06 Ağustos 2023

Oppenheimer evrenindeki toplumsal cinsiyet rollerine dair

Bugün 78'inci yıldönümlerinde, Hiroşima Atom Bombasının adının "Little Boy" (Küçük oğlan), Nagazaki'dekinin de Fat Man (Şişman Adam) olması Oppenheimer Evreninde tesadüf değil, tıpkı Dr. Oppenheimer'a atom bombasının "babası" denmesi gibi

Sinema dünyasının gündemini Barbieland'le Oppenheimer'ın gişe yarışının meşgul ettiği şu sıcak günlerin, tam 78 yıl önce 6 ve 9 Ağustos 1945'te ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atışının yıl dönümü olması rastlantı değil.

Büyük ölçüde, 'American Prometheus' kitabından uyarlayarak yarattığı senaryosunda, yönetmen Christopher Nolan izleyicisini, atom bombasını dünya savaşını/savaşlarını sonlandıracak antidot olarak tasarlayabilecek kadar farklı zihin yapısına sahip bir fizikçinin kafasının içinde gezdirmekle kalmıyor, onun dünyasına ve moral çelişkilerle döşeli yaşantısına da bakış imkanı sunuyor.

Oppenheimer Evreni o kadar maskülen bir yapıda ki kadınlar, belki de dönemin hakim zihniyetini yansıtma adına, bilinçli bir şekilde merkezin uzağında yer alıyor. Film boyunca Dr. J. Robert Oppenheimer'ın özel ve mesleki hayatında yer alabildikleri düzeyde varlık gösterebiliyorlar. Özünde sofistike karakterler olmalarına karşın eş, sevgili, anne, ev içi çalışan (ev kadını), aldatan ve aldatılan rollerinin klişe ekseninden tam anlamda sıyrıldıkları söylenemez. Oysa filmin temasını oluşturan Manhattan Projesi'nde gerçekte yer alan kadın fizikçilerden Maria Goeppert Mayer, "Atom Çekirdeğinin Çekirdek Kabuğu Modeli" ile 1963 Marie Curie'den sonra ikinci kez Nobel Ödülü kazanan kadın bilim insanı.

Filmde, atom bombası yapımı projesi için ıssızlığın ortasında inşa edilen şehir "Los Alamos"a bilim insanlarının –ki bu noktada bilim adamları demek çok da yanlış olmaz- eşlerinin ve ailelerinin Oppenheimer tarafından getirilmek istenmesinin tek sebebi, görev alanların odaklanmış bir bağlılıkla verimli çalışmaları, başka bir deyişle çalışanların orada kalmalarını sağlamak. Kaldı ki yaklaşık dört yıl süren projenin ilk iki yılında, proje kentte dünyaya gelen bebek sayısı ile küçük çaplı bir nüfus patlaması yaşanıyor. Diğer bir dikkat çekici detay ise Oppenheimer'ın eşi Kitty yerleşmek için Los Alamos'a geldiğinde vurgulanıyor; bu yeni yaşam alanın evlerinde mutfak -bile- yok.

Baş kadın rolü Kitty, Oppenheimer'la evlenene kadar anne olmayı düşünmemiş, geleneksel cinsiyet rolleriyle uzlaşmayı büyük ölçüde reddeden bir biyolog. Oppenheimer'ın evliliği öncesi ve sonrasında sevgili olduğu, ama onunla evlenmek istemeyen Jean Tatlock ise Amerikan Komünist Parti üyesi, eğitimli bir ailede yetişmiş Stanford mezunu bir psikolog. Ancak film, kadınların bu yönlerini birkaç cümleyle açıklayıp geçerken, Kitty'nin alkol problemi ile geleneksel anne rolüyle çatışması ve Jean'in depresif dönemi tekrarlayan sahnelerle ön plana çıkarıyor.

Öte yandan 1940'ların bilim dünyası, erkekler için de zorlu koşullara sahip. Sürekli rekabet halinde olan, birbirlerini, yetersizlikle ve az çalışmakla suçlayan, arkadaşlarının eşleriyle birlikte olmakta beis görmeyen, erkeğin erkeğe "mansplaining" (erilleme, erbilmişlik) yapmaktan geri durmadığı, biteviye ego ve kariyer savaşlarının da merkezi burası.

Dünya savaşıyla eş zamanlı süren psikolojik savaşın yansımasını, Oppeheimer'ın gözlerinden atom bombası denemesiyle oluşan dumanın fallik imgesine bakarak sarf ettiği "Şimdi ben ölüm oldum, dünyanın yok edicisi" sözleriyle görüyoruz.

Ve seyirci olarak anlıyoruz ki denemenin ardından bugün 78'inci yıldönümlerinde, Hiroşima Atom Bombasının adının "Little Boy" (Küçük oğlan), Nagazaki'dekinin de Fat Man (Şişman Adam) olması Oppenheimer Evreninde tesadüf değil, tıpkı Dr. Oppenheimer'a atom bombasının "babası" denmesi gibi.

Bengi Başaran kimdir?

Bengi Başaran 1982’de Adana’da doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’nden 2000 yılında mezun oldu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi.

Yüksek Lisans eğitimlerini Marmara İletişim Bilişim, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum ve Maastricht Üniversitesi’nde ’yirminci yüzyıl sanatında teknoloji algısını’ inceleyen teziyle tamamladı. İTÜ Sanat Tarihi’nden doktora derecesiyle mezun oldu.

Stüdyo İmge/ Era yayıncılık bünyesinde yayıncılığa başladı. Yeditepe Üniversitesi GSF Sanat Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çağdaş sanatın küratoryel süreçleri, yerli ve uluslararası kültürel ağları, çağdaş sanat yazını alanlarında yer aldı.

Kadın ve cinsiyet çalışmaları eksenli yazıları ve akademik makaleleri, çeşitli mecralarda yayınlandı. Kadın İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı, BAYETAV, İstanbul Kent Konseyi, Kadın Meclisleri gibi sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalarını sürdürmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Asırlık mutfağın fısıldadıkları: “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi”

Araştırmacı yazar Priscilla Mary Işın, Berekeketli İmparatorluk’ta, Orta Asya’dan Anadolu’ya yüzyıllara yayılan yemek alışkanlıklarımıza özenle ışık tutarak değişenlere, değişmeyenlere, öyle sandıklarımıza, aldıklarımıza, benimsediklerimize, mal ettiklerimize, farklılıklarımıza ve ortak paydalarımıza dair nitelikli bir kaynak sunuyor

Göç ekseninde liminal gastronomi

Atilla Heilbronn göçmen bir ailenin, göçmen şefi, tarih öncesi liman Klazomenai’den mübadeleye, tarihi göçlerle şekillenen Urla’da, yeni nesil göçebeleri ağırlıyor. Hayatlarımızda göçün anlamı değişiyor, makro ölçekten mikroya

“Boşluktaki Bedenler”: Ötanazi, kürtaj ve tüp bebek hakları

Boşluktaki bedenler, Türkiye’de hukuk çerçevesinde haklarla korunan kürtajın, uygulamada karşılaştığı güçlükler hali hazırda mevcutken konunun hukuk, inanç ve etik eksenindeki zorluğunun, Avrupa Birliği ülkelerindeki kadınlar için de ne denli derin olduğunu çok net ortaya koymuş

"
"