25 Ocak 2024

Ne kentler eskisi gibi ne de seçmen

Metropollerde ev sahipliği oranı düşüyor, kent yoksulluğu artıyor. Gündelik yaşam pratikleri değişiyor ama kültürel değerler değişime direniyor çünkü değişime güvenemiyor. Ne kentler eski bildik kentler ne seçmen ne tüketici ne de çalışan olarak bireyler. Arada kalmış, bedenleri ile ruhları ayrışmış, korkuları beklentilerine baskın, kimliğine sığınmış...

İstiklal Caddesi'nin 2012 ve 2013 yılları (kaynak: iStock)

Son yıllarda hayatımıza giren ve bugün neredeyse tüm kurumsal yapıların mottosu haline gelmiş ya da peşine düştükleri bir kavram var: Büyük veri (Big Data). Büyük veri, hacmi ve çeşitliliği son derece hızlı biçimde artan veri yığını anlamına geliyor. Bu tanımın üç ana unsuru var. Birincisi verilerdeki büyüklük ya da hacim. İkincisi verileri toplama, analiz, yorum ve karşı eyleme geçmekteki hız. Üçüncüsü de verilerde ya da veri kaynaklarında çeşitlilik.

Gündelik hayatımız mobiliteye, internete ve dijital dünyaya kayıyor. Her türlü insani hareket ya da hayatın her bir alanı, gündelik pratik, alet edevat, ekipman her bir hareketi veri olarak derleme imkanına kavuştu. İster internette haber okuma ya da gezinme ister alışveriş ister hareket, ilişki, mesajlaşma olsun, her türlü yapılandırılmış, yapılandırılmamış ve yarı yapılandırılmış verileri derlemek imkânımız, teknolojimiz, kapasitemiz var artık.

Ama veri denilince kollamamız gereken iki unsur daha var, derlediğimiz veriler ne kadar doğru ve bunlara ne kadar güvenebiliriz?

Doğru ve güvenilir veri yığınlarını derledikten, sahip olduktan sonra da yeni bir aşama var. Şimdi meselemiz bunca farklı kaynaktan, konuya-alana-zamana-mekâna bağlı hareketten bir sonuç çıkarmak. Sonra da bu çıkardığımız sonuca göre bir karşı eylem, aksiyon planlamak ya da süreçlerini, meseleleri yönetmek için harekete geçmek.

Hızlanarak süren teknolojik sıçrama, bulut bilişim, makine öğrenmesi, yapay zeka gibi yepyeni kavram ve uygulamalar sayesinde veri depolama, bilişim, işleme ve uygulama imkân ve seçenekleri çoğalıyor. Daha önce hiç olmadığı kadar fazla büyük veri ile düşünme, çalışma ve yönetme imkanları, yöntemleri erişilebilir oluyor.

Tüm bu yeni kavram, teknoloji, uygulamaların bir amacı var. Verileri analiz etmek, gündelik yaşam pratiğinin içindeki hareket örüntülerini, insan davranışlarını anlamak ve bir sonraki örüntüyü ve davranışı tahmin etmek. Ki o örüntüleri ve davranışları arzuladığımız yöne doğru çekmek, çevirmek için neleri, nasıl yapmamız gerektiğine karar vermek, aksiyon planlamak ve eyleme geçmek.

İster bir marka için isterseniz bir siyasi parti için nihai hedef insanların tercihlerini kendi lehlerine etkilemeye çalışmak. Bu nedenle ortaya çıkardığınızı sandığınız örüntü ve davranış biçimini etkileyeceğini varsaydığınız bazı mantık ve zihin akışları tasarlayacaksınız ve uygulayacaksınız.

Sorun çok büyük veri yığınlarınızın olması değil, verileri nasıl ve nereden elde ettiğiniz, nasıl analiz ettiğiniz, hangi sonuçları çıkardığınız, nasıl anlamlandırdığınız ve nihai hedefe ulaşmak için nasıl bir zihin haritasını kurguladığınızla ilgili.

Benim gördüğüm şu anda hemen her kurum çok, daha çok, daha daha çok veri yığını peşinde ama bundan nasıl yararlandıkları konusunda daha gidilecek çok yol var.

Bizim karar vericilerimizin ister marka ister yerel yönetici isterse de siyasal parti olsun en önemli başlangıç sorunları kendi sahip oldukları verilerin biricik olduğuna inanmaları ve o verilerin ülkenin, toplumun, tüketicinin tümünü temsil ediyor sanmaları.

İkinci yaygın hata veri derleme, işleme maharetinin gerektirdiği insan kaynakları ile anlamlandırma, örüntüleri ortaya çıkarma sürecinin insan kaynağı ihtiyacının farklı olduğunun bilincinde olmamaları. Gözlediğim kadarıyla büyük veriyle meşgul ekiplerde henüz sosyolog, antropolog, siyaset bilimci, toplumsal psikolog gibi uzmanlar yok. Hoş bu türden uzmanlıklara yerel yöneticiler, siyasal partiler ihtiyaç duyuyorlar mı, ondan da emin değilim.

Bu kocaman süreci yönetme pozisyonunda olup çok sükseli bir görev adı yazılı bir holding yöneticisi tanımıştım. Bir sunumumu dinledikten sonra ülkede üniversite eğitimli oranının ne denli düşük olduğunu o gün benden duyduğunu söylemişti ama o holdingin on yıldır stratejisini yönetiyordu. O nedenle özel kurumda ya da siyasette tanıdığım herkese önce ülkenin temel demografisini öğrenmeleri ve izlemeleri gerektiğini öneriyorum. Yani sahip olunan verinin mekânsal ve toplumsal gerçeklikle bağını, uygunluğunu, temsiliyet kapasitesini sürekli kontrol etmek gerekiyor.

Akıllı şehir vaatleri ne kadar akılcı olacak göreceğiz

Yerel seçimler yaklaşırken partiler manifestolar yayınlayacaklar, adaylar vaatler sıralayacaklar. Göreceksiniz, hemen hepsi “akıllı şehir” iddialarına yer verecekler. Bazıları daha da ileri gidecek “açık veri” taahhüdünde bulunacaklar. Muhtemelen iktidar manifestosunda akıllı şehir kavramına daha kalın çizgili vurgu olacak.

Merkez Bankası’nın finansal piyasalardaki hareketlerinden enflasyon oranına, bütçeye dair kamu açıklamalarından seçmen listelerine kamu veri ve bilgilerine bile ne denli güvenilir olup olmadığının tartışmalı olduğu bir ortamda bu vaatler ne kadar güvenilir olacak ayrı bir konu. Önemli sorunlarımızdan birisi ulusal veri, sayı ve bilgilerin olduğu kadar yerel yönetimlere dair verilerin de ne kadar güvenilir oldukları.

Bir başka konu, yerel siyasetçilerin vaatleri, projeleri ne kadar veriye, bilgiye dayandırdıklarının da tartışmalı olması. Yıllar önce bir ilin belediye başkanının röportajını izlemiştim ekranlarda. Gülerek şunu anlatıyordu: Seçimlerde emeklilere şehir içi ulaşımı ücretsiz yapacağını vaat etmiş. Seçilince de gerçekleştirmiş. Sonuçta belediye büyük zarar eder hale gelmiş çünkü kentteki emekli sayısının gerçekte ne kadar olduğunun farkında değillermiş.

Yalnızca vaatler için değil seçimi kazanabilmeleri için de yerel siyasetçilerin ülkenin, kentinin verilerini önce bir incelemeleri gerekiyor. Çünkü toplum hiçbir Batı toplumunda görülmediği hızda hareket etmeye ve değişmeye devam ediyor. Siyaset ve siyasi aktörlerin yaşadığı sahne ile toplumsal gerçeklik arasında yarılma ve farklılaşma nedeniyle siyasete, son sekiz yıldır değişmiyor görüntüsü veren seçim sonuçlarına bakarak hiçbir şeyin değişmediğini varsaymak kocaman bir yanılgı. Bu yarılmaya dair çokça yazdım, yine de tek cümleyle söylersek, toplum değişmediği için değil siyaset kimlikler ve kutuplaşmalar üzerinden yürüdüğü, iktidar bu durumun sürmesi için her gücü kullandığı, muhalefet de bu durumu değiştirme acizliğinde ısrarcı olduğu için seçim sonuçları hep tekrarlanıyormuş görüntüsü veriyor.

Her şeyden, tutum, davranış ve siyasi tercihlerden öte öncelikle demografi değişiyor. Türkiye göç etmeye, kentlere, metropollere yığılmaya devam ederken yaşlanıyor. Bu iki tespit bile, metropolleşme ve yaşlanma, çok şeyi değiştiriyor.

Tablodan da gördüğünüz gibi (Tablo 1) 2022 sonu sayılarıyla Türkiye toplumun yüzde 93,4’ü artık il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor.

Göçün dinamikleri değişiyor. 70’li, 80’li yıllarda köylerden doğrudan şehirlere gelinirken bugün değişen köyler ilçe merkezlerine, ilçelerden il merkezlerine, il merkezlerinden bölgenin metropollerine ve son durak olarak da oradan İstanbul ve Ankara gibi metropollere doğru duraksamalı hareket devam ediyor. Ülke doğudan batıya ve kıyılara doğru akıyor. Ege’deki köyler büyüyerek beldelere, ilçelere dönüşüyor, ilçeler kent merkezleriyle bütünleşmeye devam ediyor.

Gelenlerle her bir kent merkezinin ve metropolün yalnızca nüfusu değil yaşam pratikleri, ilişkileri, kentlerin kimlikleri değişiyor. Sağlıklı toplumsal, yasal ve yönetsel yapılar, kurum ve kurallar olmadığı için de yeni ortak kent kimliği oluşamadığı gibi hemhal olmak yerine alternatif küçük alanlar gelişiyor, kimliklere sıkışılıyor.

TÜİK verilerine göre yalnızca iller arası harekete bakıldığında 2022 yılında 2.791.156 kişi yer değiştirmiş. Yani nüfusun yüzde 3.3’ü bir yılda ve yalnızca iller arasında hareket etmiş. Bu sayıya ilçeler arası, köylerden ilçelere doğru olan hareket dahil değil.

Göçün nedenlerine bakıldığında tablodan da görüldüğü gibi (Tablo 2) hala eğitim ve daha iyi yaşam koşulları önde geliyor.

Göç hareketinin dinamiklerinde bir başka önemli değişim, göç edenlerin eğitim seviyelerinde görülüyor. Kırk yıl önce eğitimsiz ya da eğitimi düşük seviye olanların sanayiye kol gücü ihtiyacı için gelişleri ağırlıklı iken bugün daha eğitimliler hareket ediyor. Örneğin 2022 yılında iller arası hareket edenlerin 830 bini yükseköğretim seviyesinde, 922 bini lise eğitim seviyesinde insanlardan oluşuyor.

Metropollerin içinde de hareket devam ediyor. Hala bayrak dikilecek burçlar Kadıköy, Beşiktaş, Çankaya, Karşıyaka ve benzerleri. İlçeler arası harekete dair sayılar veriler eksik olsa da metropollerin içinde de ikili yaşam alanları oluşmuş durumda. O nedenle bir metropolün ilçe bazlı seçim sonuçlarına bakıldığında bile çok farklı fotoğraflar ortaya çıkıyor.

Bu hareketi dikkate almadan genel ezberlerle ne iş yapmak ne siyaset mümkün. Bir markanın lojistik planlamasını, insan kaynakları politikalarını bu hareketi dikkate almadan yapabilmesi mümkün değil, siyasetin bu hareketi dikkate alan yeni bir siyaset geliştirmeden kimlikleri ve kutuplaşmaları aşabilmesi de mümkün değil.

Temel demografide bir başka önemli değişim yaşlanıyor oluşumuz. 2023 verileri henüz yayınlanmadığı için 2002 sonu 85 milyonu aşan nüfusumuz içinde 0-14 yaş arası nüfus 18.7 milyon, 15-64 yaş arası nüfus 58 milyon, 65 yaş üstü nüfus 8.5 milyon.

Fakat yıllar içindeki değişime bakıldığında çocuk oranında dramatik düşük ve yaşlı nüfustaki artış dikkati çekiyor. Örneğin yerel siyasetçilerin hemen tümünün kreş vaatlerini biliyoruz ama henüz yaşlılar, emekliler için çalışılmış, düşünülmüş vaatleri duymadık. Yalnızca huzurevi ya da düşük fiyatlı ekmek, gıda değil bunların yanı sıra bunca emeklinin aklından, bilgisinden, maharetinden yararlanmaya dayalı gönüllülük projesi olan da yok. Çünkü emeklilerin de niteliği, eğitim ve deneyim seviyeleri kayda değer biçimde değişiyor. 

Kentleşme ve metropolleşmeyle beraber eğitim seviyeleri, istihdam değişiyor, evlilik yaşı geriliyor artık evlilik yaşı ortalama 28 yaşa gelmiş durumda. Aile tanımı, hane halkı kombinasyonu değişiyor, tek başına yaşayanlar çoğalıyor, çekirdek aile değişiyor. Ortalama hane kişi sayısı 3.2 kişiye gerilemiş durumda.

Metropollerde ev sahipliği düşüyor, kent yoksulluğu artıyor. Gündelik yaşam pratikleri değişiyor ama kültürel değerleri değişime direniyor, çünkü değişime güvenemiyor. Birey olmaya gayretli, yurttaş olmaktan korkan insanlar, kentler. Ne kentler eski bildik kentler ne seçmen ne tüketici ne de çalışan olarak bireyler. Arada kalmış, bedenleri ile ruhları ayrışmış, korkuları beklentilerine baskın, kimliğine sığınmış sıkışmış kalabalıklar haline dönüşüyoruz. Ortak iyi, doğru, güzeli ya da ortak ayıp, günah, suç algıları eksilen, biz duygusu eksilen bir topluma evriliyoruz. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla bu memleket, bu toplum biziz.

T24 Yıllık’ta Kadir Has Üniversitesi, İstanbul Çalışmaları Merkezi Direktörü Murat Güvenç’in önemli bir yazısı vardı. Güvenç yazısında yaşanan demografik değişimin nüfus coğrafyasını nasıl şekillendirdiğini, metropollerin ekonomik ve siyasi ağırlığının artışının nedenlerini ve siyasal sonuçlarını tartışıyordu.

Yaşlanıyor olmamıza, demografik fırsat penceresi olarak da adlandırılan genç nüfus yapısının ekonomik büyümeye olumlu etkisi döneminin sonuna gelmiş görüntümüze karşın her bir metropol ayrı ayrı analiz edildiğinde bazılarında örneğin İstanbul’da hala genç ve eğitimli nüfus ağırlığının artmakta olduğu ve demografik fırsat penceresinin sürdüğüne işaret ediyor Murat Güvenç.

Ve bir tespitte bulunuyor: “Göç yoluyla konsolide olan bu yerel fırsat pencereleri sayesinde metropoller ulusal katma değerin ve vergi gelirinin önemli bölümünü karşılayan, birer büyüme odağına dönüşür. Metropoller birer ekonomi-politik büyüme makinesine dönüşür. Bu ‘büyüme makinelerini’ denetleyen siyasi ittifaklar merkezi yönetimde değillerse, zaman içerisinde göz ardı edilemeyecek güç odaklarına dönüşebilmektedirler. İstanbul‘u kazanan Türkiye’yi kazanır vecizesi bu çerçevede değerlendirilmeli.”

Büyük veriyle ya da tüketiciyle, seçmenle ilişkilerini düzenlemeye, düzeltmeye çalışanların meselelere ve verilere, büyük veriye bir de bu açılardan bakmaları ilham verici olabilir diye umuyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"