Ülkeleri siyasetçiler yönetiyor.
Demokrasilerde halk kendi arasından, kendisini yönetmeye en yetenekli gördüğü kişileri yönetime getiriyor.
Ya da kendi arasından, kendine en yakın gördüklerini.
Ya da en sevdiği, inandığı, çıkar umduğu, güven duyduğu, bir şekilde etkilendiğini...
Çoğu zaman da tüm bu etkenlerin karışımı sonucunda belirleniyor ülkelerin yönetimleri.
En başarılı demokrasiler ise, yalnızca bir öndere bağlı kalmadan, yetkin takımlar tarafından yönetilenler; “iyi yönetim” ölçütlerinin bilincindeki seçmenlere sahip olanlar. Daha da ötesinde devletler, yerel yönetimler, üniversiteler, şirketler ve sivil toplum için “yönetişim” önemli. İngilizcede “government ve “governance” olarak farklılaşan bu kavramlar etkin bir anayasal düzen, ekonomi ve toplumsal ilerleme için belirleyici etkenler. “Yönetişim” toplumların ilerlemek yönünde siyasal, ekonomik ve yönetsel iradesidir. İyi yönetişim saydamlık, açıklık, hesap verebilirlik, katılımcılık, etkinlik, hukuka bağlılık ve toplumsal sorumluluk gerektirir (www.argudenacademy.org). Toplumun güvendiği bir adalet sistemi, bağımsız, tarafsız ve etkin bir yargı erki gerektirir (www.dahaiyiyargı.org).
"İyi devlet ve hükûmet” her toplumun peşinde olduğu bir rüya. Zaman zaman gerçekleşen, bazen kâbusa dönüşen; hep yeniden başlayabilen. Rüya ve gerçek arasında olduğumuz zamanlarda yalın bir bakış açısı faydalı. Yakın tarihin siyasal önyargılarından sakınmak da iyi olur. Tarihte biraz daha gerilere gidebiliriz.
Gotik bir rüya
14. yüzyıl, İtalya yarımadası.
Bir zamanlar Avrupa siyasi haritasında küçük fakat güçlü bir devlet: Siena Cumhuriyeti.
Avrupa’da kent devletler, feodal prenslikler, küçük krallıklar devri. Ülkelerarası sınırlar henüz belirgin değil. Ticaret yolları coğrafyası daha baskın. Venedik, Cenova, Konstantinopolis, Amsterdam, Londra, Anvers, Heidelberg, Salzburg, Lizbon, Prag, Sevilla, Marsilya, Kiev gibi kentler arasındaki ilişki eksenleri jeo-stratejik önemde.
Roma İmparatorluğu Batı’da 4. yüzyılda çökmüş. Doğu’daki devamı “Bizans” ise uzatmaları oynamakta. Osmanlı İmparatorluğu genişliyor, İpek Yolu’nu denetime alıyor yavaş, yavaş. Güney’de Afrika’nın, Batı’da okyanusun ötesi bilinmiyor henüz.
Burjuvazi bir toplumsal sınıf olarak yükseliyor; esnaf, zanaatkârlar, tacirler, bankerler, sanatçılar, kaşifler, bilginler… Kentsoyluların gelişmesi ile Avrupa hızlı bir evrim içinde. Uygarlıkta Rönesans’a, dolayısıyla dinde reforma, ekonomide yeni bir küreselleşme dalgasına ve siyasette güçlü egemenlik alanlarına doğru ilerliyor küçük kıta.
Ortaçağda İtalya diyarı kent devletlerinden oluşuyor: Floransa, Venedik, Siena, Pisa, Cenova, Lucca... Yeniçağ yaklaşırken birer siyasal ve ekonomik güç noktası konumuna erişiyor bu kentler. Özellikle onbir ile onbeşinci yüzyıllar arasında, o dönemin koşullarında göreceli olarak demokratik, laik ve girişimci nitelikleriyle siyaset bilimi için de birer ilgi odağı oluşturmaktalar. Venedik bin yıl süren bir kent devleti sistemini işletmeyi başarıyor. Floransa ile rekabette önce muzaffer sonra mağlup duruma düşen Siena ise bir süre sonra silikleşiyor; 20. yüzyıl seyyahları tarafından keşfedilene kadar.
Antik Çağ’ın kent devletlerinde olduğu gibi kölelik yok Ortaçağ’da. Fakat diğer kötülükler var; savaş, katliam, zorbalık, ayrımcılık, oligarşi, engizisyon ve veba. İstikrarsızlık ortamı. Fakat her şeye rağmen aristokrasi, kentsoylular, çiftçiler ve siyasetçiler belli bir hukuk düzenini korumaya çalışıyorlar. Daha sanayileşme ve devrim zamanı değil kentsoylular için. Ancak, arada bir ulaşılan istikrar ortamları sayesinde insanlar ideal bir düzen düşleyebiliyor. Ütopya serbest.
İyi hükûmetin resmini yapmak
Toskana bölgesinin zeytinlikler, üzüm bağları, ayçiçeği tarlaları, selvi ağaçları, sarı-turuncu taştan evler ile renklenen kavisli coğrafyasını, kiremit çatılar, kuleler ve kubbelerle süslüyor Siena kenti.
Kentin orta yerinde bir krater gibi biçimlenen, dünyanın en ilginç meydanlarından Campo. Midye kabuğuna benzeyen eğri geometrili meydanın bir ucunda, göğe yükselen kulesiyle Palazzo Pubblico; Halk Sarayı.
Sarayın içinde görkemli bir meclis salonu: kenti 1287 ile 1355 yılları arasında yöneten dokuz halk temsilcisinin toplandığı Sala dei Nove; Dokuzlar Salonu. Duvarlarda Ambrogio Lorenzetti’nin dev freskleri: “İyi Yönetimin Etkileri” ve “Kötü Yönetimin Etkileri.”
Çağın estetiği ve aynı zamanda siyasal idealleri süzülüyor bu duvar resimlerinden. Her düzeyde yönetim ortamı için, görsel mirasa dönüştürülmüş bir siyaset dersi. Devletin, kamu yönetiminin ve bir insanlık uygarlığı ürünü olarak kentin var olma nedeninin yalın bir anlatımı: “iyi yönetim.” Ve aynı konunun tersten resmedildiği “kötü yönetim.” Bir zamanlar, kent devletini yönetenler bu tablolarla çevrili bir mekânda görev yapmış.
Ambrogio Lorenzetti, “İyi Yönetimin Etkileri” (ayrıntı), 1340, Siena
Ambrogio Lorenzetti, “İyi Yönetimin Etkileri” (ayrıntı), 1340, Siena
İyi yönetim özlemi
İyi yönetilen kent resminde ilk göze çarpan kavramlar düzen ve bireysellik. İkisi bir arada. Evler hoş bir kent dokusu içinde birbirlerine göre mimari farklılıklarını koruyarak sıralanıyor. Caddeler temiz. İyi giyimli yurttaşlar, atlarının üzerinde gezinen insanlar, dans eden özgür kadınlar, erkekler, balkonlarda çiçekler dikkat çekiyor.
Okulda öğretmen ve sıralarda öğrenciler; eğitim huzur içinde. Dükkânlar ve kahveler müşteri dolu, zanaatkârlar üretmekle meşgul. Merkepleriyle yük taşıyan satıcılar, köyden getirdiği koyunları süren bir çoban. Geri planda bir inşaat devam ediyor, duvar ustaları çalışıyor. Kentin kapısından mallar geçiyor; ithalat ve ihracat canlı. Surların dışında, ticaret yolları, köprüler, bakımlı altyapı. Çiftçiler tarla sürüyor, hasat topluyor... İyi yönetilen kentte ekonomi tıkırında.
Kötü yönetim tablosunun ismi ise cehennem de olabilirdi. Yıkıntı evler, döküntü yollar, kirli bir hava, yıpranmış bir doğa. Ticaret yok; silah üretimi var. Sokaklarda ve kırsal alanda şatafatlı giyimli askerler katliam, talan, yolsuzluk ve tecavüzle meşgul. Kadınlar baskı altında, erkekler zavallı. Terör ve işkence sahneleri ürkütücü. Özgürlük yok; dolayısıyla güvenlik yok. Düzen yok da, o nedenle mi bu güvensiz ortam var? Yoksa kurulu düzenin bir sonucu mu bu durum?
Ambrogio Lorenzetti, “Kötü Yönetimin Etkileri” (ayrıntılar), 1340, Siena
Bir uygarlık serüveni
Aristoteles’in Politika’da yazdığı gibi “Bir devlet yaşamı korumak amacıyla ortaya çıkar ve iyi yaşam amacı doğrultusunda varlığını sürdürür.” Ressam Lorenzetti’nin çağdaşı Padualı Marsilius’un yorumu da aynı yönde: “İyi yaşam, devletin en mükemmel nihai hedefidir.” Böylece iyi yaşam, iyi kent, iyi devlet ve iyi yönetim kavramları bütünleşiyor.
Tabii, siyaset felsefesi bu konuyu hiçbir zaman terk etmedi eski zamanlardan beri. Machiavelli, Hobbes, Rousseau, Locke, Kant, Hegel, Marx, Engels, Arend, Keynes, Schumpeter, Arendt, Habermas, Chomsky, Butler ve daha nice düşünürler zaman ve alana hapis olmaksızın, “iyi yönetim” modellerini ve ütopya ile gerçek arasındaki dönüşüm kurgularını anlamaya çalıştılar.
Siyaset bilimi, denetim mekanizmalarının zayıflığının iyi yönetim ile kötüsü arasındaki farkın çok geç anlaşılması tehlikesini doğuracağına işaret diyor. Örneğin, etkin ve saydam bir denetim sistemine sahip olması, Venedik kent devletinin yüzyıllar süren başarı etkenleri arasında önemli bir yer tutar. Kadim Türk Çin, Pers, Hint ve Afrika siyasal felsefe ve uygulama kaynaklarında, iyi yönetim ve adı konulmasa da “yönetişim” tanımı bugün içinde geçerli bilgelik içerir.
Dünya tarihinde sıkça rastlanan, “hükûmetin iktidarını istismar etmesi” sorunuyla sınırlı değil bu konu. Borsalar, şirketler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve medya için de geçerli. İnsanlık uygarlığı özgürlük, saydamlık, hesap verebilirlik ve hukuk düzenini bir arada koruyan demokrasilerin arayışında. Bu yönde ancak kral, şef, ideoloji, bilgisizlik, dinsel dogma ve etnik saplantı baskılarından kaçabildiği ölçüde ilerliyor.
Fransız Devrimi sonrasında 19. yüzyılda Avrupa’da yeşeren ulus-devletler, 20. yüzyılda ABD’nin yükselişi, Sovyet modeli devlet anlayışı, Batı’da sosyal devletin gelişmesi, 21. yüzyıla parasal birlikle giren Avrupa Birliği projesi, küreselleşmenin dayattığı yeni devlet tanımlamaları, ekonomik refahın ve krizlerin tetiklediği umut ve korkular, 4. sanayi devrimi ve sonrasında daha yeşil ve sosyal bir toplum 5.0 arayışı ile değişen insan coğrafyası... Dünya gezegenin sakinleri iyi yaşamın peşinde iyi yönetimi aramaya devam ediyor.
Yurttaşını yöneten hükûmetler modellerinden, “yurttaşının hizmetkârı olarak devleti yönetmekten sorumlu hükûmet” anlayışına geçiş her ülkede eşzamanlı ilerlemiyor.
Türkiye de gotik bir rüyadan fazlasını hak ediyor.
Çağdaş bir yönetişim anlayışını, 21. yüzyılda tüm insanlık uygarlığı için örnek olabilecek yaratıcı ve ilerici bir anayasal düzeni hak edebilmeli Türkiye.
Yakın geleceğin iyi yönetim tablosunun ressamları ise, artık ellerinde fırça yerine oy pusulaları olan seçmenler.