13 Mayıs 2013

Nükleer enerjiyi referanduma götürsek…

Bir yandan da siyasal kutuplaşmalar, pozisyonlar dışından bakıldığında toplumun ve gündelik hayatın içinde çevre meseleleri giderek ağırlık kazanıyor

Çözüm süreci, Suriye, üçüncü havaalanı ihalesi gibi tartışmaların gölgesinde hükümet nükleer santrallerin yapım sözleşmesini imzaladı. Bu gürültü içinde nükleer enerji meselesi de yeterince tartışılmadan arada kaynatılmış oldu.

Ülkenin ekonomik gelişmesi, enerji ihtiyacı gibi oldukça kapsamlı bir tartışmayı hak eden nükleer enerji meselesi de siyasal kutuplaşmanın ruhi ambargolarına kurban edildi.

Üstelik hala ve yeterince toplumun nükleer enerjiye bakışı da konuşulmadı.  Bir yandan da siyasal kutuplaşmalar, pozisyonlar dışından bakıldığında toplumun ve gündelik hayatın içinde çevre meseleleri giderek ağırlık kazanıyor.

Hidroelektrik santraller kurulması, nükleer enerji santrali kurulması, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) hakkında yasal düzenlemeler ya da boşluklar, geri dönüşüm, denizlerde balıkların azalması, tüketim artışının doğaya etkisi, küresel ısınma… Çevre sorunlarına dair bilinç son yıllarda arttıkça, bu tür konulardaki tartışmalar da oldukça hararetleniyor.

Greenpeace, TEMA gibi çevre kuruluşlarının bu konularda mücadele verdiğini, Karadeniz’de yaşadıkları vadiye hidroelektrik santrali kurulmasını istemeyen veya Ege’de sahillerine balık çiftliklerinin kurulmasını istemeyen köylülerin bu alanlarda mücadele verdiğini biliyoruz. Ancak, çevre bilinci toplum geneline ne kadar yayılmış durumda? Acaba kendini çevreci olarak tanımlamayan ya da kendi yakın çevresinde bir tehdit hissetmeyen sade vatandaş çevre konularında ne düşünüyor? Çevre deyince ne anlıyor? Çevre bilinci varsa dahi, bu bilinç gündelik hayatındaki davranışlarına ne şekilde yansıyor?

Toplumdan bakılınca, toplumun çevre sorunu konusunda ne kadar bilgili ve bilinçli olduğu, çevre sorunları konusundaki görüşleri ve gündelik hayatta çevre sorunun çözülmesine yönelik davranışları gibi farklı boyutlardan meseleye yaklaşmak gerekiyor.  

Elbette 2013 Türkiye’si toplumunun gündelik hayattaki şu iki karakteristik davranış biçimini unutmadan toplumun nükleer enerji ve çevre meselelerine bakışını anlamaya çalışmalıyız. Birincisi toplum bireysel hayatı ile ülke hayatını ayrıştırarak, iki ayrı düzlemde ve iki ayrı zihin dünyasında yaşıyor. İkincisi, toplumun değerleri, doğru bildikleriyle gündelik hayat pratikleri arasında kayda değer bir boşluk var.

Bu iki davranış ve düşünüş biçiminden dolayı sade vatandaşların gündelik hayattaki çevreye karşı özensiz davranışları, toplumun çevre bilincini, farkındalığını açıklamaya yetmiyor.

Toplumun hayatta kalma, hayatını sürdürme güdüsü ve iradesi o denli güçlü ki çok bilgi sahibi olmasa bile duyguları ve sezgileriyle tehlikeleri hissediyor.

KONDA Barometreleri araştırma dizisinde “çevre bilinci ve farkındalığı” konulu Şubat’2012 araştırmasının iki temel bulgusunu aşağıda görüyorsunuz.

\

Toplumun üçte ikiye yakını nükleer enerjiye de HES’lere de karşı çıkıyor. Her hafta sonu yeniden, yeniden referandum yapsak ve toplumun fikrini alsaydık, tüm kutuplaşmaların zihni ve ruhi ambargolarına karşın yine de toplum nükleer enerjiye “evet” demeyecekti.

Bu savımı dayandırdığım, toplumun çevreye dair tutumunu açıklayan bazı bulgulara da yarın değineceğim.

Yazarın Diğer Yazıları

Gençler gelecekten umutsuz: Neden bu ülkede çocuk yetiştirmekten kaçınıyorlar?

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda... Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

"
"