24 Ağustos 2015

Erdoğan ve Ak Parti için tekrar seçim bir kumar

Erdoğan Ak Parti'yi zayıflatmak, partinin ortak rasyonel aklını yok etmek pahasına kendi oyun planı ile yürüyor

Tekrar seçim Erdoğan ve Ak Parti için bir kumar. İki nedenden dolayı. Birincisi 7 Haziran’da seçmenin Ak Parti’yi uyarmak istediği ama ölçüyü kaçırdığı yorumu yanlış. Evet, Ak Parti’nin hala birinci parti olduğu ve kısa aralıkta bunun değişmeyeceği neredeyse kesin. Çünkü kimliklere ve kutuplaşmaya esir olmuş siyasi zeminde Ak Parti’nin dayandığı kimlik ve yanı sıra sosyolojik, kültürel ve ekonomik kümeler hala büyük.  Öte yandan dayandığı kümeler ve bu kümeler arası koalisyonda Ak Parti’ye dair değerlendirmelerde tereddüt, ikirciklilik ve gevşeme var. Bu durum kalıcı cevaba ulaşmadan ya da Ak Parti yeniden o kümeleri ikna etmeden değişmeyecek.

Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin 7 Haziran’dan bu yana izlediği taktikler ve tutturulan dil bu iknayı değil, karşısındakileri sıkıştırmayı ve öfkelendirerek kendi tabanında sıkılaşmayı hedeflediği açık. Anlaşılan Ak Parti ve Erdoğan bu gerçekliği biliyor, kısa sürede bu iknayı başaramayacağını da görüyor. Bu nedenle tekrar seçime siyasi mühendislik hamleleriyle gidiyor.

Tekrar seçimi Erdoğan ve Ak Parti açısından siyasi bir kumara dönüştüren ikinci neden ülkenin içinde bulunduğu sorunlar. Ak Parti ve Erdoğan ülkenin sorunlarının kendi dinamikleriyle her gün değişmekte olduğunu ve kendi hamlelerinin bu değişimi hızlandırdığını kavrayamıyor. Ya da kavrıyor, biliyor ama kumar oynuyor.

Bugün ne Kürt meselesi 7 Haziran sabahındaki ile aynı ne terör meselesi. Ekonomik kriz olasılığı da dünya ile ilişkiler de bölgede kendi kapasitesi ve hünerini aşan rol arayışının ürettiği sorunlar da 7 Haziran sabahındakinden farklı. Hayatın ve meselelerin bu dinamikliğini gözden kaçırarak kaybedilen her bir gün ülkenin geleceğini zora sokuyor. Daha da önemlisi toplumun ortak yaşama iradesi güç kaybederek 7 Haziran sabahından da zayıflıyor her geçen gün.

2010 Referandumu’ndan bu yana dört kez sandığa gidildi ve sandık sonuçlarının gösterdiği temel bir karakteristik var. Dört partiye konsolide olmuş siyasi zemin; gücünü tarihsel süreçlerin ürünü sosyolojik-kültürel-ekonomik kümelenmelerden alan ve giderek kutuplaşan dört parti ile tabanları ve kimlik siyasetine sıkışma. Bu karakteristik nedeniyle ki tekrar seçimin çok özel değişiklikler üretmeyeceğinden hemen herkes hemfikir.

Tüm bunları Ak Parti ve Erdoğan’da biliyor. Rasyonel siyasi akılla bakılsa, küçük veya büyük, ekonomik veya siyasi bazı yeni başarı hikayeleri üretmeden seçmenin kanaatinin temelde değişiklik olmayacağını bilmiyor olmaları mümkün değil. Öyleyken yeni başarı hikayeleri üretmek yerine, korkutma diline, terörü ve çatışmaları körükleyen politikalara, yalnızca siyasi rakiplerle değil içerde, dışarıda, her aktör, kural ve kurumla çatışmayı göze alan siyasi taktiklere dönüldü. Rasyonel siyasi akıl çizgisi aşıldı.

Belki hesaplanan şeylerden birisi Saadet ve Büyük Birlik Partilerinin yüzde ikiyi biraz aşan oylarını ödünç istemek. Belki bir başka hesap, seçime katılma oranı düşerse sahip olunan on dokuz milyon oyun yüzde olarak daha büyük orana ulaşmasını ve milletvekili sayısını değiştireceğini ummak.  İş mühendisliğe kalınca çok fazla da seçenek yok aslında.

Buna karşılık tüm siyasi rakipler 7 Haziran’dan bu yana oyun dışı kaldı. Kimi siyasi kapasitesi bu kadarına yettiği, kimi koşullar ve konjonktür dayattığı, kimi yanlış oyun planı nedeniyle.

Şimdi Erdoğan ve Ak Parti baş başa ve karşı karşıya.

Erdoğan, kendi istekleri için, varlığında ve tüm eksilmelere karşın hala birincilik rolünü sürdürmesinde en büyük paya sahip olduğu partiyi zayıflatmak, partinin ortak rasyonel aklını yok etmek pahasına kendi oyun planı ile yürüyor. Ak Parti’nin kurucu kadrolarından başlayarak hemen tüm örgütünün olan bitenleri onayladığını düşünmek ya da keyfiliği-partizanlığı-kutuplaştırıcılığı-yolsuzluğu tümüyle içine sindirdiğini varsaymak doğru değil. Erdoğan’ın parti üzerindeki gücünün yok olacağını beklemek de gerçekçi değil.  Erdoğan ile parti arasındaki yeni denge olacak mı, hangi kadrolarla olacak ya da parti tümüyle Erdoğan’a tabi olmaya devam mı edecek? O nedenle seçim sonuçlarını ve ülkenin geleceğini etkileyecek unsurlardan birisi Ak Parti’nin 12 Eylül’deki kongresi.

Yeniden başlayan terör ve çatışmaların, daha belirginleşmeye başlayan ekonomideki çözülme ve kriz riskinin toplumda henüz görünür büyük kırılmalar yaratmadığı gözleniyor. Öte yandan toplumsal, kültürel ve ekonomik fay hatlarında alttan alta müthiş bir enerji birikmesi olduğu da anlaşılıyor. Bu enerji birikmesi önümüzdeki iki ayda siyasal bir depreme yol açar mı henüz bilmiyoruz. Ya da bu deprem neyi, kimi, nereye doğru savurur, bunu da bilmiyoruz.

Sade vatandaş hayatını kurarken de siyasi tercihlerini belirlerken de futboldaki gibi 3-5-2 taktiğiyle oynuyor metaforunu kullanıyorum ben. Oyun savunma hattından başlıyor. Kalede hanenin geçimi, savunma üçlüsünde ise hanenin eğitim ihtiyacı, hanenin sağlık ihtiyacı ve hanenin güvenlik ihtiyacı. Tekrar seçimin sonuçlarını belirleyecek şey bu kez güvenlik ihtiyacı olacak. Asayiş ve can güvenliği, siyasi veya ekonomik krizden kaçınma, belki de savaştan kaçınmaya kadar bir dizi güvenlik endişesi, kimliklere sıkışmayı da aşacak tercih değişikliği üretir mi? Ya da güvenlik kaygıları ve korku nedeniyle istikrara sığınma, güce yaklaşma sonucunu üretir ve iktidar lehine mi çalışır? Yoksa güvenlik riskinin kaynağı olarak iktidar görülür ve BU korkular iktidarın aleyhine mi çalışır? Tüm bu savrulmalar duygusal tepkilerde kalır ama tutum değişikliği üretmeden, kimliklere sıkışmışlık içinden aynı siyasi tablo mu çıkar? Bunları henüz bilmiyoruz.

Artık kararı seçmen verecek. Kimin hangi senaryosu olursa olsun, kim hangi taktiklerle siyasi mühendisliğin peşine düşerse düşsün, madem ki seçim kararı var, yapılacak şey vatandaşın tercih ve kararına güvenmektir.  

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"