15 Mart 2010

Ölümde bile sayılamamak

Geçen hafta Elazığ ve çevresinde olan deprem sonrası yine bildik haberleri ve tartışmaları izledik.

Geçen hafta Elazığ ve çevresinde olan deprem sonrası yine bildik haberleri ve tartışmaları izledik. Hepimizin ilgi ve dikkatini çekmiştir mutlaka, ölülerimizin sayısını bile üç gün sonra netleştirebildik.
Hayattayken bile kıymeti olmayan, devletin ve siyasetçilerin ilgisini çekememiş yurttaşlarımızın sayısını ölümlerinde bile doğru dürüst sayamadık.
Önce bir Bakan 57 ölü dedi, akşamüstü öbürü 51 dedi, ertesi gün Valilik ölü sayısını 41 olarak açıkladı. Depremin etkili olduğu ve ölümlerin gerçekleştiği beş köyde 18 yaş üstü nüfus 534 kişi, çocuklarıyla beraber 1000 kişinin altında bir nüfusu konuşuyoruz yani. Bu köylerin üç tanesinde nüfus 140 kişinin de altında.
Ve biz bu kadar insan içinde ölülerimizi bile doğru dürüst sayamadık.
Meramım başka bir şeye dikkatinizi çekmek. Son 10 yılda giderek hızlanan ve çoğalan, özellikle de AKP’ye atfedilen derdimiz irtica tehlikesi falan değil, devlet yönetiminde ve gündelik hayatta kalitesizlik ve özensizliktir bana göre. Çevrenize biraz dikkatlice, irtica ve şeriat koşullanmalarından soyutlanarak bakın, göreceksiniz: Hayatın her alanında giderek nasıl bir kalite düşüklüğü ve özensizlik derdiyle meşgul olduğumuzu. İşini iyi yapmak kavramını unutalı çok oldu bu toplum.
Bu ölü ya da diri nüfus sayımı meselesi de böyle. Az buçuk bu mesele hakkında teknik bilgi sahibi bir adam olarak söyleyeyim ki, nüfus sayımlarımız da hatalıdır. 29 Mart seçimleri öncesi seçmen sayıları tartışmalarını anımsayacaksınız. Allahtan AKP oyu düştü de, bugün seçimlerde hileli ve fazladan yazılmış seçmen kavgası yapmıyor entelektüellerimiz ve medyamız. Eğer AKP oyu düşmemiş olsaydı eminim, AKP’nin nasıl seçmen kütükleri ve nüfus ile oynadığını tartışıyor olacaktık.
Halbuki seçmen sayısı ve nüfus o gün de hatalıydı bugün de. Çünkü bu ülke aşağı yukarı 30 yıldan fazla süredir nüfus ve seçmen listelerinin modern yöntemler ile yapmak için milyon dolarlar harcadı. Sonuçta 2004 yılına kadar bu başarılamadı. Bunun nedenleri ayrı bir tartışma ve yazı konusu. Fakat AKP iktidarı hemen her konuda olduğu gibi “ilk biz akıl ettik” hevesiyle ve kendince Türk usulü hızlı ve çabuk bir yöntemle bu işi gerçekleştirdi. Üstelik yasal işi bu olan İç İşleri Bakanlığı Nüfus Genel Müdürlüğü eliyle de değil, bambaşka görevleri olan Devlet İstatistik Enstitüsü eliyle. Gerçekleştirilen sayımın teknik nedenlerini ve hatalarını tartışmak yerine biz 29 Mart öncesi listelerde kasıtlı hile tartışmalarına gömüldüğümüz için hala mesele ortada duruyor.
Başımıza bu hatanın neler getireceğini gelecek seçimlerde umarım acı tecrübeyle anlamayız.
AKP’nin bu iş yapma tarzı ve zihniyeti yalnızca onlara ait değil kuşkusuz. Biz yıllarca oto sanayi sitelerindeki tornacıların Mercedes kalitesinde parça üretmesiyle övünen bir toplumuz. Bir dönem matbaa sektöründe yöneticilik yaparken milyon dolarlık baskı makinelerini torna tezgâhlarında üretmeye çalışanlar görmüştüm. Üretirlerdi de. Fakat elin baskı makinesinde 20 kauçuk merdane arasında geçerek kâğıda gelen mürekkebin baskı kalitesiyle 3 kauçuk merdaneden geçen mürekkebin baskı kalitesinin aynı olmadığını anlamak matbaacılık sektöründe epeyce zaman aldı.
İşte tam da bu türden bir kalite ve nitelik problematikidir söz etmekte olduğum. Bu bir zihniyet sorunudur ve AKP ile de zirve yapmıştır.
Örneğin İstanbul’daki metrobüs yollarında daha ilk altı ayda çökmeler meydana gelince Kadir Topbaş nasıl açıklama yapmıştı hatırlıyor musunuz: Metrobüsler hep aynı yolda aynı çizgi üstünde gidip geldikleri ve hep aynı noktalarda fren yaptıkları için yolların o noktaları çökmüştü. O özel hatlar yalnızca bu amaçla yapıldığına göre “bu hesaplamaları yapmaları gereken mühendisler ne işe yarıyor” diye tartışmamıştık, görevini doğru yapmadığı için belediye mühendislerinden ve yöneticilerinden her hangi birisinin de sorumluluğunu tartışmamıştık. Çünkü Kadir Topbaş ve benzer zihniyete göre bu özel hat fikrinin öncesinin, belediyedeki birikiminin önemi yoktu, onlar her zaman ki gibi “ilk biz yaptık” “ilk biz akıl ettik” heyecanıyla yaptılar geçtiler. Gerisi lafı-ı güzaf!
Bu kolay, kestirmeden ve kurnazca yollarla iş yapma zihniyetinin toplumsal nedenleri ve kökleri var mutlaka. Dediğim gibi AKP’de bu konuda zirve yaptı. Kamuda kadrolaşma tartışmalarının yalnızca siyasi sonuçları değil böylesi gündelik hayatımız etkileyen boyutları da var kuşkusuz. Fakat biz irtica ve darbe tartışmalarının ve korkusunun şehvetine kendimizi o kadar kaptırdık ki gündelik hayatımızı ıskalamayı sürdürüyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"