19 Nisan 2010

Kimlik ve Yeni Paradigma

Kimlik meselesiyle ilgili düşünmenin ve çözüm aramanın iki tuzağı var...

Kimlik meselesiyle ilgili düşünmenin ve çözüm aramanın iki tuzağı var. Birincisi bireyleri tek bir kimlik üzerinden tanımlamaya kalkışmak. Yani bireyi sadece kimlikten ibaret sanmak ve meseleyi yalnızca o kimlik üzerinden düşünmek. Halbuki günümüzün bireyini tek bir kimlikle sınırlamak müthiş bir yanılgı. Günümüz bireyi çok kimlikli.
Bir kadın, hem Atatürkçü, hem özgürlükçü, hem kadın hareketinin aktif bir üyesi olabilir. Aynı zamanda çevreci ve solcu da olabilir. Ya da hem Kürt hem Alevi hem kadın hakları ve insan hakları aktivisti de olabilir. Her bir birey taşıdığı kimliklerin ve aidiyetlerin her birini duruma ve zamana göre öne çıkarabilir.
Böyle bir kadını bir kimliğe hapsetmekten daha büyük hata ne olabilir? Kaldı ki, hayat tek bir kimlik üzerinden tanımlanamayacak ve anlaşılamayacak kadar çeşitli ve zengin.
İkinci büyük tuzak kimlik taleplerinin de hayat bulacağı siyaseti kimlik siyaseti haline getirmek. Siyaset tüm kimliklerin ortak dertleri olan reel hayatın politiği üzerinde yapılan ve sonuç alınan bir şey. Eğitim ya da sosyal güvenlik gibi problematikler tüm kimlikler için geçerli sorun alanları.
Siyaset de bu alanlar üzerinden gelişiyor ve var oluyor. Siyaseti tek bir kimliğin talepleri üzerine hapsetmek, siyasetin sonuç alıcı ve hayatı zenginleştirici yönünü kısırlaştırıcı bir yaklaşım haline geliyor.
Hele bir de konuşulan etnik veya dini kimlik gibi bireyin seçme veya reddetme haklarının doğal problemler taşıdığı bir alanın siyasetini yapmak tuzağı çok daha problemli bir alan. Örneğin Kürt meselesinde ülkenin demokratikleşmesi talebi tüm kimlikler için geçerli bir talep. Fakat bu sorunu yalnızca Kürt kimliğine hapsettiğiniz de bugün toplumda var olan gerilim ortaya çıkıyor önce. İkinci olarak da giderek güdülen siyasetin bir kimliğin şovenliğini beslemesi riski ortaya çıkıyor ki, bu birinci problemi de artıran bir faktör.
Bu meseleleri barış ve uzlaşma içinde çözebilmek için galiba zihin haritamızda köklü değişiklik gerekiyor. Yani paradigma değişikliğine ihtiyacımız var.
Şimdiye dek sorunları toplumsal ve ekonomik olan üzerinden açıklamaya çalışıyorduk. Örneğin emek-sermaye çelişkisi ve sınıf açıklamaları sanayi toplumu içinde açıklayıcı bir modeldi. Bu paradigma önemli oranda da sorunları tanımlamak ve çözmekte işimize yaradı. Fakat bu ekonomi politik yaklaşım kültürel olanı çözemiyor. Bugün Kürt ya da Alevi meselesini yalnızca sınıf üzerinden ya da toplumsal üzerinden açıklayabilmek ve çözüm üretebilmek olanaksız görünüyor.
Toplumsal ve ekonomik olan yanlış olduğundan değil, bugünün sorunlarına yetersiz kaldığından böyle. Dolayısıyla yeni kültür politik modele ve açıklamaya ihtiyaç var.
İşte o zaman bir önceki yazıyı sorarak bitirdiğim sorunlara çözüm olanağı var: “Bireyin grup olarak, topluluk olarak hakları ve diğer bireylerle, gruplarla kimliklerle ilişkileri tarafı nasıl çözülecek?” Galiba bu sorunun iki cevabı var ve ikisi de bir arada olursa anlamlı sonuca ulaşmak olanaklı.
Birincisi her bir kimlik veya farklılık için her türlü örgütlenme, propaganda, kimliğini ve kültürünü geliştirme yollarının açık olması. Yani örgütlenme özgürlüğünün sonuna kadar geliştirilmesi.
İkincisi demokratik ve özgür siyaset yollarının sonuna kadar açık olması, yani siyasetin demokratikleştirilmesi...
Ancak böylesi bir ortamda farklı kimlikler hayat bulabilir, örgütlenebilir, talepleri için siyaset yapabilir veya siyaseti etkilemeye çalışabilir. Ancak böylesi bir ortamda her bir farklılık ve kimlik ülkenin hayatında ve geleceğinde kendini var ve sorumlu hissedebilir.
Böylesi bir ortamda yapılacak siyaset aynı zamanda ayrışmayı, gettolaşmayı değil bir arada, farklılıklarımızla beraber bir geleceği beraberce üretme sonucunu getirebilir. Bu önerdiğim siyasetin sonuna kadar demokratikleştirilmesi seçim barajından, siyasi partiler, dernekler yasalarına, toplantı gösteri yasalarından propaganda yasalarına kadar siyasetin gerçekten tümüyle demokratikleştirilmesiyle gerçekleşebilir.
Böylesi bir siyasi ortam yine bir önceki yazıdaki son sorunun cevabını üretebilir: “Bir de doğal olan ve de çok hayati olan bir soru hala havada: Tüm bu tanımlamalar uzay boşluğunda bir ideali anlatıyor. Nasıl bir süreçle bugün ülkenin içinde bulunduğu durumdan bu ideale geçeceğiz?”
Demokratik siyaset farklılıkların birbirini tanımasını, beraberce ortak çıkarlar ve talepler için mücadele etme yollarını açabilir. O yollar ki, akşamdan sabaha çözümü olanaksız olan reel hayatın sorunları karşısında bir yolcuğu ve ortak geleceğin yeniden, gönüllüce inşasının kapılarını açabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Gençler gelecekten umutsuz: Neden bu ülkede çocuk yetiştirmekten kaçınıyorlar?

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda... Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

"
"