09 Ekim 2023

İçimizdeki şeytanlara zülfikârlarla saldırmayan bir film; The Exorcist: Believer

İlk filmin odağındaki anne-kız (Regan-Chris MacNeil) ekseni taşınarak, Believer’da inançsız baba-kız (Victor-Angela Fielding) ve çevresi halini alıyor. İlk filmdeki gibi şeytan tarafından ele geçirme, bu kez tek bir çocuğun değil; biri beyaz, biri siyahi 13 yaşında iki kız çocuğun başına geliyor

Seksenlerin başında dünyaya gelen ciddi bir korku sineması izleyicisi olarak 1973 yapımı ilk The Exorcist’in hafızamda ve alanında o zamandan bugüne derin bir iz bıraktığını söyleyebilirim. 

İlk filmin kalıcı etkisini, sayesinde bir çok kült yapımı yaşıtlarımdan önce izlediğim ve sonrasında sinema alanına yönelmiş, benden bir önceki jenerasyondan olan ağabeyim ve onun gibi  70’lerde doğmuş  kuşakta gözlemlemek daha da mümkün.

Öyle ki  türün dünya genelindeki sevenlerinde, The Exorcist’in (1973) gelmiş geçmiş en iyi korku filmi olduğunu düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

Bu hafta sonu, tüm dünyada aynı anda vizyona giren ve ilk filmin 50. yılı geçtiğimiz eylülde kutlanan  “The Exorcist: Believer”a gösteriminin ilk gününde öncekinin heyecanı ve beklentisiyle gittim. Üzüntüyle tam bir hayalkırıklığı olduğunu söyleyebilirim. Orijinalindeki tansiyon, gerilim ve akılda kalıcılığın yarısını bile içermeyen bir işle karşılaştım.

Filmi izleyecekler adına (spoiler vermeden) mahvetmemek için, dikkatlice savımı çerçeveleyerek aktarmayı deneyeceğim.

Öncelikle ilk filmin odağındaki anne-kız (Regan-Chris MacNeil) ekseni taşınarak, Believer’da inançsız baba-kız (Victor-Angela Fielding) ve çevresi halini alıyor. İlk filmdeki gibi şeytan tarafından ele geçirme, bu kez tek bir çocuğun değil; biri beyaz, biri siyahi 13 yaşında iki kız çocuğun başına geliyor.  Kalabalık kasaba halkı ve ilk filmdeki anne kızın hikayesi gibi birçok farklı karaktere kısa kısa değiniliyor yeni filmde.

Hikaye, ilahi/spritiuel olan inançla insanın kendine ve başkalarına olan inancı ve inanç krizi etrafında şekillenen psikoloji ve sosyolojik tahribat üzerine bir şeyler dillendirmek istese de kötü oyunculuk, metin ve Hristiyanlıkla sınırla kalıyor.

İlk Exorcist ezan sesiyle başlarken Believer ‘aslında şeytan çıkarma bütün inanç sistemlerinde var’ minvalinde birkaç cümle edip şeytan tarafından ele geçirilen kızların vaftizsiz olmasının altını çiziyor.

Bu iki kız çocuğun, 3 gün ortadan kaybolduktan sonra travmatize ve kan revan, yarı şuursuz  halde hastaneye getirildiklerinde, jinekolojik muayene masasına yatırılıp fiziken de kolay olmayan bekaret  kontrolüne tabii tutulmaları ve ailelerinin bakire çıkmaları dışında bunu pek de umursamaması cabası.

İlk filmde, şeytan çıkarmayı kendi zaaflarıyla da mücadele vererek gerçekleştiren bir tek peder (Kallas) varken, Believer’da rahiplerin yanı sıra, şeytan çıkarmada, kürtaj yaptırdığı için rahibe olamamış bir hemşire, eşini kaybettiği için inancını da kaybetmiş bir baba, Hristiyanlıkla “voodoo”nun birleşimi olan  ‘root work (hoodoo)’ Afro-Amerikan inancının temsilcisi bir kadın ve ele geçirilen diğer kızın dindar ebeveynleri gibi birden çok karakter ayinde yer alıp güçlerini birleştirmeyi deniyor. Ancak kadın karakterlerin sonuca etkisinden söz etmek mümkün değil, deneseler de pek bir sonuç elde edilemiyor.

İlk filmdeki şeytan tarafından ele geçirilen küçük kız Regan; din, kanun, ahlak gibi otorite koyucularla doktor, uzman, rahip gibi temsilcilerine başkaldırıp “Becer beni!” diye haykırabilirken, Believer’da  hikâye dönüp dolaşıp inançsız ve otoriter babanın (Leslie Odom Jr.) ilahi babayı ve kızını kabullenişine bağlanıyor. Aynı baba, kızına koyduğu sınırlarla yalan söyler hale getirmiş ve doğum aşamasında istememiş olsa da, kızının şeytan etkisindeyken bile yegâne arzusu “babasının onayını almaktan” öteye geçmiyor.

İlk filmden yarım asır sonra Believer’daki teknik detaylar gözden kaçacak gibi değil ne yazık ki. Yapım, günümüz teknolojik imkânlarıyla görüntü ve mekân seçimi, efekt ve makyaj adına çok daha iyi şeyler ortaya konabilirdi diye düşündürüyor. Bu anlamda eskisinin mide bulandırıcılığı ve mimari mekân kullanımı tekniklerinden oldukça uzak.  

Sonuç olarak, benim için filmdeki en güzel şey 1973 yapımı orijinalindeki, bilenler için her dinleyişte tüyler ürperten tema müziği. 

2023 yapımı “The Exorcist: Believer” ağır ilerleyişi, finali ve karakter çeşitliliğiyle, yeni bir serinin kapısını aralasa da ilk filmin izleyicileri için ne bir yeniden yapım (remake) duygusu ne de yenilik merakı taşıyor.

Bengi Başaran kimdir?

Bengi Başaran 1982’de Adana’da doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’nden 2000 yılında mezun oldu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi.

Yüksek Lisans eğitimlerini Marmara İletişim Bilişim, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum ve Maastricht Üniversitesi’nde ’yirminci yüzyıl sanatında teknoloji algısını’ inceleyen teziyle tamamladı. İTÜ Sanat Tarihi’nden doktora derecesiyle mezun oldu.

Stüdyo İmge/ Era yayıncılık bünyesinde yayıncılığa başladı. Yeditepe Üniversitesi GSF Sanat Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çağdaş sanatın küratoryel süreçleri, yerli ve uluslararası kültürel ağları, çağdaş sanat yazını alanlarında yer aldı.

Kadın ve cinsiyet çalışmaları eksenli yazıları ve akademik makaleleri, çeşitli mecralarda yayınlandı. Kadın İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı, BAYETAV, İstanbul Kent Konseyi, Kadın Meclisleri gibi sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Asırlık mutfağın fısıldadıkları: “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi”

Araştırmacı yazar Priscilla Mary Işın, Berekeketli İmparatorluk’ta, Orta Asya’dan Anadolu’ya yüzyıllara yayılan yemek alışkanlıklarımıza özenle ışık tutarak değişenlere, değişmeyenlere, öyle sandıklarımıza, aldıklarımıza, benimsediklerimize, mal ettiklerimize, farklılıklarımıza ve ortak paydalarımıza dair nitelikli bir kaynak sunuyor

Göç ekseninde liminal gastronomi

Atilla Heilbronn göçmen bir ailenin, göçmen şefi, tarih öncesi liman Klazomenai’den mübadeleye, tarihi göçlerle şekillenen Urla’da, yeni nesil göçebeleri ağırlıyor. Hayatlarımızda göçün anlamı değişiyor, makro ölçekten mikroya

“Boşluktaki Bedenler”: Ötanazi, kürtaj ve tüp bebek hakları

Boşluktaki bedenler, Türkiye’de hukuk çerçevesinde haklarla korunan kürtajın, uygulamada karşılaştığı güçlükler hali hazırda mevcutken konunun hukuk, inanç ve etik eksenindeki zorluğunun, Avrupa Birliği ülkelerindeki kadınlar için de ne denli derin olduğunu çok net ortaya koymuş

"
"