30 Aralık 2024

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

Yılın sonuna geldik. 2024’te dünya nüfusunun neredeyse yarısı oy kullandı. Aynı zamanda Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in Filistin, Lübnan, Suriye saldırıları, Azerbaycan-Ermenistan savaşı, Yemen iç savaşı, Suriye’de yeni başlangıç, yanı sıra 50’ye yakın coğrafyada savaşlar, iç savaşlar, askeri harekatlar ve terör saldırılarıyla gerilimli bir yılı geride bırakıyoruz.

Yılı bitirirken ne yazık ki umutlar değil, umutsuzluk baskın ve hatta barışı değil nükleer savaşa ne kadar yakın olduğumuzu konuşuyoruz. Artan ve derinleşen yoksulluk, adaletsizlik, gezegenin ürettiği yaşamsal sorunlar da yapay zekâ ve teknolojik sıçramanın sağlayacağı fırsatlar da gündemde değil.

Dünyanın yarısının seçim yaptığı yılın dünya siyaset sahnesinden aklımızda kalan, birçok ülkede, tartışmalı ve sansasyonel seçim kampanyaları, uzayan seçimler, sonuçları tanımayan muhalefet partileri, gerilimli hükümet kurma süreçleri ve siyasi krizler oldu.

ABD seçimlerinin galibi Trump olurken hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da Cumhuriyetçiler kazandı. Tartışmalı söylemlerine, suikast girişimlerine, hakkında açılan davalara karşın kazanan Trump, 20 Ocak 2025’te göreve resmen başlayacak ama daha başlamadan dünyaya istikrardan daha çok yeni krizler, insani dramlar armağan edeceğinin emareleri bolca var.

Rusya Devlet Başkanlığı seçimi 2024 mart ayında yapıldı ve Putin seçmenlerin yüzde 87’sinin oyunu alarak beşinci kez kazandı.

Hindistan’da haftalar süren genel seçimlerin galibi iktidarda olan Modi’nin partisinin başı çektiği ittifak oldu. Modi ekonomide sınırsız liberalleşmeyi savunan, savunma ve ulaşım gibi birçok sektörün yabancı yatırımların kontrolü altına girmesine izin veren, askeri harcamaları düzenli olarak artıran, yoksulluğu azaltmak için oluşturulan fonları azaltan, azınlıklara karşı şoven söylemleri öne çıkan bir lider.

Gürcistan’da iktidardaki milliyetçi parti seçimi kazandı fakat hem cumhurbaşkanı hem de muhalefet seçime “Rus operasyonu” ile müdahale edildiğini iddia ederek, seçim sonuçlarını kabul etmeyeceklerini belirtti. Parlamento yeni cumhurbaşkanı seçse de muhalefetin itirazları, halkın bir kesiminin aktif protestoları sürüyor.

Venezuela’da devlet başkanlığı seçimini Nicolas Maduro’nun üçüncü kez kazandığı açıklandı fakat muhalefet seçim sonuçlarını reddetti. Hakkında tutuklama kararı çıkarılan muhalif lider ülkesini terk ederken seçim sonucuna yönelik protestolarda 28 kişi yaşamını kaybetti.

Pakistan’da seçimlerde yaşanan şiddet olaylarında en az 36 kişi öldü. Genellikle seçim görevlileri ile milletvekillerinin hedef alındığı bu saldırıların gölgesinde yapılan seçimlerde seçimi kazanan parti bile birçok yerde oyların çalındığını ve rakip partilerin adaylarına kaydırıldığını iddia etti.

Bangladeş’te muhalefetin seçim boykotlarının gölgesinde seçimler yapıldı ve iktidardaki milliyetçi partinin yeniden kazandığı ilan edildi. Hükümetin yeni kararlarının ardından ülke genelinde protestolar başladı ve protestolar sırasında yaşanan şiddet olaylarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Şiddet olayları artarak sürerken başbakan Hindistan’a kaçtı, yerine geçici hükümet kuruldu.

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede, Avrupa Parlamentosu için haziran ayında seçimler yapıldı. AP seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) AP içindeki ağırlığı daha da güçlenmiş, aşırı sağ milliyetçiler AP içinde kayda değer büyüklüğe ulaşmış görünüyorlar. Üç sağ grup bir arada merkez sağ, aşırı sağ, muhafazakârlar AP içinde çok büyük bir güç haline gelmiş durumdalar.

Sayısal tabloya bakıldığında AP seçimlerinde aşırı sağ atılım yapmış ama geleneksel sağ ve merkez partiler yerlerini, ağırlıklarını korumuşlar. Geleneksel sol, sosyalistler, liberaller, yeşiller gerilemişler.

AP seçimlerinin ikinci siyasal sonucu, Avrupalı seçmenin seçimlere ilgisizliği ve iki seçmenden birinin sandığa gitmemiş olması. AP seçimlerinde 27 ülkedeki 185 milyon kayıtlı seçmenin seçimlere katılımları ortalamada yüzde 51 oldu. Yani 90 milyonu aşkın seçmen oy kullanmadı.

Geçen yıl Türkiye’de de yerel seçimler yapıldı ama onun değerlendirmesini gelecek haftaya bırakayım.
Yapılan seçimler, seçim süreçlerinde ve sonrasında yaşananlar ve kazananlara bakıldığında 2025 yılına dair çok da umutlu olabilmek mümkün değil.

International Institute for Democracy and Electoral Assistance-International IDEA tarafından hazırlanan Küresel Demokrasi Durumu raporu, dünya genelinde 173 ülkede demokratikleşmenin yıllık analizini yapıyor. Veriler ve rapor ülkelerin demokratik performansı dört temel kategori üzerinde yapılandırılmış bir kavramsal çerçeve aracılığıyla ölçüyor: Temsil, haklar, hukukun üstünlüğü ve katılım. Yapılan küresel demokrasi sıralamasında Türkiye 173 ülke arasından 137’nci sıraya yerleşiyor.

Raporun temel tespitleri oldukça önemli meselelerle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

“Seçim sonuçları oldukça sık tartışılmaktadır. 2020 ile 2024 arasında, her 5 seçimden neredeyse birinde, kaybeden bir aday veya parti seçim sonucunu reddetmiştir. Seçimlerin neredeyse aynı oranda mahkeme temyizleriyle sonuçlandığı görülmektedir.”

“Küresel seçim katılım oranı, seçimlerin giderek daha tartışmalı hale gelmesiyle düşmüştür; son 15 yılda küresel ortalama katılım oranı yüzde 65.2’den yüzde 55.5 oranına gerilemiştir.”

“Demokratik performansında net bir düşüş yaşayan ülkeler, ilerleme kaydedenlerden çok daha fazladır. Her ülkenin çeşitli iyileştirme ve bozulma alanlarını değerlendirdiğimizde, denge açısından, dokuz ülkeden dördünün 2023’te 2018’de olduklarından daha kötü durumda olduğunu, dörtte birinin ise yalnızca iyileşme gösterdiğini ve yaklaşık on yıl önce gelişen olumsuz bir eğilimin devam ettiğini görüyoruz. Demokrasiye yönelik zorluklar dünyanın her yerinde ve demokratik performansın her düzeyinde bulunuyor. Zaten baskıcı olan bağlamlar, hükümetler muhalefeti bastırmak ve insanların kendilerini kimin yöneteceğini seçme yeteneğini sınırlamak için giderek daha büyük adımlar attıkça daha da kötüleşmeye devam etti. Aynı zamanda, onlarca yıldır dünyanın en özgür ülkelerinden olan ülkelerde demokratik performansta düşüşler görüyoruz.”

“Düşüşler, en çok temsil (güvenilir seçimler ve etkili parlamento) ve hak (ekonomik eşitlik, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü) alanlarında yoğunlaşmıştır.”

“Demokratik olarak yüksek performans gösteren ülkeler de önemli bir bozulma yaşamıştır; özellikle Avrupa ve Amerika kıtalarında bu durum belirginleşmiştir.”

“Seçim yönetimini iyileştirmede önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da seçimlerin güvenilirliği ile ilgili tartışmalar genellikle oy verme ve oy sayma aşamalarındaki usulsüzlüklerle ilgilidir.”

“Seçimlere yönelik birçok tehdide ve pek çok ülkedeki düşüşe rağmen, seçimler karar vericiler üzerinde kamu kontrolünü sağlama mekanizması olarak vaatlerini korumaktadır. 2023 ve 2024’te, mevcut partiler dikkatle izlenen birçok seçimde başkanlık seçimlerini ve parlamentoda çoğunluklarını kaybetmiştir.”

“Ancak bu yıl oy kullanan milyarlarca insan son derece eşitsiz bir dünyada yaşıyor ve eşitsizlik arttıkça hükümetlere güven azalıyor. İki kişiden biri hayatını kontrol edemediğini ve üç kişiden ikisi siyasi sistemde sesinin duyulmadığını düşünüyor.”

“Hükümetler ve kurumlar insanların daha iyi bir yaşam beklentilerini karşılayamıyor; aynı zamanda dezenformasyon, aşırı kutuplaşma ve daralan toplumsal alanlar da güvensizliği körüklüyor.”

Ve bir başka rapor, UNDP’nin 2024 İnsani Gelişme Raporu, “dünya çapında 10 kişiden 9’unun demokrasiyi desteklediğini, ancak demokratik süreçleri baltalayabilecek liderlere desteğin de belirgin şekilde arttığını” söylüyor.

Benim anlamlandırmamla bu raporlar diyor ki temsili demokrasi krizde. İkincisi de insanların siyasete, seçimlere ve iktidarlara güvenleri aşınıyor. Hızlanan gündelik hayat ritminin, teknolojik sıçramanın ürettiği çok katmanlı, çok boyutlu, çok aktörlü hayatın, gezegenin ritim değişikliğinin ürettiği iklim değişikliği, doğal kaynakların azalması gibi çoğalan doğal kısıtların, değişen insan ve toplum naturasının sonucu olarak karmaşıklık ve belirsizlik esaslı bir hayatla karşı karşıyayız. Böylesi bir hayat seçmen psikolojisinde belirsizlikten kaçınma amaçlı güçlü devletler, güçlü liderler, istikrar arayışını güçlendiriyor. Tüm bu karmaşa şoven, otoriter, korumacı, güvenlikçi, tektipliliğe dayanan düzenleri savunan liderlerin, hareketlerin önünü açıyor.

Küresel sorunlara çözüm üretebilecek küresel kurumlar yok, olanların kapasiteleri, yaptırım güçleri de yok. Öte yandan devlet denilen yapılar da krizde. Şoven, otoriter, keyfiliğe dayanan liderlerin ve hareketlerin önünde ne denge denetleme mekanizmaları ne de bürokratik mekanizmalar çalışıyor.

Bugün teorik tartışmalardan öte bir gerçek var karşımızda. Meseleler, krizler her geçen gün daha da küreselleşiyor, karmaşıklaşıyor fakat henüz etkin bir küresel otorite, kurum, kurallar olamadığı için devletlere ihtiyaç artıyor. O zaman bu krizler yumağından çıkabilmek için devleti yeniden düşünmek, tartışmak, tanımlamak, kurgulamak durumundayız.

Günümüzde devletin temel organ ve fonksiyonları yasama, yürütme ve yargı. “Ulus devlet” modeli esas itibarıyla bu üç fonksiyonun dengesi ve birbirlerini denetlemesi üzerine kurulu. Bugün neredeyse ülkelerin ve hele otokratik ve keyfiliğe yaslanan liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok liderlerin kontrolüne giriyor.

Diğer yandan bu liderler eliyle devlete ait alanların devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Örneğin bugün sosyal devletten bahsedebilmek mümkün değil. Sosyal devletin görevleri olan eğitim ve sağlık özel sektöre, iç güvenlik ya da savaşlar bile paralı askerlere bırakılmış durumda. Sosyal adalet ve eğitimde, sağlıkta, istihdamda fırsat eşitliği aşınıyor, yok oluyor. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde. Üstelik devletler ve siyasi iktidarlar bu krizi aşmanın değil yeniden bir ekonomik, siyasal bölüşüm kavgası peşindeler. Kısa gelecekte yaşanan bu yeniden bölüşüm kavgasının bölgesel savaşları da aşarak daha büyük savaşa dönüşmesi çok da düşük bir ihtimal olmaktan giderek çıkıyor.

Küresel olan bir başka eğilim de toplumların siyasete güvensizliğinin artıyor olması. Siyaset yenilenme, beslenme özelliğini kaybetmiş durumda. Siyaset yalnızca seçim kazanma yarışına dönüşmüş ve politika esnafının maharetine sıkışmış durumda.

Sonuçta ekonomik, toplumsal ve kültürel krizler iç içe de olunca tam bir kusursuz fırtına yaşanıyor. İşte bu nedenle yaşanacak olanları, yerelde ve dünyada da, yalnızca seçimi ve iktidarı kim kazanacak sorusu üzerinden değil yerele basan ama küresel iddia, hikaye nasıl olmalı sorusu üzerinden anlamlandırmak gerekiyor. 

Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye "yeninin öncüsü" mü olacak: Batı’ya mı döneceğiz, Doğu’ya mı?

Türkiye küresel siyasi, ekonomik ve kültürel egemenlik savaşının da sanayi toplumunu aşacak geleceğin de etkin bir aktörü olabilecekse bir tarafın askeri ya da lideri olarak değil “yeninin öncüsü” ya da “yeninin kilit taşı” olarak bu rolü oynayabilir

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

"
"