14 Kasım 2022

Muhalefet için ruh mu çağırsak siyaset duasına mı çıksak?

Altılı Masa hâlâ bütüncül bir siyasal strateji, buna bağlı seçim stratejisi geliştirebilmiş değil. Vizyonsuz, stratejisiz, günlük taktik ve bireysel hamlelerle bu kadar oluyor. Yüzde 60’lar seviyesinde iktidar karşıtı ya da iktidara eleştirel bakan bir seçmen kitlesi de bunu görüyor

Her 10 kişiden 8’i büyük bir ekonomik kriz içinde olduğumuzu düşünüyor ve önümüzdeki 3 ayda hem kendi hayatında hem de ülke ekonomisinde daha karamsar bir beklenti içindeyse, her 10 kişiden 7’si yönetim sisteminden, demokrasinin işleyişinden, ekonomik gidişattan rahatsız ise, her 10 gençten 8’i ülkenin ve kendi geleceğinden umutsuz ise, enflasyon yüzde 180, işsizlik yüzde 12, genç işsizliği yüzde 25’lere geldi ise, duruma en uygun cümle galiba Edip Cansever’in dizeleri, “Dağılmış pazar yerlerine benziyor memleket”.

Son iki haftada kamuoyuna yansıyan anketlerde Cumhur İttifakı ile Altılı Masa arasındaki fark 2-3 puan muhalefet lehine. Buna karşın AK Parti 30-33 bandında ve hâlâ birinci sırada seyrediyor.

Bu veriler ışığında soru şu aslında, nasıl oluyor da son 20 yılın ve bugünkü durumun doğrudan sorumlusu olan iktidar hâlâ birinci sırada olacak kadar toplumsal destek bulabiliyor?

İktidarda ciddi oy kaybı var…

İktidar blokunun oy oranları açısından bakınca ciddi bir oy kaybı var aslında. 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde AK Parti ve MHP oyları toplamı yüzde 61’ken 2018 seçimlerinde yüzde 53’e gerilemişti, bugün de kamuoyuna açıklanan anketlerde yüzde 40 mertebesinde. Bu oranlar anketlerdeki kararsız seçmenler dağıtıldıktan sonraki oranlar.

Seçime katılmayan seçmenler dahil toplam seçmen üzerinden baktığımızda 2015’te her 100 kişiden 86’sı oy vermiş ve 53’ü AK Parti ve MHP’ye mühür basmış. Benzer yöntemle bakınca, 2018’de iktidar blokuna 46 kişi mühür basmış. Bugün ise kamuoyuna açıklanan anketlerde doğrudan siyasi tercihini AK Parti ve MHP olarak söyleyenler ortalama yüzde 30-34 aralığında. Mesele iktidarın oy kaybetmemesi değil esas itibarıyla, yoksa iktidar oy kaybediyor. Belki şunu tartışabiliriz, hâlâ nasıl oluyor da yukarıda verilerini sıraladığım durumda seçmenin üçte biri AK Parti ve MHP tercihinde bulunuyor?

Muhalefet güven vermiyor

Bu analiz için bu köşede birçok kez yazdım. Kimlik, duygusallık, Erdoğan’ın kitlesiyle kuruduğu liderlik ve güven ilişkisi, kazanımlarını kaybetme korkusu gibi bir dizi unsur var.

Önümüzdeki seçimin sonucunu belirleyecek ana unsur iktidarın yaptıkları ya da yapamadıkları olmayacak. Aslında seçimi belirleyecek olan asıl dinamik yukarıdaki soruyu tersten sorarak vereceğimiz cevapta gizli. “Nasıl oluyor da muhalefet bu koşullarda hâlâ büyük bir toplumsal desteğe ulaşamıyor?”

“Nasıl oluyor da toplamda yüzde 60’lar seviyesinde iktidar karşıtı ya da iktidara eleştirel bakan bir seçmen kitlesi varken, ortada bir iktidar değişimi umudunun estirdiği rüzgar yerine tedirginlik hakim kamuoyuna?”

Cevap açık ve sade, muhalefet hâlâ büyük kitlelere umut ve güven veremiyor. O nedenle iktidarın birkaç vaatle yeniden oyunun arttığı fikri bu kadar kolay kabul görüyor. O nedenle gidişattan rahatsız herkes, hangi kimlikten, inançtan, ideolojiden, pozisyondan bakarsa baksın, muhalefetin hata yapabileceği duygusundan, muhalefetteki ittifakların dağılabileceği endişesinden, muhalefetin Erdoğan'ın karşısına seçimi kazanabilecek ortak bir aday çıkaramayacağı korkusundan kurtulamıyor.

Endişeler, kaygılar, korkular umuda dönüşemiyor. Toplumun tüm kümeleri umut yorgunu. Kusura bakmasınlar, bu tedirginliğin, tedirgin ve ikircikli umudun yaratıcıları bizzat muhalefetin aktörleri ve liderleri.

2023 ülkenin kader seçimi

2023 seçimleri ülkenin kader seçimi, medeniyet seçimi olacak. Muhalefetin en büyük aktörü olarak Altılı Masa sanki bunun farkında değilmiş gibi davranıyor ne yazık ki.

Halbuki başından beri seçimin “Erdoğan karşısında X” şeklinde kurgulanması doğru değildi. Çünkü muhalefetin karşısında yalnızca Erdoğan değil bir zihni koalisyon ve bu koalisyonun AK Parti ve MHP’den öte devlet ve bürokrasi içinde de uluslararası sistem içinde de ortakları, destekçileri var.

Dünyanın karmaşıklığı ve belirsizliği içinde küresel güç ve egemenlik mücadelesinin öncü aktörleri Türkiye’nin kendilerine ve mücadelelerine olumsuz katkısını en aza indirecek bir çerçeveleme gayretindeler. Biliyorlar ki Türkiye’nin dahil olmadığı hiçbir senaryo hayata geçemiyor. Kendi taraflarında olmayan Türkiye’nin karşı tarafta da olmasını arzulamadıkları için de Türkiye’yi bloke etmek, etkilerini ve rolünü en aza indirerek, belirsizlik yerine kontrollü bir hasara razı oluyorlar.

Bu durum bile kendi başına Türkiye için riskler barındırıyor. Geçen hafta da yazdığım gibi, “Türkiye vaka analiz laboratuvarı gibi. Türkiye’nin kendi ekonomik, sosyal ve siyasal meselelerini çözmesinin yolu büyük toplumsal uzlaşmaya dayalı yeni bir demokratik inşa süreci. Bunu başarabilirsek dünyadaki etkinliğimiz bu başarıdan gelecek. Dünyaya ilham verecek bir hikâye yazabiliriz. Dünyanın gidişatına, küresel barış ve adalete öncü, yol gösteren, ilham veren bir söz söyleyebiliriz. Ya da dünyanın yeni kutuplaşmalarına liderlik eden ülkelerinin gerilimlere ve savaşlara dayalı dünya tahayyüllerinin sınırları içinde kalan bir hayata mahkum oluruz.”

Bu küresel karmaşa ve gerilimlere karşın Altılı Masa’nın güçlü bir dünya okuması, anlamlandırması, Türkiye için vizyon önerisi yok. O nedenle iktidarı oluşturan zihni koalisyonun aktörleri içinde ne yerel ne de küresel zeminde bir çatlak oluşmuyor.

Seçimi “Erdoğan karşısında X” seçimi halinde görmek öncelikle Altılı Masa’yı ve sonra da tüm kamuoyunu adayın kim olacağı tartışmasına sıkıştırdı. Kamuoyu da Altılı Masa’nın kendi örgütleri ve iç kamuoyu da adayın kim olacağı tartışmasından çıkamadı. Bugün en güçlü aday adayı olarak Kılıçdaroğlu da tartışmanın buraya sıkışmasına katkı sağladı. İki yıl önceye, bir yıl önceye göre Kılıçdaroğlu bugün en güçlü aday adayı. Son iki yıldaki çabaları, izlediği açık ya da örtük politikalarla kendi adaylığını örmüş oldu. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının doğru olup olmaması bahsinden öte, Altılı Masa’daki liderlerin az veya çok çekinceleri olsa bile Kılıçdaroğlu’nun adaylığını, en azından aday önerisini masaya getirme yetkisini tanımışlardı. Ama süreç o denli uzadı, kamuoyuna açıklamasalar bile adaylık meselesini aralarında konuşmak o denli gecikti ki süreç Altılı Masa’nın da kamuoyunun da odağının kaymasına neden olacak denli bir zihni esaret üretir hale geldi.

Akşener’in endişeleri var

Masada açık ve samimi bir tartışma ve kabule gelinmemiş ki hâlâ medya üzerinden tedirginlikler, endişeler, uyarılar gönderiliyor. Kamuoyuna yansıyan bazı demeçler, bazı dolaylı söylemler, başkaca aday adaylarıyla verilen fotoğraflar gibi göndermelerden anlaşılıyor ki Akşener’in başından beri Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile seçimin kazanılabileceği konusunda endişeleri var. Haklı veya haksız olduğu ayrı bahis ama bu imaların kamuoyuna açık yapılması kamuoyundaki tereddütleri besliyor.

Adaylık niyet ve arzuları etrafındaki uzayan süreç başka bir probleme daha işaret ediyor. Bütüncül bir seçim stratejisi olmadan, bütüncül bir siyasi söylemi oluşmadan yaşanan süreç belki haksız bir gözlem de olsa, kendilerinin de tereddütte olduklarını ima ediyor. Nitekim Altılı Masa hâlâ bir araya gelişlerinin nedeni, hedeflerinin ne olduğu konusunda bile ortak ve ısrarla tekrarlanan bir söz, açıklama, söylem üretebilmiş değil.

Çünkü daha temel bir zihni sorun var. Bir araya gelmiş olmalarının yeterli olacağını, gerisini seçmenin iktidara bakışındaki çözülmenin kazanmayı garanti ettiğini sanıyorlar belki de. O nedenle her birinin ürettiği siyaset iktidardan daha çok kendi aralarındaki ilişkilere ve rekabete dönükmüş izlenimi veriyor. Altılı Masa bugün hâlâ iktidarla siyasi rekabetten çok kendi aralarındaki siyasi rekabete önceliyor görünüyor.

Halbuki farklı kimliklerin, siyasi geleneklerin ve hedeflerin partileri olarak bir araya gelişleri çok önemli ve anlamlıydı. Kamuoyunda da seçmende de başlangıçta oldukça iyimser bir hava oluşmuştu. Ama bir arada olmanın tek başına seçimi kazanmak için yeterli olmadığı, bir arada olmanın amacı, hedefi toplumsallaştırılamadı çünkü masadaki partiler bunu kendi örgütlerine de seçmene de anlatmayı önemsemedi.

Çoğalacaklar mı, dışarıdan kalan diğer muhalif partilerle de işbirliğine gidecekler mi, başkalarını da masaya davet edecekler mi gibi konularda altılı mutabakatlarının da olmadığı görülüyor. Her birinin diğerinden bağımsız, kendi aralarındaki rekabetlerinden beslendiği izlenimi veren hamleleri lehlerine değil aleyhlerine olan algıları güçlendiriyor.

Bu görüntü seçmenin tereddüdünü, “Erdoğan’ı yenebilmek için bir araya geliyorlar” algısını da “Daha kendi içlerinde bile anlaşamıyorlar” algısını da besliyor. Bu algı seçimi kazanacaklar heyecanını yükseltmenin önündeki en önemli duygusal eşik olarak duruyor.

Parti örgütleri kimin aday olacağına, bu duruma göre şekillenecek yeni parti yönetimlerine ve o durumdaki kendi pozisyonlarına odaklanmış durumdalar. O zaman da partilerin örgütsel güçlerinin sokağa ağırlığını koyması, toplumsal muhalefeti örgütlemesi yerine parti içi faaliyet baskın çıkıyor.

Sonuçta Altılı Masa’nın adaylık meselesine ve kendi aralarındaki siyasi rekabete odaklanması bir araya gelişlerinin, üzerinde uzlaştıkları ve çok da anlamlı olan 12 Şubat ve 28 Şubat metinlerindeki ruhun ve hedeflerin toplumsallaşmasını engelliyor.

HDP ile ilişki konusu

Muhalefetin bir başka aşamadığı, değiştiremediği ve güçsüzmüş algısını besleyen unsur da iktidarın çizdiği zihni sınırların dışında siyaset geliştirememesi. Özellikle HDP ile ilişkilerde iktidarın çizdiği sınırın dışına çıkamadılar. İyi Parti’nin sert ambargosu ve tavrı nedeniyle HDP ve Kürt seçmene güven vermek konusunda incelikli bir siyaset geliştirememiş olmak şimdi AK Parti’nin HDP’yi doğrudan muhatap alan söylemiyle açığa düşmüş oldu. Ülkenin temel sorunlarını çözmek konusundaki kararlılığın eksik, çözümler için gereken siyasi esneklikleri ve uzlaşmacılığı gösteremeyecek denli pozisyonuna aşık olunduğu görüntüsü Altılı Masa'ya güven değil güvensizlik üretiyor.

Dış politikada, Kürt meselesinde, laiklik, ekonomik kriz, yoksullukla mücadele, sosyal devlet, iklim değişikliği gibi güncel ya da yapısal hiçbir sorunda bugünü yaratan tercihlerden bir zihni kopuşu temsil etme iddiasını henüz duymadık. Yalnızca seçmenin yaşadıklarına alt yazı yazar gibi dönüp seçmene anlatarak seçimi kazanmanın mümkün olacağına inanıyorlar belki de. Keyfiliğe, hukuksuzluğa, otoriterliğe, hayat pahalılığına, yoksulluğa, işsizliğe itirazın yeterli olacağı, doğru kadrolarla bu sorunların çözüleceğini öngörüyorlar sanki.

Daha kaygı verici olanı bu konuların hemen hiçbirinde Altılı Masa’nın gerçekten bir zihni kopuşunun, yeniyi inşa iddiasının olmaması belki de. Aslında sorun daha basit bir noktadan başlıyor. Altılı Masa’ya dair tartıştığımız, eksik bulduğumuz, büyük siyasi anlamlar yüklediğimiz meselelerin önemli bir kısmı daha basit bir zihni sorundan vücut buluyor. Sorunların kökeninde süreç yönetimi sorunu var. Altılı Masa hâlâ bütüncül bir siyasal strateji, buna bağlı seçim stratejisi ve buna da bağlı bir iletişim stratejisi geliştirebilmiş, bu stratejide ortaklaşmış değil. Vizyonsuz, stratejisiz, günlük taktik ve bireysel hamlelerle bu kadar oluyor. Yüzde 60’lar seviyesinde iktidar karşıtı ya da iktidara eleştirel bakan bir seçmen kitlesi de bunu görüyor ve ortak bir heyecan ve umut oluşamıyor.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı

Yazarın Diğer Yazıları

CHP’nin önündeki seçenek: Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?

Sadece siyaset tarzının ve sözcülerinin değil çok şeyin yeniden düşünülmesi ve değişmesi şart. Strateji olmadan taktik hamlelerle gelen bugünkü kazanım kalıcı olmayabilir. CHP’nin bu kararı verebilmesi için yalnızca yeni bir lider ve yeni bir ruh aramaya değil dünyayı, dünyanın gidişatını, olanı ve olması gerekeni, o dünyanın Türkiyesi için hayalini ve iddiasını düşünmesi gerek

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu