06 Ocak 2025

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

Cumhur İttifakı

Geçen hafta dünyanın yarı nüfusunun sandığa gittiği 2024 seçimlerinin sonuçları üzerinden 2025’e bakmaya çalışmıştık. Bu yılın ilk yazısında 2024’ün siyasi tablosu üzerinden ülkenin geleceğine dair siyasi olasılıklara bakmaya çalışacağım.

İktidarın 2024’te ekonomide yapmaya çalıştıklarına ve 2025’e etkilerine bakıldığında enflasyon ve işsizlik meselesinin süreceği öngörülebilir. Daha önemlisi iktidarın temel iki stratejisi ortaya çıkıyor. Birincisi sanayisizleşme politikalarında kararlı oldukları anlaşılıyor. Ticaret ve inşaat ile büyüme stratejisinin değişeceğine dair herhangi bir emare yok. İkincisi keyfi ihale ve özelleştirmelerle kayırma ve sermaye transferi politikalarında da bir değişiklik görünmüyor. 2024 yılı için ocak başında tespit edilen asgari ücrette süren enflasyona karşın temmuz ayında düzeltme yapılmadan yıl sonuna gelindi. Yıl sonunda 2025 için belirlenen asgari ücret de emekçilerin ve kamuoyunun beklentisinin altında kaldı.

Ülkedeki ücret gelirlerinin yarısının asgari ücret seviyesinde seyrettiği bilindiğine göre gelir dağılımında bozulmanın süreceği ve iktidarın da bunu göze aldığı anlaşılıyor.

Eğitimde ve kamu istihdamına girişte fırsat eşitliğinin bozulmaya devam edeceği ilgililerin daha cüretkâr açıklamaları ve uygulamalarından da anlaşılıyor. Sağlık sistemi Yenidoğan Çetesi vakasında, özel sektörün sağlık hizmetlerindeki fiyatlama politikalarında gördüğümüz gibi denetimsizliğe ve keyfiliğe terk edilmiş durumda. Yargının asli görevi ise adalet dağıtmak ve sorun çözmekten çok muhalif kovalamaya dönmüş durumda.

İnsanlar umutsuz ve çaresiz. Özellikle genç kuşaklar yalnızca kendi gelecekleri için değil, ülkenin geleceği için de beklentisiz, umutsuz ve çaresiz.

(TABLO 1): Veri Enstitüsü’nün “Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırması bulgularına göre “Türkiye’de genel hayat şartları 5 yıl sonra daha iyi olacak” fikrine onay verenler 18-24 yaş grubunda yalnızca yüzde 24, 25-29 yaş grubunda yüzde 25, 30-39 yaş grubunda yüzde 26 oranında. Üçte bir oranındaki insanın ülkenin geleceğine dair bir beklentisi ve kanaati yok.

(TABLO 2): Bir başka bulgu, “Bu ülkede çocuk yetiştirilmez” fikrinde olanlar 18-24 yaş grubunda yüzde 47, 25-29 yaş grubunda yüzde 39, 30-39 yaş grubunda yüzde 39, 40-49 yaş grubunda yüzde 32.
2024 boyunca konuşulan TÜİK verilerinden birisi de bu bulguyu teyit ediyordu. TÜİK 2023 doğum istatistiklerine göre Türkiye’de toplam doğurganlık hızı kayıtlara geçen en düşük seviyeye geriledi. TÜİK’in verilerine göre 2001’de 2.38 olan doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı, 2023’te 1.51’e düştü.

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda.

Veri Enstitüsü bulgularına göre metropollerdeki 29 yaş altı her 5 gençten 4’ü bekar. Evlenme yaşı geriliyor, çocuk sahibi olma arzusu gerilerken çocuk sahibi olma yaşı büyüyor, hane demografileri değişiyor.

(TABLO 3): Daha da önemlisi ülkenin geleceğine güvensizlik ülkeye ve ortak yaşama olan duygusal bağlılığı altüst ediyor. Nitekim Veri Enstitüsü’nün bulgularına göre, “Gelecekte Türkiye dışında yaşamayı isterim” fikrine onay verenler 18-24 yaş grubunda yüzde 56, 25-29 yaş grubunda yüzde 49, 30-39 yaş grubunda yüzde 43, 40-49 yaş grubunda yüzde 35 oranında.

Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor. İlk bireysel savunma stratejisi olarak da evlenmekten, çocuk sahibi olmaktan kaçınır, başka bir ülkedeki yaşam fırsatını kollar hale geliyorlar. Bu ekonomi politikaları ile ekonomik sistemin sürekli kriz üretmesi kaçınılmaz görünüyor. Sürekli ekonomik kriz hali toplumun ekonomik politikalarına güvensizliğini artırıyor. Güvensizlik başta enflasyon dahil ekonomik krizleri daha da derinleştiriyor. Bu durum da yaşadığımız sarmal döngülerden bir tanesi.

Görüldüğü kadarıyla hükümet gelir dağılımındaki bozulmayı ve derinleşen yoksulluğu doğrudan nakit yardımlarıyla kendine oy desteği satın alma döngüsüne çevirmiş durumda. Fırsat eşitsizliğine toplumsal rıza nasıl üretiliyorsa benzer biçimde sosyal yardımlarda ve hatta kamu hizmetlerine erişimde de toplumsal rıza bir bakıma zoraki üretiliyor. Bu sayede muhalefete geçen yerel yönetimleri sıkıştırma, silkeleme politikalarına zemin oluşturuluyor. Topluma deniyor ki “Sosyal yardımlardan yararlanmak istiyorsan, yerel hizmetlerde iyileşme istiyorsan, çocuğuna kamuda istihdam imkânı istiyorsan iktidara oy vereceksin.”

İktidar toplumsal rızayı her zaman zoraki üretmiyor. Aynı zamanda toplumun belirsizlikten kaçınma duygularını manipüle ederek istikrar vaadiyle üretiyor. Kimi zaman da toplumsal gururu, coşkuyu yükselten gelişmeler toplumsal rızayı inşa ediyor.

Nitekim dış politika alanı bir yandan toplumsal gururun yükseltilmesi diğer yandan da yeni bir milliyetçi dalganın inşasına zemin olarak karşımıza çıkıyor. Suriye’deki muhaliflerin harekâtı ile başlayan ve Esad’ın ülkesinden kaçışı ile son bulan devrim dalgasının mimarlarından birisi olmanın iktidarın toplumsal desteğini artırdığı kamuoyuna yansıyan araştırmalarda gözleniyor.

Öte yandan muhalefetin çok ilgisini çekmediği gözlenen yerli askeri teknolojilerdeki atılım çabası da benzer biçimde hem toplumsal gururu besleyen hem de yeni bir milliyetçi duygu yükselişini üreten bir alan olarak önümüze çıkıyor.

Yalnızca 2024’te yapılan askeri teknoloji hamlelerini sıralayalım: Şubatta ilk yerli uçak gemisi konsept tasarım aşaması başladığı ilan edildi. Yine şubat ayında Milli Muharip Uçak ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Martta ilk milli turbofan uçak motoru TF6000 ilk kez çalıştırıldı. Haziran’da Türkiye’nin ikinci astronotu Tuva Cihangir Atasever uzay aracı ile yörünge altı araştırma uçuşu gerçekleştirdi. Temmuz’da ilk yerli ve millî haberleşme uydusu Türksat 6A uzaya gönderildi. Ağustos’ta Reis Sınıfı denizaltılardan ilki hizmete başladı. Eylülde TUSAŞ Anka-3 ilk atış testini gerçekleştirdi. Ekimde HÜRJET ilk süpersonik uçuşunu yaptı. Yine ekimde TUSAŞ T625 Gökbey helikopterinin üretilen ilk modeli Jandarma Genel Komutanlığı’na teslim edildi. Giderek illere yayılan TEKNOFEST’lerle beraber düşünüldüğünde iktidarın oluşturduğu bir sınır güvenliği ve güçlü devlet stratejisi var, bu stratejinin de önemli bir bacağı yerli askeri teknolojiye yatırım. Diğer bacağı da toplumda yeni bir milliyetçi duygu yükseltecek iletişim stratejisi.

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu rıza ve onay yalnızca iktidarın politikalarıyla da oluşmuyor üstelik. Muhalefetin yeni bir umut inşa edememesinin de bir sonucu olarak iktidarın desteği bir seviyenin altına gerilemiyor. Çünkü muhalefet henüz siyasi gidişatı değiştirebilecek bir siyasi hamle üretebilmiş değil.

Ekonomideki, eğitimdeki, sağlıktaki, yargıdaki ve asayişteki bozulma istikrar arayışı ve ulusal gururla ve de muhalefetin siyasetsizliğiyle şimdilik suni bir dengede duruyor görünüyor. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. İktidar doğru veya yanlış ülkeyi yönetebiliyor, ihtiyacı olan yasal düzenlemeleri yapabiliyor. Bugünden öngörülemez dış dinamikler veya değişiklikler olmadığı sürece bu yıl içinde erken seçimi zorunlu kılacak koşulların oluşması beklenmez.
Öte yandan iktidarın hala Erdoğan’ın adaylığı meselesini çözmek gibi de bir meselesi var. Elinde de hala yeni bir milliyetçi cephe oluşturma oyun planı var. Muhalefetin geleneksel sağ ve muhafazakâr partileri 2023 seçimlerinden sonra irtifa kaybediyorlar. İyi Parti genel başkan değişikliğine gitse de hala toparlanabilmiş değil. Saadet, Deva ve Gelecek partileri 2023 seçimlerindeki seviyelerini koruyabiliyorlar mı ya da bir sıçrama kapasiteleri var mı sorusuna da henüz bir cevap görünmüyor. Aksine bu partilerden ayrılmalar sürüyor. İktidar Meclis’te bir büyük sağ koalisyonla anayasa değişikliği fırsatını denemek isteyebilir. Bunun için de hala zamanı var.

Bugünden bakılınca 2025’te de siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor.

Yani 2025’te erken seçim beklemek ya da anayasa değişikliği beklemek rasyonel akılla ve iç dinamiklerden bakarak mümkün görünmüyor. Ama siyasi gerilimlerin de eksik olmayacağı, iktidarın yine, yeniden kutuplaşmaları zorlayacağı, muhalefeti çizdiği zihni çerçevenin içinde tutmaya devam edeceği öngörülebilir. Şimdilik 2025 siyasi gerilimi bol ama siyasi sonuçları olmayan bir yıl vaat ediyor gibi görünüyor.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

Türkiye "yeninin öncüsü" mü olacak: Batı’ya mı döneceğiz, Doğu’ya mı?

Türkiye küresel siyasi, ekonomik ve kültürel egemenlik savaşının da sanayi toplumunu aşacak geleceğin de etkin bir aktörü olabilecekse bir tarafın askeri ya da lideri olarak değil “yeninin öncüsü” ya da “yeninin kilit taşı” olarak bu rolü oynayabilir

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"
"