27 Aralık 2010

Yönetimi yeniden yapılandırmak

Yönetim meselesini tartışırken en önemli engel, hemen her aktör, kurum ve yapı içinde karşımıza çıkan zihniyet ve

Yönetim meselesini tartışırken en önemli engel, hemen her aktör, kurum ve yapı içinde karşımıza çıkan zihniyet ve algı kalıpları. Vatandaşa güvenmemek (1), hayatı ve değişimi vatandaşa rağmen yönetmek (2), üniter devlet ile merkeziyetçiliği karıştırmak (3), üniter devlet ile farklılıkları olmayan, monolitik ulusu karıştırmak (4),  eşit olmak ile aynı, tek tip olmayı karıştırmak (5), siyasetçilere, sivillere güvenmek yerine atanmışlara güvenmek. İsterseniz siz daha da ekleyebilirsiniz.
En önemli zihni tıkanıklık ise galiba ulus devlet tanımı ve sistematiğinde. Ortada bir vakıa var, geleneksel ulus devletin birçok rolü yerele, bazı rolleri uluslar arası seviyeye kaymış durumda. Çünkü dünyanın ve hayatın geldiği noktada geleneksel ulus devlet yeni sorunlara cevap üretemiyor ya da yönetmekte yetersiz kalıyor. Örneğin son küresel ekonomik kriz bile gösterdi ki, krizin nedenini açıklamak da çözümü de ancak uluslararası aktörler, politikalar ile mümkündür.
Fakat bazı sorun alanlarında hala elimizde ulus devletten daha iyi, başarılı bir yönetme aygıtı da yok. Sermayenin tekelleşmesi, tek siyasi kutuplu dünyanın patronu ABD’nin kendi hegemonya politikaları, küreselleşmenin kültür ve çevre üzerindeki yıkıcı etkileri, küresel sermaye karşısında yerel ve güçsüz kalmış emeğin korunma ihtiyacı, yeni hayatın var olan mağdurlara, yoksul ve yoksunlara daha da büyük mağduriyet ve yoksulluk doğuran ritmi … Bunlara siz de ekleyebilirsiniz. Hala bu sorunlar karşısında yeni aktör, kurum ve politika arayışları olsa da kullanılabilir sistematik ulus devlet politikaları. 
Yerelleşme ve küreselleşme ile ulus devlet arasındaki çekişme şu andaki en önemli değişim dinamiklerinden birisi. Bu durumda konuşulan, ya da ulus devletin sonu denilen şey, ulus devleti tümüyle yok etmek değil, yeniden kurgulamak, yeniden yapılandırmak. Yeni hayata uygun yönetim düzeni hiyerarşisini mahalle/köy, ilçe, il, bölge, ulus devlet, bölgesel ulus devletler işbirliği, uluslar arası kurumlar olarak sıralamak galiba daha doğru.
Bir başka mesele de temsili demokrasinin günümüzün gündelik hayatının ritmine yetmeyen tıkanmışlığı ve katılımcı demokrasi gereği. Bu değişiklik bile ayrı bir yazı dizisi ve inceleme konusu. Ama galiba bir cümlelik ihtiyacın tanımı konusunda mutabakatsızlık yok. Sorun katılımcılığın yöntemleri ve derinliği konusundaki fikir ve yaklaşım ayrılıklarında.

Nereden başlayacağız?

Yönetimi yeniden yapılandırmayı düşünürken, zihni engeller kadar bir de kurulu yönetim sisteminin teknik tıkanmışlıkları var. Sistem mahalle/köy, belde, ilçe, il sistematiğine dayanıyor. Muhtar/ihtiyar heyeti,  Belediye Başkanları/Belediye Meclisleri gibi seçilmişler yanı sıra merkezi hükümetin yerel kurumları, Vali ve Kaymakam’dan başlayan yetkilileri var.
Biliyorsunuz ama tekrarlayayım, belediye sınırları dışındaki yerler, coğrafi olarak hala Jandarma bölgesi ve yetki/sorumluluğu içinde. Aslında yalnızca coğrafi yüz ölçümü olarak bile bakıldığında ülkenin yüzde sekseninden daha büyük parçası jandarma denetiminde.
Demem o ki, yönetimi yeniden yapılandırmaya başlamak için bazı tanımları yenilemeye ve bazı altyapıları tamamlamaya ihtiyaç var. Birincisi ülkenin kadastrosunun en kısa sürede tamamlanması. Bilir misiniz ki, hala bunca teknolojiye karşın ülkenin tüm haritası, mülk ve mülkiyet dağılımı tamamlanmamıştır. Bu beceriksizlik değil, politik nedenlerle hala tamamlanmadığı da çok açık. Kısaca değinip geçeyim, kadastronun tamamlanması demek, örneğin 6-7 Eylül olayları nedeniyle ülkeyi terk etmiş Rumların mal dökümünü de, Ermenilerden kalan mülklerin kimin ellerinde olduğunu da hala bilememek demek. Veya hala devletin kontrolünde olan toprakların dökümünün eksik olması, tarım, sanayi, yerleşim gibi temel stratejik planlamaların yapılamaması demek. Sadece bu kadarı bile neden kadastroyu tamamlamadığımızın yeter sebebi değil mi sizce de?
Kadastro yanı sıra tamamlanması gereken bir başka altyapı nüfus ve adres sistemi ile seçmen kütüklerinin eksiksiz, hatasız, çalışır, güncellenebilir hale getirilmesi. Bu konuda son yıllarda önemli mesafe alınmakla beraber hala eksikliklerin olduğunu da biliniyor.

Mahalle, ilçe, il tanımları yenilenmek zorunda

Bu altyapılar ve bilgi sistemleri tamamlandıktan sonra yapılacak şey mahalle, ilçe, il ve bölge tanımlarını yenilemek. Örneğin her bir muhtarlığın seçmen sayısı 1000, ilçenin seçmen sayısı (bitişik ilçelerde, metropoller içinde) 100,000 olarak yeniden tanımlamak, bir muhtarlığın seçmen sayısı 1000'i geçince iki muhtarlık; bir ilçenin seçmen sayısı 100 000'i geçince iki ilçe haline getirilmesi gibi bir ilkeyi hayata geçirmek gerekiyor. Başlangıçta yapılacak şey, tüm coğrafyayı belediye alanı içinde tanımlamak ve belediye sınırlarını yeniden çizmek. Bugünkü illerin ise, yeni ilişki ağları dikkate alınarak yeniden sayılarını ve sınırlarını tanımlamak gerekmektedir. Bölge meselesinde ise Kalkınma Ajansları kanunu marifetiyle tanımlanmış hali hazırda 12 bölge 26 alt bölge var. 
Yine başlangıçta mahalleden başlayarak her bir birim için nüfus sayılarına paralel olarak birim meclislerinin sayılarının belirlenmesi gerekmektedir.
Gelecek yazıda da Demokratik Cumhuriyet Programı’nın Yerinden Demokratik Yönetim modeli önerisindeki yetki dağılımlarını ve işleyişi özetlemeye devam edeceğim. Ancak böyle somut öneriler üzerinden konuşursak bu konuda mesafe alabileceğimiz ve paranoyalardan kurtulabileceğimiz kanısındayım. 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"