor. Bu kadar erken yaşta hayat amacını nasıl buldun? Ve hiç tereddüt ettiğin, “başka şeyler deneyeyim” dediğin olmadı mı?
Evet, anaokulunda Eurhytmics diye bir workshop’umuz vardı, herkes marakas çalarken içgüdüsel olarak trampete sarılmışım. Sonra piyano çaldım bir süre ve evde masalara sandalyelere vuran halim dolayısıyla annemin teşvikiyle davul dersleri almaya başladım ilkokulda. Bir an şüphe etmedim sonrasında enstrümanımdan açıkçası. Hatta vurmalı çalgılar özelinde yelpazeyi genişleterek devam ettim klasik, Türk ve Latin perküsyon enstrümanları eğitimleri alarak.
Rana Uludağ Palmiyeler ile Salon İKSV sahnesinde
- “Kendimi bir kadın davulcu olarak sektörde kabul ettirmem uzun yıllar aldı. Bu sebeple görünürlüğümü kadınları sahnelere teşvik etmek için kullanmaya özen gösteriyorum” demişsin. Bu duruşun Salon programında nasıl yer bulacak?
Programlamayı yaparken her daim kadın sanatçıların ve grup içerisinde kadın müzisyenlerin dahiliyet dengesine dikkat etmeyi bir alışkanlık haline getirmek önceliklerimden biri. Bunun haricinde yerli sahnemizin kadın sanatçılarını takip etmek ve onlara Salon’da alan açmayı da önemli buluyorum.
- Palmiyeler’i Salon sahnesinde görmeye devam edecek miyiz yoksa “torpil yapıyor” demesinler diye kendine yer vermez misin?
Palmiyeler’in Salon için yeri, Salon’un da Palmiyeler için yeri çok ayrı, karşılıklı olarak. Ancak bir süre Palmiyeler’i Salon’da görmeyeceğiz diyebilirim tam da bu sebepten.
- Yine konuşmanda “istek kutumuza dileklerinizi bırakmayı unutmayın” demiştin, kutuya bakma fırsatın oldu mu, en çok ne istenmiş, İçlerinde önemli bulduğun, “hemen yapalım” dediğin oldu mu?
Tabii oldu, bir isim 250 istek içinden 16 kez yazılmış... Bunu görür görmez bu sanatçıyı Türkiye’ye getirmek üzere süreçlerimizi hızlandırdık. Kim olduğunu çabalarımız olumlu sonuçlanırsa bir sonraki konuşmamızda açıklamak isterim. (Gülüyor...)
Binnaz Saktanber kimdir?
Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı.
Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti.
2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı.
|