24 Mayıs 2021

Bankaların batık kredileri hakkında geç olmadan konuşmamız lazım

Zarar demek öz kaynakların erimesi demek, yani iki yıl içinde sektöre en az 200 milyar TL öz kaynak takviyesi gerek. Çok büyük para. Bu kaynak nereden bulunacak?

Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 verilerine inanıyor musunuz? TÜİK'in enflasyon verilerine? Resmi kuruluşların bir inandırıcılık sorunu olduğu açık. Bunu kendilerinin yarattığı da...

Bugün başka bir kamu kurumunun, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu'nun (BDDK) verilerine göz atalım. 2001 Krizi bankacılık sisteminin batıklarından çıkmıştı. Bugün BDDK'nın verilerine göre şükür ki, bankacılık sisteminin batık kredi diye bir sorunu yok. Verilere göre bankaların takipteki alacaklarının (yani batık kredilerin) toplam kredilere oranı yüzde 3,79. Hiç denecek kadar az bir oran. 2001 Krizi'ndeki batık kredi oranıyla karşılaştıralım: O tarihte batık oranı yüzde 12'ye çıkmıştı.

Ama durun bir dakika, 2001 Krizi'nin batık kredisiyle 2021'in batık kredisi bir mi? BDDK pandemide batık kredinin tanımını değiştirdi. Eskiden 90 gün (3 ay) boyunca ödenmeyen krediler tahsili gecikmiş alacak (yani batık) statüsüne alınıyor ve yasal takip süreci başlatılıyordu; bu süre geçen yıl 180 güne (6 ay) çıkarıldı. Eski hesabı kullanıp 90 gün boyunca ödenemeyen kredileri de eklediğimizde batık oranı yüzde 4.43'e çıkıyor. Peki vadesinde ödenmeyen tüm kredileri eklediğimizde? O zaman batık kredilerin oranı yüzde 15'e yükseliyor. Yani 2001 Krizi'ndeki oranın da üzerine. Gecikmiş kredilerin toplamı için Erol Taşdelen'in Bankavitrini.com'da yayınlanan yazısı ile Prof. Dr. Şenol Babuşçu'nun sosyal medyada aktardığı verilerden yararlandım. Zaten Türkiye Bankalar Birliği de bu oranı doğruluyor. (Bkz. Taşdelen'in söz konusu yazısı.)

İyimser olalım ve gecikme süresi 180 günün altındaki kredilerin büyük kısmının borçluların ihmalkârlığından ya da BDDK'nın sağladığı imkândan yararlanma çabasından kaynaklandığını varsayalım. (İyimserliğin fazlası Polyannacılığa girer ama neyse.) İyi de batık kredilerle ilgili tek sorun, yasal takip süresinin 90 günden 180 güne çıkarılması değil ki. Bir de yeniden yapılandırılan krediler meselesi var. 

 

Yeniden yapılandırılan krediler ödenecek mi?

Geçtiğimiz yıllarda yeniden yapılandırma adı altında milyarlarca dolarlık kredilerin vadesi uzatıldı, borcunu ödeyemeyenlere anapara ödemesiz yeni süreler tanındı.

"Ne güzel işte, krediler batıktan kurtarılmış, hem şirketler hem bankalar rahat bir nefes almış" denebilir. İyi de yapılandırılmadan önce kredisini ödeyemeyenler, yapılandırıldıktan sonra ödeyebilecek mi acaba? Bir örneğe, futbol kulüplerine bakalım.

Süper Lig'in dört büyük kulübünün yaklaşık 8.5 milyar TL tutarındaki finansal borçları Bankalar Birliği liderliğinde Ziraat Bankası, Halkbank, Denizbank ve Yapı Kredi'den oluşan konsorsiyum tarafından iki ay önce yeniden yapılandırıldı. Yapılandırma 2+7 yıl şeklinde gerçekleşti. Kulüpler 2 yıl anapara ödemeyecek, sadece faiz ödeyecekler. 2 yıl sonra borçlarının ana para kısmını ödemeye başlayacaklar. Başlayacaklar mı?

Tuğrul Akşar'ın futbol ekonomisi yazılarını bilmem izliyor musunuz? Kendisi bir bankacı. Kulüplerin bankalara borçlarının yapılandırıldığı hafta T24'te "Dokuzuncu yılı beklemeye gerek yok, bu krediler ödenmez!" başlıklı bir yazı yazdı.

Akşar şöyle diyordu: "Dokuzuncu yılı beklemeden, daha ikinci yılın sonunda göreceğiz ki, kulüpler yapılandırılan borçlarının ne anaparalarını, ne de faizleri ödeyemeyeceklerdir. Çünkü kulüplerin mevcut finansal verileri, kulüplerin bu yapılandırılan borcun anapara ve faiz ödemelerini günü geldiğinde gerçekleştiremeyeceklerini ortaya koyuyor."

Sadece futbol kulüpleri mi? Yeniden yapılandırılan diğer krediler ödenebilecek mi? Yeniden yapılandırılan kredilerin önemli kısmının hesapsız kitapsız yapılan yatırımlardan kaynaklandığı, herkesin bildiği sır. Para kazandırmayan projelerin sahipleri borçlarını nasıl ödeyecek?  

Sorunsuz gözüken krediler gerçekten sorunsuz mu?

Buraya kadar BDDK'nın açıkladığı "resmi" batık krediler arasında görünmeyen iki kaleme, 180 günden az geciken (ama geciken) kredilere ve yeniden yapılandırılanlara baktık. Son olarak bir de "canlı" kredilere bakalım; canlı kredilerin acaba ne kadarı canlı?

Erol Taşdelen biraz önce söz ettiğim yazısında sorunsuz gözüken kredilerin bir kısmının vadesi geldiğinde başka krediyle döndürüldüğünü söylüyor. Vatandaşın kredi kartının asgari ödeme tutarını başka kredi kartından çektiği parayla ödemesi gibi. Bankalar buna "Aman batık kediler şişmesin" diye göz yumuyor. Sadece buna mı? Taşdelen'in yazdığına göre bazı krediler hiç ödeme yapılmadığı halde batık kredi kategorisine alınmıyor!

BDDK değil de Türkiye'nin bankacılık sistemini inceleyen yabancı bir akademisyen olsaydı… Farzımahal Alman Prof. Dr. Müller veya Japon Prof. Dr. Watanabe… Türkiye'deki batık kredilerin oranı için ne yazardı acaba? Yüzde 3.79 mu, yüzde 15-20 mi?

Ziraat Bankası eski Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Şenol Babuşçu, bankacılık sektörünün vadesinde ödenmeyen (yani batık değil şimdilik geciken) kredi tutarının 417 milyar TL olduğunu belirterek, önümüzdeki iki yıl içinde en iyi olasılıkla bunun yarısının tahsil edilebileceğini, diğer yarısının (200 milyar TL) zarar yazılacağını söylüyor.

Zarar demek öz kaynakların erimesi demek, yani iki yıl içinde sektöre en az 200 milyar TL öz kaynak takviyesi gerek. Çok büyük para. Bu kaynak nereden bulunacak?

Bir kısmı halkın sırtından. Kamu bankalarının sermaye ihtiyacı devletin hazinesinden karşılanacak; kamu bankalarının müteahhitlerin, eşin-dostun projelerinde batırdığı paralar bizim cebimizden çıkacak.

Peki özel bankalar? Onlar bu sermayeyi nereden bulacak? 

Yazarın Diğer Yazıları

Helalleşme yazısı

Helalleşelim. Ama ayrılmayalım

Cumhurbaşkanı Erdoğan faiz indirimi konusunda neden ısrarcı? Kafasındaki plan ne?  

Muhtemelen (İki aydır olduğu gibi) kur akışa bırakılacak, faiz indirimleri sürecek, seçim öncesi olası atakları karşı rezerv açığı kapatılmaya çalışılacak, inançla yola devam edilecek.

Anadolu burjuvazisi şimdi ne düşünüyor?

2018’e kadar amasız, fakatsız destekledikleri AKP’nin arkasında dimdik duruyorlar mı hâlâ? Yoksa ekonomideki, dış politikadaki maceracılıktan, beceriksizlikten bezdiler mi?