İnternet hem cennet hem de cehennem. Aradığımız her bilgiye ulaşabilmek, yalnızca kendi belleğimiz, kütüphanemizin biriktirdiklerine değil, tüm dünyanın birikmiş her türlü bilgisine kolayca ulaşmak olanağı müthiş fırsatlar sağlıyor her birimize.
Ama bu ulaşılabilen bilgiler içinde, bomba yapım bilgileri de var, her türlü saçma sapan küfür kıyametin olduğu şeyler de var. Bu da işin cehennem kısmı...
Özellikle sanal platformlarda, ismi gizli insanların bilerek bilmeyerek (bence çok büyük çoğunluğu bilerek) üretilen yalanlar, küfürler, toplumsal bellekte ve toplumsal psikolojide bir yerlerde bir biçimde birikiyor. Kurulan sosyal ağlar başlangıç amaçları ne kadar olumlu olursa olsun, bir süre sonra birilerinin siyasi propaganda aracına dönüşüyor; komplo teorilerinin ve korku dilinin ve de özellikle manevi şiddet dilinin yayılmasına aracılık eder hale geliyor.
Eminim tüm okurlar, osmiyum elementi, bu elementin tek kaynağının Türkiye olduğu, kaç paralık rezerv olduğu, ABD ve AB’nin bu elementin kaynaklarını ele geçirmek için Türkiye’yi bölmeye çalıştıkları üzerine olan sunum dosyasını görmüştür. Böyle bir elementin olmadığı bilimsel gerçeğini kime, nasıl anlatacaksınız? Bu sunumu hazırlayan ve ilk elektronik postayı atan, ne yaptığını ve neden yaptığını biliyordu ama.
Böyle yüzlerce, binlerce örnek var. İnternetten yalan yayma, korku yayma meselesi günümüzün en önemli meselelerinden birisi. Daha bir ay önce, anlı şanlı bir üniversitemizin akademik kadro ağından gönderilen bir mesajı okuduğumda, artık bu kadar da olmaz demiştim.
Fakat t24.com.tr okurlarının bir ayrıcalığı var. Gerçekten bu sitenin okurlarının yorumlarında içtenlik seziyorum ben, eleştiri bile olsa. Bazen, keşke tanıyor olsaydım, açıp telefonu meramımı anlatabilseydim dediğim oluyor. Böyle bir sitede yazıyor olmak, okurla interaktif ilişki kurabilmek, benim için müthiş keyif verici.
Örneğin, ben de korkuyorum efendim. Ülkenin bu kutuplaşma halinin, bizi giderek içinden çıkılamaz bir çatışma haline götürdüğünü düşünüyor ve korkuyorum. Bu ortamı siyasi partiler ve ülkenin elitlerinin ya da egemenlerinin yarattığını düşünüyorum.
Siyasi partilerin, hiç biri bu meselede ötekine göre daha az suçlu değil. Ama AKP biraz daha suçlu. Çünkü bu çatışmacı ortamı yönetmesi gereken seçilmiş bir hükümet var ortada. Tıpkı “ABD veya AB bizi bölüyor” veya “İslami Türkiye istiyor” benzeri komplo teorilerine ne kadar karşıysam, “ben yapmak istiyorum ama egemenler izin vermiyor, asker izin vermiyor, medya izin vermiyor” türü yaklaşıma da o kadar karşıyım. Üstelik bir iktidarın yapması gereken ülkeyi yönetmek, şikâyetçi olmak değil. Ayrıca 2007 seçimleri sonrası, çatışmacı-ötekileştirici dili bir politika olarak bilerek kullanan da Sayın Başbakan ve partisi.
Fakat muhalefet partileri de tartışılması gereken her bir meseleyi tartışmak değil, engel olmak üzerinden kurgulayınca da meselemiz çözülmüyor.
Bir an her bir okur kendine şunu sorsun: AKP iktidarı gelecek seçimlerde düşmeli mi? (AKP’ye oy veren seçmenlerin yalnızca üçte ikisi AKP’nin var olan sorunları çözebileceğini düşünüyor).
İkinci soru AKP yerine tek başına oy alarak iktidar olacağını içtenlikle düşündüğünüz ve hatta bu güce ulaştığını düşündüğünüz birisi var mı? (CHP’ye ve MHP’ye oy verenlerin ancak ve sadece yarısı partilerine güvenerek oy veriyor.)
Sizce bu iki parti, bunca iktidar yorgunu, güç sarhoşu bir parti karşısında, hem de küresel krizin sürdüğü, işsizliğin % 20’ye yaklaştığı bir ortamda bile, neden iktidara aday olacak güce ulaşamıyor? (CHP’ye oy verenlerin yarısına göre liderleri başarısız, diğer yarısına göre partinin tutumları halka uzak ve fikirleri yetersiz)
İktidar partisinden muhalefet partilerine tüm bu yaşananlardan sonra oy kayması olur, siyasi tablo değişir mi? (Toplum kutuplaşmanın içine öylesine çekildi ki, her partinin seçmeninin üçte ikisi rakip parti için asla oy vermem diyor.)
Böyle bir parti adayınız yoksa ve CHP-MHP koalisyonu olursa eğer, bu iki partinin yalnızca son üç aydaki dillerine, üsluplarına ve politikalarına bakınca başımıza gelecekleri tahmin ediyor musunuz? Sade vatandaş olarak siz ne hissediyorsunuz? Diğer sade vatandaşlar ne hissediyor, hiç düşündünüz mü?
Tüm bu tablo içinde ben de korkuyorum ama karamsar değilim. Çünkü bu toprakların insanları soğukkanlılıklarıyla (heyecanlı, kavgacı oldukları varsayımının aksine), aklıselim ile (kömür karşılığı oy verdikleri varsayımının aksine), gelecek için umutlarıyla (kaderci oldukları varsayımının aksine) seçimler üzerinden geleceğe ve siyasete müdahil oluyorlar.
Sorun seçmenlerde değil, önlerindeki var olan seçenekler de. Yukarıda işaret etmeye çalıştım, tüm bu siyasi denklemin sonucu -eğer bu denklemi değiştiremezsek- gayet belli. Bu durumda da bizlere düşen bu denklemi değiştirmektir.
Bunun içinse korkulara teslim olmadan uğraşmak ve emek harcamak gerekir. Bütün hayatımızı iktidarın yaptıkları üzerinden değil hayat üzerinden, umut üzerinden kurmak gerekir.
Ama hepsinden önemlisi kendi insanımıza ve geleceğe güvenmek gerekir!