28 Mart 2013

Yol, yordam bulma

Denir ki, hiçbir kar tanesi bir diğerine benzemez. Tek bir kar tanesini elimizde tutamayız, şeklini çıplak gözle göremeyiz. Parmaklarımızın üzerinde ağırlığını veya ıslaklığını bile hissedemeyiz

Denir ki, hiçbir kar tanesi bir diğerine benzemez. Tek bir kar tanesini elimizde tutamayız, şeklini çıplak gözle göremeyiz. Parmaklarımızın üzerinde ağırlığını veya ıslaklığını bile hissedemeyiz.

Ama o ağırlığı ve şekli belirsiz kar taneleri birikir. Birikir ve tek birinden beklenmeyecek, algılanamayacak bir güce ulaşır.

Biraz hayatlarımız da böyle!

Birbirine benzediğini sandığımız her günün, duyguları, algıları, beklentileri, deneyimleri üste üste birikir. Kaybedilenler, yanlış yapılanlar, hayal kırıklıkları da elbette. Fark ederiz ki bir sabah aslında değişmişiz. Ne hayallerimiz ilk gençliğimizin hayalleri, ne hüner ve becerilerimiz okuldan ilk mezun olduğumuz günkü ile aynı.

Genellikle de o kırılma anlarını minik kar tanelerine ve onların birikmelerine değil, büyük bir olaya, ya aşka ya da iş değiştirmeye bağlarız. Ya da rastlantılara, şanslara, yıldızın parladığı anlara.

Bireysel hayatlarımızda yaptığımız hatayı sıkça, neredeyse her gün ülke hayatına ve topluma dair meselelerde de yaparız.

Binlerce, milyonlarca tekil ve minik kararın ve eylemin toplumsal bellekteki etkilerini ıskalıyoruz mesela. Hele yaygın medya ezberiyle, bu toplumun balık hafızalı olduğuna inananlardansak, bir sabah gördüğümüz, duyduğumuz kırılmaları anlamlandıramıyoruz.

İçindeyken olanları anlamlandıramıyoruz

Olanları anlamlandıramamanın, bilinmeyen değişenlerin ilk yürek çarpıntısıyla yok saymaya başlıyoruz. Anlamlandıramama sürdükçe de önce bilinmeyen güçlerin ürettiği geçici durumlar olarak algılamak işimize geliyor. O geçici durumu üreten komplo sahiplerinin, iktidarın, askerin, dış güçlerin (hepimiz meşrebimize, inançlarımıza ve siyasi kabullerimize bağlı olarak özne değişiyor elbette) gücü ve etkisi azaldıkça, o geçici durum ortadan kalkacak diye bekliyoruz.

Geçici durum kalıcı olmaya doğru evrildikçe, hâlâ anlayamamış ve anlamlandıramamışsak, korku üretme aşamasına geçiyoruz.

Avaz avaz bağırmak (bugünlerde bazı siyasi liderlerimiz sıkça yapıyor), ürküntü yayan mesajları birbirimize göndermek (bugünlerde okumuş çocukların sosyal ağlarında sıkça örnekleri var) gibi tepkiler geliştiriyoruz.

Şimdi ülke, toplum, hayat, siyaset bir başka aşamaya geçiyor. Bu geçişi tamamladığımızda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ya da bu geçişi sağlıklı biçimde başaramayacak, arafta kalacağız.

O nedenle bir süre, daha sert, keskin tartışmalar, daha ince düşünülmüş provokasyonlar, dehşete dönüşmüş korkular, bu korkular üzerine yeni politikalar göreceğiz.

Toplum artık eski düzenin sürdürülemezliğini görüyor. 2011 seçimlerindeki tercihler hâlâ tam olarak doğru anlaşılamamış olsa da yeni düzenin, yeni mutabakatın anayasası içindi. Bu yoldaki en önemli siyasi, zihnî, duygusal tıkaç olarak Kürt meselesi de artık daha fazla sürdürülemezdi. Şimdi Kürt meselesinden başlayarak başka bir sürece girdik.

Yeninin oluşmasına dâhil olmak

Bundan sonrası için önemli olan yeniyi, nerede ve nasıl, hangi mutabakatları üreterek oluşturacağımızdır. Bir kısmımız “bilerek yanlış yapacak”, “eski düzenin egemenlerinden, yararlanıcılarından” olduğu için sürecin dışında kalacak.

Çoğunluğumuz için ise mesele bu sürece ne denli, nereye kadar, hangi isteklilikle katılacağımızdır. Siyasi hüner ve becerilerimize göre, müzakere- ikna- uzlaşma hüner ve becerimize göre yeninin biçimlenmesinde etkin olacağız. O nedenle çekirdek çitleyerek kenarda seyretmek, alkışlamak, ıslıklamak zamanı değil sürece dâhil ve müdahil olmanın yol ve yordamını üretme zamanıdır.

Hayatın farklı iki alanından iki güzel örnek var bugünlerde. Birisi Hasan Cemal. Köşesi elinden alındı diye Hasan Cemal korkularını, çaresizliğini, mağduriyetini, hakkındaki komploları değil işini esas aldı. Gitti bu yılın şimdiye kadar ki en iyi gazetecilik örneği sayılacak Karayılan röportajını yaptı. Geldi kendisi de başka bir iyi örnek olan T24’te de yayınladı.

İkinci iyi örnek Taksim Platformu. Taksim Meydanı’na, Gezi Parkı’na dair saçma sapan projeye karşı çıkışını yalnızca protestoculuğa hapsetmedi. Taksim Platformu alternatif projelerle, alternatif eylemlerle, bir aktöre göre değil bir zihniyete göre hizalanarak, aktörlere göre değil her aktörün içindeki daha çoğulcu bakanlarla daha geniş bir ittifak oluşturmaya çalışarak her gün daha da büyüyen bir muhalefet geliştiriyor.

Bu iki örnek mi daha etkili ve sonuç alıcı, yoksa paranoyalara teslim olmak mı?

 

Yazarın Diğer Yazıları

25 yıl sonra yine aynı soru: Nerede bu devlet?

İzmir’de iki kişinin sokak ortasında elektrik kaçağından ölümü ve iki sahte üniversitenin ortaya çıkması bile gösteriyor ki 25 yıl sonra aynı noktadayız

Çözümden çok itirazı örgütlemek: Otokratlar seçmenin aklına nasıl giriyor?

Sistemin krizi yoksulluğu, adaletsizliği çoğaltıyor, kalıcılaştırıyor, eşitsizlik, yoksulluk popülist söylemi besliyor, popülist söylem toplumsal rıza üretiyor, krizler yumağı popülist iktidarlara otokrasi fırsatı üretiyor gibi bir sarmalın içindeyiz sanki

Kazananın tüm siyasi gücü ele geçirdiği bir “temsili demokrasi”: Türkiye’nin demokrasi krizi neden daha derin?

Bugün yaşanan krizin en belirgin özelliği, eksikli bile olsa temsili demokrasiden tümüyle uzaklaşılmış olması. Bu bakışın demokrasi tanımı, seçimlerin yapılabilmesinden ibaret. Seçim süreçlerinin demokratik olup olmaması, siyasi rekabetin yasal zemininin sorunlu olması önemli değil. Önemli olan oyların bir fazla olması ve kazananın tüm siyasi gücü ele geçirmesi