20 Eylül 2013

Kederin beş evresi

'Keder’in 5 evresi' kavramı Amerikalı psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’un 1969 yılında yazdığı On Death and Dying (Ölüm ve Ölmek Üzerine) kitabında...

 

“Keder’in 5 evresi” kavramı Amerikalı psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’un 1969 yılında yazdığı On Death and Dying (Ölüm ve Ölmek Üzerine) kitabında anlattığı “öleceğini bilen kişinin psikolojik olarak geçirdiği 5 aşamayı” anlatmaktadır.

Çıkış noktası ölüm olan 5 aşama aslında, ebeveyni boşanan bir çocuk veya acılı bir ayrılık yaşayan aşık gibi aşırı üzüntü ve keder yaşayan insanların geçirdiği süreçler için de açıklayıcıdır. Benzer şekilde toplumsal sorunlar ve hayatın dayattığı değişim zorunluluğuna karşı toplumsal psikolojinin evreleri için de.

Kübler-Ross modeline göre, büyük bir keder yaşayan insanın psikolojisi beş evreyi geçiriyor. Birinci evre “inkar etme” evresi, sorunu veya gerçekliği görmezden gelmeye, inkar etmeye çalışıyoruz. Kendi, kendimize, “iyiyim”, bir problem yok, böyle bir şey bana (bize) olamaz” diyoruz.
İkinci evre “kızgınlık / öfke “evresi. Duruma, başımıza gelene kızıyoruz, giderek de öfkeleniyoruz. “Neden ben? Bu haksızlık! Bu nasıl benim başıma gelir?” diyoruz.

Üçüncü evre “pazarlık” evresinde durumu kabullenilebilir, kendimizce dayanılabilir, katlanılabilir bir doza, düzeye çekmeye çalışıyoruz. “Neyi feda edebilirim acaba?” diyerek en az kayıpla problemi geçiştirmeye çalışıyoruz.

Dördüncü evre “depresyon” evresinde hüzünlenmeye başlıyoruz, problem için ve hatta hayat için “hiçbir şey yapmanın, gayretin lüzumu yok” noktasına geliyoruz.

Beşinci ve son evre olan “kabullenme” evresinde, artık durumu kabullenmeye, sindirmeye ve bundan sonrası için ne yapabilirim sorusuna cevap aramaya, mücadele yolları bulmaya, çözüm için gayret göstermeye başlıyoruz.

Bu kavramsal modeli hayata uyarlayarak en iyi anlatan örneklerden birisi Bon Fosse’nin yönettiği, Roy Scheider’in oynadığı “All That Jazz” isimli harika müzikal filmdir.

Yukarıda anlatılan kederin 5 evresini toplumsal olayları veya tarihsel süreçleri açıklamak için kullanmak daha önce dünyada başka vakalar ve sorunlar için de uygulanmış bir yöntem. Biz de KONDA ekibinden Aydın Erdem’in hazırladığı modelle, Kürt meselesine dair toplumun ve aktörlerin pozisyonlarını ve psikolojilerini bu model üzerinden anlamlandırmayı denedik.

Önce toplumdaki kümelenmeyi özetleyeyim. “İnkar evresinde” olan, “Kürt sorunu yoktur”, “sorunları Kürtler yaratıyor” diyenler artık çok aza inmiş, yüzde 5 oranında. “Öfke evresinde” olan, “idam cezası geri gelsin”, “PKK bitilmeden konuşulmasın” diyenler yüzde 25 oranında. “Pazarlık evresinde” olanlar, öfke aşamasını geçmişler ancak gene sorunun çözümünün bir kabulden değil de, ufak bir bedel ödemekten geçtiğini düşünüyorlar. Konuyu, kendilerinden verdikleri veya karşıdan istedikleri bir özveri ile halledebileceklerini düşünüyorlar. Örneğin, “Kürtlerin eğitimine yatırım yapalım”, “bölgede feodaliteyi bitirelim”, “bölgenin ekonomik sorunlarını çözelim” diyorlar. Kabaca toplumda her on kişiden üçü bu evrede. “Depresyon evresinde” olanlar kederin 5 evresindeki gibi pazarlık sürecinden ümitsizlikle çıkmış kişilerin oluşturduğunu iddia etmek güç. Ancak bu sorunun çözülemez olduğunu düşünenleri, çözümün nasıl olacağını bilmeyenleri Ross'un metodundaki depresyona tekabül ettiğini düşünmek mümkün ki bu küme yüzde 15.  “Kabul evresinde” olan artık Kürt meselesini bir insan hakları ve demokrasi meselesi olduğunu kabul etmişlerin olduğu küme de her on kişiden üçünü kapsıyor.

Bu tabloya bakıp bir takım anlamlar çıkarmadan önce üç şeyin altını çizmek gerekiyor. Sürecin fiili adımları, günlük siyasi gerilimler gibi birçok faktör bu kümeleri ya da genel olarak toplumsal psikolojiyi çok etkiliyor.  İkincisi psikiyatri alanında kabul gören kederin 5 evresi modeline göre bu aşamaların kimileri tarafından yaşanmaması söz konusu olabildiği gibi bazılarına geri dönüş, evreler arası gidiş gelişler de söz konusu. Üçüncüsü ise insan ve toplum doğasının karmaşıklığı nedeniyle her birimiz farklı öneriler ve adımlar için farklı evrelerin psikolojik tepkilerini gösterebiliriz. Dolayısıyla toplumun bu psikolojisini çözümün önünde kritik eşik olarak almak yerine, bu psikoloji, algı ve beklentiler nasıl olumlu, güçlü bir talep ve desteğe dönüştürülebilir diye sorgulamak gerekiyor. Kaldı ki son beş yılda, hatta son bir yılda bu konuda toplumsal beklentilerde, insan hakları algısında toplumdaki bilinç yükselmesini, Kürtlerin esas olarak “eşitlik” ve Türklerin de “adalet” talebini de dikkate almamız gerekiyor.

Sonuç olarak, Kürt meselesine dair toplum bireylerinin aldığı konumları kederin beş evresine göre yerleştirdiğimizde çoğu durumu anlamlandırmak mümkün. Ortak sonuca baktığımızda, toplumun önemli ölçüde sorunu inkar etme aşamasını geçtiğini ve önemli bir kısmının da hasar verici aşama olan öfke evresini de atlattığını görüyoruz. Bu durumu olumlu olarak değerlendirirken, unutmayalım ki, toplumun üçte biri halen öfke evresindedir.

Dolayısıyla süreç, yalnızca aktörlerin söylediklerine, dil cambazlıklarının şehvetine kapılarak değil, yarın sabah hep beraber uyanmak istediğimiz ortak kadere göre değerlendirilmelidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gençler gelecekten umutsuz: Neden bu ülkede çocuk yetiştirmekten kaçınıyorlar?

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda... Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

"
"