09 Eylül 2013

Yerelliğin olmadığı yerel seçim

Yerel seçimler yaklaşırken, aday spekülasyonları bu denli yoğunken farkındaysanız ne yerel sorunları konuşan var ne de yönetim problemini

Yerel seçimler yaklaşırken, aday spekülasyonları bu denli yoğunken farkındaysanız ne yerel sorunları konuşan var ne de yönetim problemini.

Son iki yıldır yeni anayasa konuşuyoruz. Ülkenin en yakıcı sorunu Kürt meselesi ve Kürt meselesinin en önemli boyutlarından birisi de yönetim boyutu. Ülkenin siyaset yapma zihniyetini etkileme potansiyeli en yüksek unsur olan Gezi yaşanalı daha üç ay olmuş. Ki Gezi’yi tetikleyen çekirdek sorun bu ülkenin merkeziyetçi yönetim sistemi.

Hal böyleyken ne yerellik ne de yönetim sistemi gündemde yok. Çünkü çok meşgulüz, siyaset ve medya da çok meşgul. Olimpiyatlara ev sahibi olmak ya da olmamak meselesini bile kutuplaşmanın zemini yapmakla meşgulüz örneğin.

Önce verili duruma dair bazı sayıları hatırlayalım: Önümüzdeki seçimlerde seçmenlerin yüzde 76’sı 29 Büyükşehir sınırları içinde ve tümü Büyükşehir Belediye Başkanı ve meclisi için oy kullanacak.

Ülkenin yetişkin nüfusunun yüzde 52’si 11 metropolün bütünleşik alanı içinde yaşıyor. Yüzde 21 nüfus köylerde, yüzde 27 nüfus da kentlerde yaşıyor.

Bu iki sayı şunu söylüyor: Seçmenlerin genel seçim tercihleriyle yerel seçim tercihleri arasında olduğu varsayılan farklılaşma oranı giderek düşüyor. Çünkü yerel seçim oyundaki farklılaşma iki gerekçeden doğuyor.

Birincisi seçmen “selam mesafesi” için oy verirken partisi kadar adaya dair nitelikler, tanış olmak, hemşeri olmak gibi unsurlar öne çıkıyor. İkincisi yerel seçimde seçmen partiye değil hizmete bakıyor.

Metropollerde, büyükşehirlerde gündelik hayatın ritmindeki ve ürettiği zihniyet dünyasındaki, gündelik hayat pratiklerindeki değişimler sonucu eski bildik ilişkiler çalışmıyor. Dolayısıyla tanış olmak, hemşeri olmak gibi tanımlar gündelik hayatımızdan çıkıyor, aidiyetler değişiyor, çeşitleniyor.

Yine metropollerdeki nüfus yığılmasından, gündelik hayatın karmaşıklığından dolayı yerel hizmetler ile genel hizmetler ayrıştırılamıyor, hepsi birden kamudan ve seçilmiş otoritelerden beklentiye dönüşüyor.

Dolayısıyla metropollerde seçime göre oy farklılaşması açıklaması eski gücünde değil. Geride daha çok yerel seçim ile genel seçim tercihlerindeki farklılaşmayı yaratan en önemli unsur olarak “oy verilecek partinin temsilinin” değil “başkanlığı kazanma olasılığı” değerlendirmesi kalıyor. Bu dürtüyle oy veren seçmen oranları da sanıldığı denli yüksek değil. Bu oran kabaca yüzde 10 mertebesinde.   

Yalnızca yüzde 27 oranındaki kentlerdeki seçmenlerde geleneksel davranış kodları, tanış olmak, hemşeri olmak gibi dürtüler geçerli.  

Yani şunu söyleyebiliriz seçmenin yüzde en az 75-80’i yerellik üzerinden değil genel siyasi tercihleri üzerinden oy verecek. Bu da var olan siyasi ve kültürel kutuplaşmaların zihni ve duygusal ambargoları çalışacak demek.

Seçmenin tercihlerini değiştirebilmesi için var olan siyasi bölünmelerin, kutuplaşmaların ve davranış kodlarının dışına çıkılması lazım.

Bu ise ancak başka bir siyaset ve siyaset tarzı ile mümkün.

Bugünün kentlerinin ve hatta ülkenin temel sorunu yönetim meselesi. İnsanların kendi oturdukların yerin sorunlarına ve çözüm süreçlerine, kendi ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda katılabilmelerinin yolunun açılması gerekiyor.

Bu ise bugün yaygın olan “yerel yönetimlerin güçlendirilmesinde” söyleminden daha ötede, farklı bir şey. Merkeziyetçilik, askeri ve idari vesayet ancak yönetim sistemi ters yüz edilerek kırılabilir.

Hiçbir parti ve aday henüz ülkenin bu meselesine dair bir şeyler söylemiyor. Üzerinde çalışanı da yok medyada tartışanı da.

O zaman da seçmenin önüne konulacak olan, en azından şimdiye kadar ki deneyimlerimiz üzerinden tahmin edebileceğimiz şey, birkaç günde, bir ofiste, iki-üç kişinin yazdığı uçuk vaat ve projeler olacak. Bir de elbette sihirli adaylar ve sihirli sloganlar bulunacak.

Seçmenin de bunlara inanacağı, var olan siyasi dengeleri değiştirecek oy tercihlerinde bulunacağı sanılıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Gençler gelecekten umutsuz: Neden bu ülkede çocuk yetiştirmekten kaçınıyorlar?

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda... Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

"
"