04 Mart 2010

AKP 28 Şubat ürünü mü?

Bizim okumuşlarımızın önemli bir kısmı ezberler üretir, sonra bu ezberlere kendi de o kadar inanır ki...

28 Şubat yıldönümü, darbe soruşturmalarıyla çakışınca köşe yazarlarında ve ekran yorumcularında sıkça şunu duyduk: “Asker 28 Şubat post modern darbeyle Ak Parti’nin doğuşuna vesile oldu. Zaten 27 Nisan e-muhtırasıyla da 22 Temmuz oyunun patlamasına neden olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan’ı Belediye Başkanlığından alıp hapse atarlarken de bir liderin doğuşuna neden olundu. Türk halkı da mağduru sever. Mağduriyetler Ak Parti’yi bu hale getirdi. Vs.”
Eğer tüm entelektüel beslenmeniz köşe yazarları ve ekran yorumcularından ise bu kolaycı ve ezber kanaatlere sizin de inanmamanız bir sebep yok. Bizim okumuşlarımızın önemli bir kısmı ezberler üretir, sonra bu ezberlere kendi de o kadar inanır ki, döner bu ezber kanaatinin toplumun karakterini gösterdiğine inanır ve sonra da toplumu suçlamanın karinesi olarak da aynı ezbere toplumun da kanmış olmasını gösterir.
Bizim okumuşlarımız süreçleri izlemez genellikle, doğrudan göz önünde olan kırılma ya da değişme anına ve o anın görünür sarsıcı olayına bağlamaktır her şeyi. Unutmamak lazım ki, su kaynatmak için 100 dereceye ulaşana kadar uzun bir süre ve ısı gerekir. Suyun buhara dönüştüğü an ve bu anı açıklama çabası, o andan önceki süreyi ve ısıyı ıskalamaya neden olur çoğu zaman. Hâlbuki o son andaki olay, öncesindeki 99 derece ısıya ulaşmış su için bir anlam ifade eder, yoksa tek başına yüzüncü dereceye ulaştıran ısı öncesi yoksa kendi başına bir şey ifade etmeyebilir.
Bir başka problem alanı da siyasi tarihin yalnızca askerler, darbeler, ABD komploları üzerinden okumak ve anlamlandırmaktır.
Bu problemli yaklaşımların Ak Parti olayını da yanlış yorumlamaya yol açtığı kanaatindeyim ben. Çünkü bu yaklaşımlar insanı ve toplumu, toplumdaki değişimi kapsamıyor. Tüm siyasetin güçlü aktörlerce senaryolaştırıldığı ve aynen oynandığı gibi bir alt ön kabule dayanıyor. Vatandaş ve seçmenlerde bir önceki yazımda da anlatmaya çalıştığım gibi duyguları, beklentileri, umutları olmayan, medya ve propaganda faaliyetiyle istenileni yapan duygusuz cahil kalabalıklara indirgeniyor.
Aşağıdaki tabloda 12 Eylül sonrası tüm genel ve yerel seçimlerde Siyasal İslam felsefesinden gelen partilerin (önce Refah Partisi sonra Fazilet Partisi ve en sonra da Ak Parti) her bir seçimdeki oy oranları ve o seçimde partiler arasında kaçıncı olduklarını gösteriyor.
Tablodan da anlaşılan şey bir zaman aralığında bu partilerin oylarının düzenli olarak yükselmekte oluşudur. Refah Partisi döneminde ilk sıçrama 1991 seçimlerde olduğu görülüyor. Çoğumuzun o dönemde özellikle propaganda, basın ve seçmenle ilişkilerde o güne kadar en yenilikçi ve modern yöntemleri kullanmaya başladıklarını, yerel de mahallelerde ve sokaklarda nasıl bir siyasi çalışmanın başlatıldığını anımsayacağını sanıyorum.
O yıllar öncesinde, Özal dönemindeki ekonominin dışa açılma hamlesinin, devrimci sayılacak bazı ekonomik değişimlerin sosyal ve hukuki reformlarla desteklenmemesinin toplumda açtığı ahlaki sarsıntıyı, değerler erozyonunu hatırlayalım. Hızlanan göçle beraber hazırlıksız yakalanan kentlerdeki değişimleri, toplumun ve günün gerisinde kalmış sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi altyapıların yetersizliğini ve umutlarla kentlere gelen kalabalıkların kaderleriyle kendi başlarına kalışlarını da hatırlayalım. O yılların öncesi aynı zamanda 12 Eylül darbesiyle darmadağınık edilmiş ülkenin entelektüel enerjisinin de yönsüz pusulasız kaldığı günlerdi ve o boşluğu belki bugün bile hala gücünün farkında olmadığımız İslami entelektüeller doldurdu. Tanımsız hale gelmiş kentlerde toplumsal ve kurumsal olarak var olmayan dayanışma ve sosyal güvenlik boşluklarının da yine İslami örgütler doldurdu. Refah Partisi sıçraması bir tesadüf değildi yani.



Daha sonra Fazilet Partisindeki “yenilikçiler” ile “ağabeyler” çekişmesi dönemi yaşandı. Dünyadaki ve ülkedeki değişimleri kucaklayalım diyenlerle bildikleri dinci siyasete bildikleri yöntemlerle devam etmek isteyenler çekişmesi yaşandı. 28 Şubat’tan bir yıl sonraki 99 seçimlerinde bile oyları biraz azalmakla beraber hala 3. büyük partiydi Fazilet Partisi. Eğer 28 Şubat teorisi geçerli olsaydı mazlumu sevdiği söylenen seçmen Fazilet’i 1. Parti yapardı.
Ak Parti kadroları kuruluşundan itibaren siyasal İslam’ın siyaset yapma geleneğini aşarak kendi dışındaki muhafazakâr seçmene de yönelmeyi hedefledi, kadrolarını öyle oluşturdu.
Tablodan da, yukarıda özetlemeye çalıştığım bazı gelişmelerden de anlatmaya çalıştığım Ak Parti bir olayın ya da mağduriyetin ürünü değil. Analizi yalnızca siyaset ve komplolar ve de provokasyonlar dışında anlamaya çalıştığımızda veya analiz yöntemi olarak yalnızca ekonomi politiği değil, kültürel politiği de kullanmaya çabaladığımızda meselenin daha başka dinamiklerinin de olduğunu görürüz.
Bu süreci doğru değerlendirmeden de daha çağdaş, daha demokrat ya da kısaca Oya Baydar’ın da sözünü ettiği üçüncü yolu üretemeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Gençler gelecekten umutsuz: Neden bu ülkede çocuk yetiştirmekten kaçınıyorlar?

Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır oluyorlar doğal olarak. Toplumsal psikolojideki bu durum yalnızca yaşam memnuniyeti gibi algıları ve beklentileri değil giderek doğrudan demografik sonuçlar da üretir hale gelmiş durumda... Ülkenin genç insanları ve bir bakıma enerjisi, yönetme ve değiştirme potansiyeli olan 50 yaş altı insanlarının büyük kısmı başka bir ülkede ve başka koşullarda yaşamı arıyorlar. Çünkü ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarını kaybediyorlar. Giderek ortak yaşama arzu ve iradeleri eksiliyor

İktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar hazır mı?

Bireysel hayatlarında umutsuz ve çaresiz olan insanlar, dünyanın karmaşıklığı, Orta Doğu’nun sıcak savaşa dönüşmüş gerilimlerine bakarak istikrar ve “güçlü devlet” algısını içselleştiriyor ve onay veriyorlar. Bu siyasi iklim içinde iktidarın 2025 yılında erken seçim kararı vermesini gerektirecek koşullar yok henüz. Bugünden bakılınca 2025’te siyasette büyük bir değişim ve sıçrama beklemek gerçekçi görünmüyor

2025'e girerken: Temsili demokrasi krizde, devleti yeniden kurgulamak vakti

Bugün neredeyse ülkelerin ve otokratik liderlerin yönettiği tüm ülkelerde güçler ayrılığı aşınıyor, tümü az veya çok tek adamların kontrolüne giriyor. Diğer yandan bu liderler eliyle devletin fonksiyonları, sorumluluğu olması gereken alanların tümüyle devlet dışı aktör ve aygıtlara bırakılması eğilimi güçleniyor. Her ülkede tarihsel yaşanmışlıkları, özgün karakteristikleri nedeniyle farklı gibi görünse de temel mesele aynı. Sanayi toplumunun yalnızca ekonomik modeli değil tüm sistemleri krizde

"
"