16 Aralık 2013

Yerelleşme ve katılımı önleyen zihinsel ve duygusal engeller neler?

Çünkü herkesin zihni ve duygusal ambargoları var. Dillerinde, belgelerinde olduğu halde zihinlerde ve yüreklerde aşılamayan korkular var.

Hangi partinin programına, söylemine baksanız hepsinde yerel yönetimleri güçlendireceği vaadi var. Hangi sivil veya asker bürokrata sorsanız, hepsi yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden yana. Tüm sivil toplum aktörleri de öyle.

Madem bu denli bir güçlü fikri mutabakat var, neden hala düzgün, işleyen ve herkesin memnun olduğu bir yerel yönetim reformu yapamıyoruz?

Çünkü herkesin zihni ve duygusal ambargoları var. Dillerinde, belgelerinde olduğu halde zihinlerde ve yüreklerde aşılamayan korkular var.

Gerçekçi olalım ki var olan zihni ve duygusal engelleri yaratan, besleyen, söylemlerin tersine tutumlara meşruiyet sağlayan şey Kürt meselesi.

Devletin de yönetimin de yeniden yapılanmasının, demokratikleşmesinin önündeki zihni ve duygusal engellerin gerekçesi Kürt meselesi.

O nedenle Kürt meselesi devlette ve yönetimde demokratikleşmenin, değişimin, dönüşümün önündeki kilit taşı siyasi meseledir. Bu nedenle Kürt meselesi toplumsal değişimin, dönüşümün de önündeki kilit taşı meselelerden birisidir aynı zamanda. Yönetime katılma ve yerelleşme talebinin sade vatandaşta yeterince güçlü olmamasının nedenidir de.

Devletin ve yönetimin demokratikleşmesini, yeniden yapılanmasını sağlamak istiyorsak zihni ve duygusal engelleri aşmanın yolunu ve dilini üretmek gerekiyor.

Kürt meselesini Murat Somer’den alıntılayarak şöyle tanımlayabiliriz. Kürt meselesi dediğimiz mesele bu memleketin 100-150 yıllık kalkınma ve modernleşme süreçlerine Kürtlerin kendi kimlikleriyle katılamamış olmalarının ürettiği sorunların toplamıdır.

Bu tanımdan bakılınca bu toprakların kalkınma ve modernleşme süreçlerine yalnızca Kürtler değil, Ermeniler, Çerkesler ve hatta Türk köylüler, dindarlar ve daha bilumum ahali de katılamamıştır. Bu süreçler Türk, Müslüman, Laikçi bir elit tarafından yürütülmüştür.

Bu süreçlerin ürettiği sorunlar ortaktır bir bakıma. Yani Kürt meselesi dediğimiz şey Kürtlere dair ve Kürtlerden ibaret değil Türkiye meselesidir.

Yine Kürt meselesinin özellikle siyasal ve toplumsal boyutu için bir başka tanım daha yapmak mümkündür. Kürt meselesi dediğimiz mesele Türklerin kendi hayat kalitelerinden, kendi hak ve özgürlük alanlarından kısıtlamalara, yasaklamalara razı edildikleri alanlar toplamıdır. Korku politikalarıyla, ustaca kurgulanmış şoven eğitim ve hukuk yoluyla bu razı edilme süreci çalışmıştır. Memleketin bilumum ahalisi Kürtlerin bazı hakları bölünme yolunda kullanacaklarına inandırılmıştır. Bugün Denizli’de ya da Yozgat’ta yaşayanların yerel yönetimlere katılma, örgütlenme, fikir ve ifade hak ve özgürlükleri konusunda ihtiyaç duymadıkları için değil bu hakları Kürtler yanlış kullanırlarsa varsayımına inandırıldıkları için talepkar olmadıklarını da söyleyebiliriz. Kısaca Kürt meselesi gerekçesiyle Türkler de vasata razı edilmişlerdir.

Eğer bu iki tanım da doğruysa bu iki tanımın ortak keseni yerelleşme ve katılım talebidir. Ve bu talep tüm ülkenin, tüm kültürel, ekonomik ve toplumsal kesimlerin ortak talebi olmalıdır.

Bu talebi güçlendirebilmenin yolu da siyasette ve devlette var olan zihni ve duygusal ambargolarla mücadele edecek, toplumsal talebi yaygınlaştıracak yeni bir dil ve söylem üretebilmektir.

Nedir o zihni ve duygusal engeller?

Tüm siyasi aktörlerde ve devlette vatandaşa güven yoktur. En büyük zihni sorun da budur. Bakmayın siz şatafatlı sözlere, en vatandaşa yakın partide de en küçük partide de vatandaşa, hatta üyesine bile güven yoktur. Vatandaşa güvensizlik yalnızca seçkinlere ve statükoculara özgü bir hastalık değil, yaygın bir hastalıktır.

İkincisi yaygın zihni sorun demokrasi tanımındadır. Büyüğü, küçüğü siyasi aktörlerin çoğunda demokrasi ülke için seçimlerden, parti için kurultaylardaki oylamalardan ibarettir. Vatandaşın ve üyenin temsilciliğini kendine hak görenler, vatandaşın ve üyenin katılımını tartışmazlar bile.  

Üçüncü sorun yerel tanımındadır. Bizdeki yerel siyaset anlayışı ulusal siyaseti ve tartışmaları yerelde yeniden üretmekten ibarettir. Yerelin ne olduğu, yerelin ve gündelik hayatın ihtiyaç ve talepleri gündemde yoktur. Siyaset ve yönetim büyük, ulusal ve ulvi işlerle meşguldür ama yereldeki sorunların, ihtiyaç ve taleplerin ne olduğu pek dikkate alınmamaktadır.

Dördüncü sorun ulus devlet mevcudiyeti, rolü ve tartışmaları zemini ile merkeziyetçilik x ademi merkeziyetçilik tartışmaları zemini, iç içe geçmiş durumdadır. Merkeziyetçilik ulus devlet üzerinden konuşulur. Ademi merkeziyetçiliğin ulus devleti parçalayacağı sanılır.

Beşinci sorun da yerelleşme, yerel yönetim meselesi bir bölge tanımı ve özerkliğinden ibaretmiş gibi bir algı yaygındır. Halbuki konuşmamız gereken yalnızca bir bölgenin özerkliği değil, ülkenin her yerinde, mahallelerden başlayarak insanların kendilerini ilgilendiren kararlara her bir seviyede katılabilmeleridir. Bu ise çok daha kapsamlı başka bir tartışma anlamına gelir.

Yerelliği savunanların bile sıkça bu zihni ve duygusal engellere takıldığı günümüzde, yerel seçimlere giderken yapılacak şey, yalnızca hangi aday, hangi ittifak tartışmaları değil, gerçekten yerelliği tartışmak ve yerinden yönetim ve katılımcılık modellerini geliştirmektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye "yeninin öncüsü" mü olacak: Batı’ya mı döneceğiz, Doğu’ya mı?

Türkiye küresel siyasi, ekonomik ve kültürel egemenlik savaşının da sanayi toplumunu aşacak geleceğin de etkin bir aktörü olabilecekse bir tarafın askeri ya da lideri olarak değil “yeninin öncüsü” ya da “yeninin kilit taşı” olarak bu rolü oynayabilir

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

"
"